Uykusundan sıçrayarak uyandı. Etrafına baktı. Rüyada değildi. 20 silah arkadaşı ile Şırnak Cezaevinde küçük bir koğuşta tıkılıp kalmıştı. 2 yıl önce uzman çavuş olmak için sağlık muayenesine giderken annesinin, “Oğlum sen çok toysun, askerde başına bir iş gelmesin” sözü aklına geldi. Bir sigara yaktı, derin bir nefes çekti. Polislerin küfürlerini ve komutanlarına yapılan işkenceleri düşündü, canı sıkıldı.
Kafası çok karışıktı. Daha bir hafta önce şehir operasyonlarında bombaların arasında vatan için parçalanmayı göze almış yüzlerce askerin “hain” yaftasıyla balık istifi koğuşlarda tutsak olmasına anlam veremiyordu. Bir ara ağlayacak gibi oldu. Ruhu daraldı. Hapishane koğuşunu bir uçtan bir uca süzdü. Hapisteki üçüncü günüydü, ama sanki yılardır bu nemli koğuştaydı.
Komando tugayında göreve başladığı günden itibaren bazen dondurucu soğukta, bazen kavurucu sıcakta yüzlerce zorlu göreve çıkmıştı. Hele son 8 aydır, meskûn mahal operasyonlarında korkunun türlü türlüsünü tatmıştı, ama şu an hissettiği şey korku değildi. Anlam veremediği derin bir tedirginlik hissi ruhunu esir almıştı. Politikadan anlamaz, çok da ilgilenmezdi. Tek düsturu “Vatanını en çok seven görevini en iyi yapandır” sözüydü. Bu düstur üzerine görevine odaklanırdı.
Polislerin küfürleri aklına geldikçe ağlayacak gibi oluyor, anlam veremediği bu durum karşısında duygusal bir yıkılış yaşıyordu. Bir ara aynı timde görev yaptığı, kendinden 7 yıl kıdemli Yasin Uzman ile göz göze geldi. O da ranzanın üstüne oturmuş kara kara düşünürken “Adamlar bizimle nasıl dalga geçtiler” dediğini duydu. Dün havalandırmaya çıktıklarında yan koğuşlarda kalan PKK militanları bağırarak sözlü sataşmışlar, onlarla dalga geçmişlerdi. Yasin uzman ranzadan atlayarak yanına geldi.
“Çömez, ver bakalım bir cigara. Ne böyle ardı ardına yakıyorsun! Bu kadar karamsar olma bekar adamsın bizim gibi evli olsan ne yapacaksın?”
“Ondan değil abi. Olanları aklım almıyor. Fatih Yüzbaşıya yaptıklarını sen de gördün!” dedi ve gözünden damlalar düşmeye başladı.
Yasin uzmanın dudağı titredi sigarasından derin bir nefes çekti.
“Yapma, ağlama. Geçecek bu günler. Yine bir araya geleceğiz. O iyi bir asker, dayanır. Kendimizi kaybetmeyelim.” diyebildi.
“Gardiyanların söylediğine göre subayları ve astsubayları Mardin’e götürmüşler. Tugayı polisler ablukaya almış. Yasin abi, biz bu polislerle omuz omuzaydık… Bu nedir abi?..”
“Onlar da emir kulu. Bazılarının askerlere özel bir nefreti varmış, ama hepsini aynı kefeye koymamak gerek. Baksana, haberlere göre hepimiz hainiz, ama hain olmadığımızı en iyi onlar biliyor. Neden bizi harcamak istiyorlar?”
Günler günleri kovaladı önce Yasin Uzman, ardından Selim uzman tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edildi. O mel’un gecenin ardından, hapsedilen bütün uzman çavuşlar 3 ay sonunda tahliye edilmişti. Selim Uzman hapisten çıktıktan sonra, 1 hafta izne ayrılmış, köyüne, annesinin yanına gitmişti. O bir hafta hiç bitmesin istedi. Acaba geri dönmeyip köyde çobanlık mı yapsaydı? Ama köyün diline düşmüştü artık. Bir de geri dönmez ise dedikodunun, lafın, sözün önüne geçilmezdi.
İzin dönüşü Tugay nizamiyesinden girdiğinde ölü evine gelmiş gibi bir duyguya kapıldı. Subay sayısı her bölük için yeterli olmadığından bazı bölükleri birleştirmişlerdi. Yeni atanan Tugay komutanı bölgeyi çok iyi biliyordu. Söylendiğine göre operasyona çıkaracak adam olmadığını valiye bildirmiş, o da hakimlere söylemiş ve uzman çavuşları serbest bırakmışlardı. Bölük binasına gittiğinde yeni atanan idari işler astsubayı ile tanıştı. Astsubay, Selim’e;
“Hapisten çıkan bütün personel ilk iş olarak Burak üsteğmeni görecek silahını çantanı almadan doğrudan bölük komutanının yanına git tekmil ver.” dedi.
Komutanının kapısına yöneldiğinde koridorda onunla karşılaştı. Hemen tekmil verdi, kendini tanıttı. Burak Üsteğmen “Gel bakalım Selim” dedi ve komutanının odasına geçtiler. Çok içten bir subaydı. Biraz sohbet ettiler. Burak Üsteğmen moral verdi, teselli etti. Komutanının odasından çıktığında hafiflemiş hissetti kendini. Derin bir nefes çekti. Sırt çantasını, malzemelerini aldı, odasına geçti.
Bir hafta geçmişti ki ertesi gün görev olduğu, kendisiyle aynı yaşta yeni tim komutanı tarafından time tebliğ edildi. “Dört ay sonra tekrar görev” dedi kendi kendine. Ama bu sefer dağlara gidecekti. Köy çocuğuydu, dağları seviyordu.
Sonbaharın son günleri. Geceleri ayaz hissedilir olmuştu. Çantasını hazırlarken hâkî renk yün kazağını eline aldı. Aklına, geçen sene bu vakitler şehit olan badisi Mustafa geldi. İlk defa ölen bir insanın ruhunun çıkışını bu denli net müşahede etmiş, son nefesini verirken gitmemek için çaresiz çırpınan bedeni, yavaş yavaş ferini kaybeden gözlerin boşluğa anlamsız bakışını en sevdiği dostunun ölümünde görmüştü.
Sabah saat 10:00 da içtima alındı. Burak Üsteğmen gelmedi. Tim komutanları yoklama aldıktan sonra bölük hazırlıklarına devam etti. Bu arada ortalıkta hiç subay olmaması Yasin Uzmanın dikkatini çekmişti;
“Selim, subaylar nerede?”
“Abi görev toplantısı yapıyorlardır, öğleden sonra içtimaya gelirler” dedi.
Yasin uzman, “İlginç” diye karşılık verdi.
Öğleden sonra saat 15:00 olmuştu içtima için emir verilmişti. Bölük hazır beklerken Burak Üsteğmen tabur kapısında belirdi. Ağır adımlarla bölüğüne yaklaştı. Bölük astsubayı tekmili verdikten sonra 20 saniye sadece bölüğünü izleyen Burak Üsteğmen;
“Bu hayat serüveninde hiçbir karşılaşma tesadüf değildir. Karşımıza çıkan her insan bize bir şeyler öğretir. Buraya sürgün olarak geldim, ama beni sürgün edenlerin bilmediği, bizim gibi askerlerin asıl sürgünü bizi birbirimizden ayırmalarıdır. Öncelikle bunu bilin gençler. Şimdi gerçek bir sürgüne bilinmeyen bir yolculuğa çıkıyorum. Her yolculukta zorluklar vardır. Aksi düşünülemez. Ancak, karşımıza çıkacak zorluklar ve engeller, bizi zayıf düşürmek için değil, eğitmek ve olgunlaştırmak içindir. Bugün meslekten ihraç edildim. Bu gece çıkacağınız görevde sizinle olamayacağım. Çok dikkatli olun. Uzun zamandır girilmeyen bir bölgeye girilecek. Şimdi sırayla hepinizle vedalaşmak her birinizin elini sıkmak istiyorum” dedi ve personeliyle tokalaşmaya başladı.
Sıra Selim Uzmana geldiğinde, Selim Uzman elini tutmakla kalmadı, aniden komutanına sarıldı.
“Tamam Selim” dedi Burak üsteğmen.
Selim Uzman;
“Komutanım, ölümlü dünya, hakkını helal et.”
“Ne hakkım oldu ki! Bırakmadılar birlikte çalışalım. Varsa da bir hakkım, helali hoş olsun, sen de helal et.”
“Helal olsun komutanım…”
Yasin Uzman göreve çıkarken zırhlı aracın küçük penceresinden tugay nizamiyesindeki polis zırhlılarını işaret ederek;
“İhraç edilen subayları almaya geldiler. Burak Üsteğmeni de alacaklar. Olaya bak ya! Ayaklar baş oldu, başlar ayak!..”
Başlarında bölük komutanı yoktu. Kıvrımlı yollardan ayazı keskin yıldızlı bir gece Cudi Dağına tırmanırken yürekler kırgın, bedenler ağır çantaların altında yorgundu.
Güneşin doğmasına bir saat kala tutmaları gereken bölgeye ulaştılar. Kimin nereye mevzileneceğine karar verildikten sonra Selim Uzman, Yasin Uzman ve bir başka arkadaşları vadiyi iyi gören bir noktaya doğru ilerlediler. Güneş ufukta belirmiş, kuş cıvıltıları ile vadi şenlenmeye başlamıştı. Selim Uzman, dün yaşananları düşünerek ilerlerken bir patlama ile ayaklarının yerden kesildiğini hissetti. Yere düşerken kafasını bir kayaya çarptı. Sıcak kanını ağzında hisseti. Nefesi kesilmişti. Hiçbir şey görmüyordu. Bağırmak istedi, ama yapamadı. Bir süre sonra koluna serum takmaya çalışan Yasin Uzmanın sesini duydu. “Kardeşim dayan, kurtulacaksın” diyordu. Bir gözü ile bulanık gördüğü Yasin uzmandan su istedi. Bir yudum içebildi. Selim Uzmanın ayakları kopmuş, vücuduna taş parçaları girmişti, yaraları çok ağırdı on dakika dayanabildi ve ruhunu teslim etti.