Öncelikle, bu yazı birilerini aklama ya da suçlama yazısı değildir.
Geçtiğimiz günlerde eski asker, sonra akademisyen ve şimdi de DEVA Partisinin kurucu üyesi olan Metin Gürcan’ın askeri ve siyasi casusluk suçlamasıyla tutuklanmasına şahit olduk.
Metin Gürcan, uzun yıllar TSK’da, Özel Kuvvetler Komutanlığı bünyesinde görev yapmış ve kendi isteğiyle emekli olmuş bir asker. ABD’de yüksek lisans ve Bilkent Üniversitesinde doktora yapmış olan Gürcan, birçok medya kuruluşunda dış politika ve güvenlik konularında yazılar kaleme almıştır.
15 Temmuz’un gölgedeki isimlerinden Emekli Tümgeneral Cihat Yaycı’yı “Biz koskoca orduyu kimlere emanet etmişiz?” diye eleştiren ve “Saçmalıyor” diye kızan Metin Gürcan, iktidarın attığı her adımı boşa çıkartan yorumlar yapmasıyla da dikkat çeken isimler arasındaydı.
“The Washington Institute” için yazdığı, 15 Temmuz sonrası Türkiye’de Sivil-asker ilişkileri konulu rapor (TENTATIVE TRANSITION Civil-Military Relations in Turkey Since the July 15 Uprising) ise daha dikkat çekici. TSK’nın düşürüldüğü durumu açıkça eleştiren Gürcan, orduda kalan subayları mesleğe adanmışlık, profesyonellik ve gelecekten beklenti gibi konular açısından üç kategoriye ayırmış:
Gürcan’a göre; “Beleşçi” ekip maksimum fayda için orduda görev yapmaya devam eden subaylardan oluşuyor. Silahlı kuvvetlerle ilişkileri tamamen parasitik. Yani aldıklarından fazlasını vermeye niyetli değiller. Hepsinin amacı nihai rütbe olan albaylığa terfi etmek. Sonra; “Ben kaçar”. Amacı derece/kademe, maaş ne varsa elde edip emekli olmak ve askerlik anılarını anlatarak torun sevmek olan bu ekip asla TSK’ya gönülden bağlılık hissetmiyor.
“Ekmeğinin peşinde olan ekip” mesleğine pragmatik yaklaşan subaylardan oluşuyor. Her esen rüzgâra göre yön değiştiren bu ekipte hem Balyoz-Ergenekon sürecinden hem de 15 Temmuz tasfiyelerinden sağ kurtulmayı başaran subaylar bulunuyor. Her dönemin kazananı olan bu subaylar çalışıyorlar, ama asla stratejik ve uzun vadeli düşünmüyorlar. “Gelene ağam giden paşam” diyorlar ve konjonktüre anında uyum sağlayabiliyorlar. Gürcan’a göre 15 Temmuz’dan sonra terfi eden generallerin büyük bölümü politik elastikiyet özelliğine sahip ve ekmeğinin peşinde olan bu gruba dahiller.
Son grup ise “Islahatçı kanat”. Bu grup, orduyu her zaman Soğuk Savaş dönemindeymiş gibi görme eğiliminde. Onlara göre mevcut durumda her zaman bir şeyler kötüye gitmektedir ve müdahale edilmelidir. Çoğunluğu binbaşı-yarbay seviyesindeki genç subaylardan oluşan bu grup kendi içinde birbirine zıt iki kutba ayrılmakta: “Gelenekçiler” ve “Yenilikçiler”.
“Gelenekçiler” devletçi, Kemalist, milliyetçi ve laik çizgidedirler ve daima orduyu bu çizgide tutmaya ya da bu çizgiye çekmeye çalışırlar. Yenilikçiler ise daima “Bir şey yapmalı” psikolojisiyle hareket etmektedir. Maalesef bu grup zaman zaman kendi çizgisine bile sahip çıkamamaktadır. Bir kısmı, “Ekmeğinin peşinde olan” bir kısmı da “Beleşçi” zihniyetteki ekibin çizgisine kayabilmektedir.
Emekli Yüzbaşı Metin Gürcan’ın bu raporu 15 Temmuz sonrasında bir nevi söylenemeyenleri dile getiren bir doküman niteliğinde. Gürcan ayrıca, “Opening the Black Box: The Turkish Military” (Karakutuyu Açmak: Türk Silahlı Kuvvetlerinde Dönüşüm) adlı doktora tezi ve aynı isimli kitabında ise generallerin büyük çoğunluğunun oportünist yani fırsatçı bir zihniyette olduğunu da ifade etmektedir.
Bu ilginç rapor ve kitabın birilerini rahatsız ettiği muhakkak.
Gelelim “casusluk” iddialarına…
Yaklaşık iki yıldır adım adım takip edilen ve telefonları dinlenen Gürcan, son olarak İspanya ve İtalya büyükelçiliklerinde görevli diplomatlarla görüşürken ve onlardan zarf alırken görüntülendi. Casusluk yaptığı iddiasına delil oluşturan da bu görüntü ve kayıtlar.
İki yıl boyunca polisin ne kadar delile ulaştığına dair net bir bilgi yok. Adı geçen iki ülke dışında başka ülkelerin büyükelçilerine de bilgi satıp satmadığı da diğer bilinmezler arasında. Ayrıca Gürcan’ın bugüne kadar aldığı meblağ hakkında da açıklananlardan başka elimizde bilgi yok. Tüm bunlar eski asker hakkındaki şaibeleri besler nitelikte.
Casusluk, tek taraflı bir faaliyet değildir. Yani gizli bilgiyi satan birisi varsa, o bilgiyi alan birileri de olmalıdır. Madem Metin Gürcan iki ülkenin büyükelçiliklerine bilgi sızdırmakla suçlanıyor, neden o iki ülkenin casusluk faaliyetine karışan diplomatları hakkında bir işlem yapılmıyor. Suçüstü durumu varsa o diplomatlar hakkında çoktan “persona non grata” süreci başlatılması gerekmez miydi? Ya da “gizli” bilgileri satın alan büyükelçilikler protesto edilemez miydi?
Bu soruları Türkiye’deki medya organları soramaz, lakin İspanyol basını sordu.
Bu argümana diplomatlar şöyle cevap veriyorlar: Türkiye, gizli bilgileri satın alan büyükelçiliklere karşı illaki bir adım atacak diye bir kaide yok. Hangi büyükelçilik mensubunun bilgi satın aldığı tespit edilemezse ve mesela adı geçen büyükelçilikler her defasında farklı bir personelini Gürcan ile görüşmek üzere görevlendirdiyse “istenmeyen kişi” için bir kimlik tespiti yapmak güçleşir. Metin Gürcan’la temas eden büyükelçilik mensubu tespit edilmiş olsa bile görevden sessizce el çektirilmesi ya da ülkesine gönderilmesi ilgili büyükelçilikten talep edilmiş de olabilir.
Diplomatların dikkat çektiği ikinci nokta ise şu; Bir ülkede sefaretle iş yapmak her zaman tehlikelidir. Çünkü herkes bilir ki, sefaret mensupları büyük ihtimalle görev yapmakta oldukları ülkenin karşı istihbarat birimleri tarafından takip edilirler. Metin Gürcan’ın da emniyetin ya da MİT’in karşı istihbarat ağına takılmış olabileceği değerlendiriliyor.
Bu operasyonun olası bir seçimde AKP’den hatırı sayılır oranda oy koparacağı netleşen DEVA partisine gözdağı vermek amacıyla yapıldığı en çok dillendirilen ihtimallerin başında geliyor. Bu detay da İspanyol basınının gözünden kaçmamış.
Bu argümana da itirazlar var. Metin Gürcan, partinin kurucuları arasında yer alıyor. Ancak partisine zarar verecek boyutta politik bir geçmişi olmaması ve sağ seçmen üzerinde güçlü bir etkisinin olmayışı “Neden asıl hedef DEVA partisi olsun ki?” sorusunu da akla getiriyor.
Gürcan, büyükelçilik görevlilerine danışmanlık yaptığını gizlemiyor. Bilgisayarını kendi isteğiyle polise teslim ettiğini de ifadesinde belirtmiş. Verdiği bilgiler açık kaynaklardan elde edilmiş bilgiler de olabilir, mesleki tecrübesine binaen yaptığı askeri çıkarımlar da olabilir. Muvazzaf askerlerle görüşüyor olması ise maalesef tepki ve merak uyandırmaya (eyebrows-to-raise) yetecek bir detay.
Sonuç olarak; hem iktidarın hoşuna gitmeyen yorumlar yapması hem de DEVA partisinin kurucuları arasında bulunması, belli ki Metin Gürcan’ı optimal bir hedef haline getirdi. Maalesef aldığı ücretin kayıt dışı olması da karşı mahallede casus arayan iktidar sahiplerinin ekmeğine yağ sürmüş oldu.