Güvenlik kavramı, günümüz dünyasında askeri literatürün çok ötesinde bir anlama büründü. Devletlerle bağdaştırılan güvenlik anlayışı yerini bireylerin, toplumların, toplulukların ve küresel hayatın güvenliğinin sağlanmasına dönük arayışlara bıraktı.
Bunun yanında geleneksel “bireysel güvenlik” anlayışında da ciddi sapmalar belirdi.
Artık birey, toplum, devlet, dünya ve uzay zinciri içerisinde sadece can güvenliğinin değil, bununla birlikte yaşam kalitesinin ve statü endişesinin de “güvenlik sorunu” olarak algılandığı bir dünyada yaşıyoruz.
Kimse imtiyazlarını ertelemek, ötelemek ya da devretmek niyetinde değil. Hakkından vazgeçmek ise, deyim yerindeyse “aptalca” bir tutum olarak algılanıyor.
Ötekinin Mutluluğu
“Ötekinin” mutluluğu, bireysel mutluluk beklentilerimizi tehdit, tahdit ya da tahrik eden bir hüviyete bürünüyor.
Bu nasıl oluyor?
İnsan gerçekten de bunu anlamakta zorlanıyor.
Zannediyorum, içinde yaşadığımız dünyanın etik sorunlarını masaya yatırarak bunun izahını yapma olanağına sahip olacağız.
Aklımızın bir yanında kelebek etkisi teorisini, diğer yanında denizyıldızlarını kumsaldan suya fırlatan adamın hikâyesini dolandırarak bunu başarabiliriz.
Tuhaf Ama Gerçek: Soyut Tehdit Algısı
Diğer yandan, somut bir “güvenlik” inşası uğruna, soyut tehdit algılarıyla mücadele etmek gibi tuhaf bir anlayışla da karşı karşıyayız.
Hala içinde bulunduğumuz postmodern zaman, birçok kavramı “tuhaf” ve “bulanık” hale dönüştürerek soyutlaştırdı.
Bu “soyut” kavramları, kazandıkları yeni anlamlarla hayatımızın şaşmaz yol göstericileri olarak kabullenmek, bizi kaçınılmaz olarak Adorno’nun “Yanlış hayat, doğru yaşanmaz” aforizmasıyla parmak bastığı yabancılaşma, ötekileş(tir)me ve sapkınlık noktasına taşımakta.
Somut tehditler karşısında kısmen geleneksel kısmen de modern bir anlayışla mücadele yöntemlerini çoğaltabiliyoruz.
Peki ya soyut tehditler?
İşte bu soruyla birlikte şu değerlendirmemizi bir kenara not etmek zorundayız:
Algıların duyuşsal, soyut ve belirsiz dünyasında emniyet içerisinde yol almak artık pek mümkün değil. Bunun yerine olguların bir nebze olsun ete kemiğe bürünmüş kavramsal çerçevelerini dikkate alarak düşünce üretmek ve politika geliştirmek zorundayız.
Bu zannediyorum hem bireysel hem de toplumsal güvenlik anlayışımızın işe yarar bir hüviyet kazanmasında daha isabetli bir tercih olacaktır.
Dengesiz Dünyada Güvenlik Arayışı
Aslında başta sorulması gereken soru şuydu: Dengeleri altüst olmuş bir dünyada bireysel ve evrensel güvenliğin inşası adına tastamam doğru adımlar atmak mümkün mü?
Benim bu soruya vereceğim cevap net: Evet.
Bu yolda mesafe kat edebilmenin işlevsel bir yönteminin ise, sağlıklı düşünce zemini oluşturmaya dönük gayretleri çoğaltmak olduğunu düşünüyorum.
Güçlüden Kaynaklanan Güvenlik Sorunu
Araştırmacılık, kronoloji tarihçiliğinin ötesinde bir özveri ister. Güvenlik konuları üzerine kafa yoranların, düşüncelerini hayatın içinden seslenerek kayıt altına almasının ve hayatımızı her yönüyle güvenli kılmaya dönük yaklaşımlar geliştirmeye gayret etmesinin önemli olduğunu düşünüyorum.
İktidar sahipleri, yönetici pozisyonunda kalma heveslerini tükenmez bir hırsa dönüştürdüklerinde ortaya çıkan şey, bütün toplumu ilgilendiren bir güvenlik sorunudur.
Fakat ne acıdır ki, sınırları belirsiz ideolojik bir şartlanmışlıkla iktidar fanatizmini sürdüren kalabalıklar, bu güvenlik sorununun farkında değiller.
Çünkü ortada aşikâr edilmek istenmeyen bir kaos ve bu kaostan kaynaklanan bir düzen var.
İşte bu kaos düzenini inşa eden ve gerek duydukça da bu çarkı döndüren muktedirler, bizzat bir güvenlik sorunsalı olarak önümüzde durmaktadır.
Hak Hukuk Adalet
Maruz kalınan hukuk dışı uygulamaları sineye çekerek sessiz kalmaya gönül razı değil.
Unutmamalıyız ki, haksızlıklar karşısında boyun eğmeyen ve dik bir duruş sergilemeye gayret gösteren toplumun her kesiminden insanın hakkı boynumuzda asılı.
Hak, hukuk ve adalet mücadelesinde gayret gösteren herkes, en azından bir alkışı hak etmektedir.
Bize düşen, ideoloji duvarlarının arkasına saklanmadan bu duyarlı kesimin mücadelesine sesimizin çıktığı en yüksek perdeden destek vermektir.
***
Not: Bu yazı 17.06.2021 tarihinde “Başlarken” başlığıyla yayınladığımız yazının güncellenmiş bir versiyonudur.