Birinci Dünya Savaşı başladığında Sofya’da askeri ataşe olarak görev yapan Mustafa Kemal savaşta faal görev almak üzere yaptığı başvuruya “yerinizde kalınız” cevabını almıştı. Atatürk, dönemin Başkomutan Vekili Enver Paşa’ya yazdığı ikinci mektubunda “Vatanın müdafaasına ait faal vazifelerden daha mühim ve yüce bir vazife olamaz. Arkadaşlarım muharebe cephelerinde, ateş hatlarında bulunurken ben Sofya’da askeri ataşelik yapamam!” şeklindeki ısrarı neticesinde 19.Tümen Komutanı olarak Çanakkale Savaşı’na katılmıştı.
Gerçek bir asker ve komutan olarak Atatürk, henüz yarbay rütbesinde ihtiyaç yer ve zamanında vatan ve milleti için nerede daha faydalı olacaksa orada olmak için elindeki tüm imkânları kullanmış ve bir milletin makûs kaderini değiştireceği Çanakkale Savaşı’nda hazır bulunmuştu.
Atatürk, 25 Nisan 1915 sabahı İtilaf Kuvvetleri Gelibolu yarımadasına çıkarma yapmaya başladığında genel durumu çok iyi izleyerek “inisiyatif” almış ve emir beklemeksizin emrindeki 19. Tümen’in 57. Alayı ile birlikte düşmanın üzerine atılmıştı. Zira an çabuk karar verme anıydı, her geçen saniye çok değerliydi ve düşmanın topraklarımızda ilerlediği her bir metre kısa süre içinde çok büyük bir faciaya sebep olabilirdi. O ilk korku ve panik halinde, düşmanın en güçlü ve zinde olduğu hengâmda Conkbayırı’nda geri çekilmekte olan erleri durdurarak süngü taktırıp yere yatırmış ve orada bozguna uğramış bir birlikten yeni bir savunma hattı tesis etmişti.
Düşman, karşısında toparlanmış ve mevzi almış Türk kuvvetlerini görünce takibi bırakmış durumu anlamaya çalışırken Atatürk’ün sadece iki saat içinde o bölgede hazır ettiği 57. Alay birlikleri tamamına yakını şehit olma pahasına düşmanı bozguna uğratmış ve İtilaf Kuvvetleri’nin ilerleyişini durdurmuştu. Atatürk daha sonra kaleme aldığı ve Çanakkale Savaşı’nı anlatan anılarında bu olay için “Savaşı kazandığımız an bu andır!” diyecekti.
Türkiye’nin Depremle Savaşı ve Ülkeyi Yönetenlerin Hazin Durumu
Evet, savaş ve büyük çaplı afet gibi durumlarda planların önceden hazırlanması ve ani durumlarda hızlı karar alınması bu yüzden çok önemlidir. Çünkü verilecek kararlarda oluşacak kısa süreli gecikmelerin sonuçlarda meydana getireceği sapma çok büyük olur. Atatürk, emrindeki Tümenden bir Alayı alarak iki saat içinde düşmanın önünü kesmemiş ve sırf emir gelmedi diye bulunduğu yerde kalıp düşmanı orada durdurmayı düşünmüş olsaydı bu savaşın kaybına gidecek olayların başlangıcı olabilirdi.
Bugünlerde her ne kadar topla tüfekle bir savaş halinde olmasak da vatanımız olan bu coğrafyada depremle savaşımız yeni bir durum değil. Dolayısıyla devletin afetlere karşı mücadele edecek kurumları ve planları olmak zorunda. Bu kurumları idare eden yöneticiler de yeri ve zamanı geldiğinde otomatik olarak önceden provasını yaptıkları adımları atmak mecburiyetindedirler. Zira sırf bunun için millet dişinden tırnağından artırarak verdiği vergilerle o kurumları ayakta tutuyor. Haliyle vatandaş en zorda kaldığı zamanlarda en doğal hakkı olan bu soruyu soruyor: “Devlet nerede?”
Son günlerde kamuoyunda en çok tartışılan soru “Depremin ilk 48 saatinde ne oldu ve özellikle TSK neden sahaya inmedi?” Bu sorunun cevabını vermekle mükellef olanlar sessiz kalmaya, hiçbir şey olmamış ve görevlerini layıkıyla yapmışlar gibi davranmaya devam ediyorlar. Erdoğan millete küfrederken bir sene daha mühlet direnmekle meşgul oladursun İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ise kendilerini temize çıkaracak açıklamalarla durumu kurtarma derdine düştüler. Resmi rakamlara göre 50bine yakın insanımızı bir gecenin içinde kaybettiğimiz böylesine bir faciada bir devlet görevlisi bile istifa etmedi. Bırakın istifa etmeyi ülkeyi tüm yetkileri elinde tutarak yöneten Erdoğan vatandaşından özür dilemek yerine onlara kameralar karşısında hakaretler yağdırıyor.
Atatürk Sizlerden Utanıyordur…
Benim kafamda alıp verdiğim ve cevabını merak ettiğim sorular ise bambaşka…
Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ne oldu böyle?
Bu tarz durumlarda milletinin yanında yer alan ordumuz nasıl oldu da bu hale getirildi?
Erdoğan seçim derdine etrafındakiler de konumlarını koruma kaygısına düşmüş, birbirleriyle içten içe bir çekişme yürütüyor olabilirler. Atacakları adımları vatan ve millete faydasından dolayı değil istikballeri için uygun gördüğü takdirde atıyor da olabilirler. Gönül isterdi ki ülke bir tek adamın emriyle değil demokratik kurumların çatısı altında anayasanın verdiği yetkileri özgürce kullanan liyakatli liderlerle yönetilsin ama bu hâlihazırda mümkün olmuyor da olabilir.
Peygamber ocağı bu koca Orduda her şeyini feda edecek, görevden alınma pahasına Atatürk’ün Çanakkale Savaşı’nda yaptığı gibi birliğini alarak kimseden emir beklemeksizin deprem bölgesine koşacak bir tane Komutan yok muydu?
Böyle bir anda milletinin yanında olmayıp birliklerinden hareket edemeyen tüm Komutanlar!
Hepinize yazıklar olsun!
Oysa Hulusi Akar’a rağmen Erdoğan’a rağmen ilk anda birliğinizi deprem bölgesine sevk etmiş olsaydınız, uzak yakın demeden kuvvetlerinizin başında acilen hareket etmiş ve enkaz altındaki vatandaşın yardımına koşturmuş olsaydınız bu millet sizi bağrına basar kimselere de yedirmezdi…
Sizler bu cesareti gösteremediğiniz için Terörle Mücadelede otuz yılda kaybettiğimizden daha fazla insanımızı bir gecede yitirdik…
Belki kurtarılabilecek binlerce insanımız soğuktan ya da müdahalede geç kalınması nedeniyle hayatını kaybetti…
Sofya’da Yarbay rütbesiyle ataşelikten kalkıp savaşın en ön hattına koşan, bir Alay kadar kuvvet ile Conkbayırı’na atılarak savaşın kaderini değiştiren Atatürk sizlerden utanıyordur!
Bu devlet gerektiğinde en büyük riskleri alıp vatanı uğruna canını feda edebilen yiğitlerce kuruldu ve ancak yine o kalitede olanlar tarafından yeniden ayağa kaldırılabilir…