Kolektifin bilincin inşasında ortak değerler sisteminin ne denli önemli olduğundan sıklıkla bahsedildi. Bu bölümde, söz konusu değerler manzumesinin oluşumunda dikkat edilmesi gereken birkaç hassas noktaya değinilecektir. Değerlerin altının doldurulması ve zihinlere doğru kodlanması önemli bir husustur. Örneğin, vatan sevgisi kavramı üzerinde duralım.
Toplumun genelinde vatan sevgisi denildiğinde; yalnızca şehit cenazelerinde yürümek, bayraklarla miting meydanlarında “en kalabalık bizdik” yarışına girmek ve eldeki meyve bıçağını kılıç zannedip TV dizileri seyrederken yedi düvele meydan okumak anlaşılıyorsa kendimizi sorgulamamız gerekir. Buradaki kodlamaya bakılırsa, yapılan hareketler insan tabiatındaki vatan sevgisi ihtiyacını sadece tatmin etmeye yönelik birtakım duygusal ve tepkisel cevaplarla sınırlı kalmıştır.
Kültürümüzde ve inanıcımızda şehit olmanın yeri apayrıdır ve en yüksek makamdır; bayrak ise uğrunda canlar verdiğimiz baş tacımızdır. Yanlış olan kısım, günümüzde vatan sevgisi adına yapılanların çoğunlukla etki değil tepki içerikli olmasıdır. Bu şekildeki hatalı kodlamalar, kolektif bilince basireti kaybettirebilecek ölümcül virüsleri ihtiva etmektedir.
Bunun yerine zihinlere “vatanını en çok seven görevini en iyi yapandır” mottosu doğru şekilde yerleştirilseydi sizce nasıl olurdu? Örneğin, terörle mücadeleyi sadece asker ve kolluk kuvvetleri yapar. Terörizmle mücadelenin ise sosyal, ekonomik, siyasi ve eğitimsel olmak üzere birçok boyutu vardır. İktidar sahiplerinin ülkeyi iyi yönetmesinden tutun, öğretmen ve doktorlar başta olmak üzere bütün kamu görevlilerinin performansına kadar geniş yelpazede yerine getirilmesi gereken eylemlerin sayısı bir hayli fazladır.
Kısacası, milletin bütün unsurlarıyla topyekûn vereceği mücadele sonunda şehit haberlerinin sayısını azaltabilir ve bayrağımızın yurdun dört bir yanında gururla dalgalanmasını sağlayabiliriz. Miting meydanlarında vatan sevgisi güdüsüyle kendimiz gibi düşünmeyenlere öfke kusmak, “Kahrolsun!” sloganları atmak yerine; çok değil, günde 30 dakikamızı kitap okumaya ayırsak; daha faydalı bir iş yapmış olabilir miyiz mesela?
Tabi; bu ikinci seçenekte arka fonda bayrak olacak şekilde çekilen “selfie”lerle eşe dosta hava atmak ve ne kadar vatansever olduğunuzu fotoğraf karesiyle tescilleme gibi bir şansınız yok. İkinci seçenekteki kişisel gelişim gayretlerinde; sabır var, azim var, potansiyelin taşmasıyla milli güç unsurlarına katkı sunmak var, bilgi güçtür anlayışı var, tek bir inovasyonla (Google, Apple vb) birçok ülkenin gayri safi milli hasılasından daha fazlasını tek bir şirketle kendi ülke ekonomisine kazandırmak var.
Bu noktada, bireysel gelişim ile kolektif bilinç arasında kan uyuşmazlığı olup olmadığı sorusu elbette akıllara gelebilir. Daha açık ifadeyle, toplum ile entegrasyon adına koordineli hareket etmek; ortak hedeflerin peşinden gitmek ve bireysel düşünmemek düşüncesi kendi benliğimizi eritir ve bizi sıradanlaştırır mı? Sonda söyleyeceğimizi baştan söyleyelim: HAYIR. Nedeni ise, kolektif bilinç bireysel özelliklerin bir potada eritildiği ve insanların benliklerini kaybettikleri bir yer değildir. Aksine bireysel yeteneklerin geliştiği ve dağınık enerjinin anlamlı ve etkili bir güç şekline dönüştürüldüğü bir platformdur. Hatta uzmanlaşma ve profesyonelleşme hiçbir yerde olmadığı kadar önemlidir. Aynı vizyonu paylaşan, fakat hedefe ulaşmak için yapılması gereken farklı misyonların toplamıdır kolektif bilinç.
Kalabalığın içinde şahsi kabiliyetlerin ve özelliklerin bir kenara atılması söz konusu değildir tabii ki. Tam tersine şahsi kabiliyetlerin parlatılması, genel resim içerisinde kişilere en uygun yerlerin bulunması temel gayedir.
Kolektif bilinç, orkestrada birbirinden çok farklı enstrümanların kendisine has farklı, fakat aynı notalarla çıkarttıkları seslerin birleşimiyle ortaya çıkan enfes müziktir. Tek başına pek bir şey ifade etmeyen enstrümanların, kolektif bir anlayış içerisinde hayat bulmasının adıdır.
Sonuç olarak;
Kolektif Bilincin ilk iki aşaması “bireysel entelektüel gelişim” ve “durumsal farkındalık”tır. Önce öğrenme ile gerekli bilgisel alt yapı oluşturulur; sonra muhakeme dediğimiz süreçle bu bilgilerden anlamlı bağlantılar ve sonuçlar çıkartılmaya başlanır. Analizleri sentezler, sentezleri yeni analizler takip eder. Bir süre sonra olan ve olması gereken dışında meydana gelen hadiseleri kolaylıkla fark etmeye başlarız. Kazanılan bu meleke de bizlere proaktif davranma ve hızlı reaksiyon gösterebilme özelliğini kazandırır.
Büyük finalde ise kolektif bilincin teşkili vardır. Böyle bir toplum kurşun geçirmez bir zırh görünümü alır. İçten ve dıştan yönelen mütecaviz unsurlar bir savunma hattını geçse bile diğer savunma hattına takılır.
Toplumsal bağışıklık sisteminin omurgası olan kolektif bilinç yeteri kadar güçlü değilse, ister 2000’li yıllar isterse 3000’li yıllar olsun hiç fark etmez; önlem alınmayan zayıf bir sosyolojik enfeksiyon bile bir anda ve büyük bir hızla ülkeleri ortaçağ karanlıklarına (hukuksuzluk, işkence, despotizm, iç savaş, kıtlık) götürülebilir.
Tarih; barış ve huzur vaadiyle işe başlayıp, daha sonra tek adam saplantısına girerek kendi milletinin başına bela olan ve “ben yanarsam, herkesi yakarım” tehditleriyle devletin geleceğini ipotek altına alan figürlerle doludur.
Kolektif bilincin felç edilmesi, ülkenin adım adım uçuruma sürüklenişine dair tehlike sinyallerine karşı kapalı olunması ve erken uyarı-reaksiyon mekanizmasının işletilememesi, telafisi güç kayıplara neden olur. Çoğu zaman bünyenin ölümüne sebep olan şey hastalıklardan (iç ve dış mihraklar, diktatörler, emperyalist güçler) değil, bağışıklık sisteminin zayıflığından ve bu tehditlere karşı korunmasız oluşundan kaynaklanır.
(Son)
Birinci Bölüm: Kolektif Bilinç (1) Toplumsal Antikorumuz
İkinci Bölüm: Kolektif Bilinç (2) Ahlaki Değerler ve “Bana Dokunmayan Yılan Bin Yaşasın” Anlayışı