Münih’teki Perlacher Forst mezarlığında 97 numaralı granit taşın üzerine büyük harflerle “Cicero” adı kazınmış bir mezar taşı vardır. Bu mezarda roman gibi bir hayat yaşayan İkinci Dünya Savaşı’nın unutulmuş binlerce simasından biri yatmaktadır.
Gecen hafta baş rolünde Erdal Beşikcioğlu’nun oynadığı Cicero filmini izledikten sonra uzun zaman önce hazırladığım ama yayınlayamaya fırsat bulamadığım dönemin önemli casuslarından biri kabul edilen İlyas Bazna’nın hikayesini anlatmaya karar verdim.
1904 yılında bugünkü Kosova’nın başkenti Priştine’de doğduğunda vatanı hâlâ Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçasıydı.
1912’deki Balkan Savaşları sırasında güneye akın eden milyonlarca mülteci ile birlikte Bazna’nın ailesi de önce Selanik’e ardından İstanbul’a göç etti. Ailesi onu İstanbul’daki askeri okula gönderdi.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra şehir, İngiliz, İtalyan ve Fransız yabancı birlikleri tarafından işgal edildiğinde İlyas Bazna 16 yaşında bir delikanlıydı. O dönem Fransız ulaştırma biriminde işçi olarak çalıştı, Fransızcayı ve araba kullanmayı öğrendi.
Hızlı bir delikanlıydı, Fransız bir subayın motosikletini çalıp parçalamaktan askeri hapishaneye atıldı, firar etti, kaçarken birkaç suç daha işledi.
İstanbul’daki Fransız askeri mahkemesi İlyas Barza’yı Marsilya’daki bir ceza kolonisinde üç yıl hapis cezasına çarptırdı. Orada Fransızcayı o kadar iyi öğrendi ki, daha sonra bu diliyle Britanya Ankara Büyükelçisi Sör Hugessen’u etkileyecekti.
Para, Kadın, Güç Zaafı
Bazna savaş sonrası yeni kurulan genç cumhuriyetin kalbinde Ankara’da davetlerde batı müziği seslendirirken Britanya Ankara Büyük elçisinin dikkatini çeker ve 1943 yılında Britanya Büyükelçisinin uşağı olarak işe başlar.
O dönem savaş şartlarında Türkiye gibi stratejik bir ülkenin başkenti Ankara’nın ajanlarla dolu olduğu yabancı misyonlarda kulaktan kulağa konuşuluyor, hâliyle fısıltılar İlyas Bazna’nın da kulağına geliyordu.
Bazna bu iş için uygun olduğunu, zengin olmak için önüne büyük bir fırsat çıktığını düşünmeye başladı. Bir müddet çalıştıktan sonra kendi hayatının yanında milyonlarca insanın hayatını etkileyecek kararını verdi.
Casusluk yapacaktı.
İlk Temas
Ajan olarak çalışma teklifini dönemin Almanya Büyükelçiliğine ilettiğinde çok da güven vermedi. Bu tarz bir ajan angaje yöntemi şüpheliydi. Ancak performansıyla bir süre sonra Almanların dikkatini çekmeyi başardı.
Bir çok casus gibi onun da motivasyonu para, zevk ve güç tutkusuydu.
Teslim ettiği ilk bilgiler karşılığında aldığı yirmi bin sterlin sonrası motivasyonu daha da arttı. İlyas Bazna Nazi değildi ama Hitler rejimine çok gizli müttefik belgelerini sağlıyordu.
Disiplinli çalışıyor, dikkat çekmekten kaçınıyordu. Her sabah uşaklığını yaptığı İngiliz büyükelçisi Sör Hugessen’e, jilet gibi ütülenmiş pantolonu ve fırçalanmış ceketini, her akşam ise pijaması ile birlikte güçlü bir uyku hapı veriyordu.
Başlangıçta Almanlar, kendilerine Müttefiklerin en gizli belgelerinin fotoğraflarını sunan ve onlardan fahiş miktarda para talep eden Bazna’ya çok güvenmediler. Ancak Bazna, Ankara’da zararsız bir ticari ataşe olarak bilinen Berlin’deki Reich Güvenlik Merkez Ofisi çalışanı Yüzbaşı Ludwig Moyzisch’i ikna etmeyi başardı.
SS Görevlisi Hitler’in Kendisine Bir Villa Vereceğini Söylüyor
Ludwig de hırslı bir subaydı. İlyas Bazna artık Cicero kod isimli Almanya için çalışan bir casusdu.
Ludwig, Cicero ’ya ilk iş olarak Balkanlardaki bombardımanın tam yerini ve zamanını belirten belgeleri ele geçirmesi görevini verdi. Bunu başardığında Hitler’in savaştan sonra kendisine bir villa vereceğini söyledi.
Cicero istenilen belgeleri ele geçirmek için büyükelçinin her anında yanında olmaya özen gösteriyordu.
Zaman ilerledikçe güzel sesi ile seslendirdiği Verdi’nin aryaları ve Schubert’in şarkıları sayesinde büyükelçinin gözdesi olur.
Gözdesi olmayı olumlu anlamda düşünmeyin. Büyükelçi Bazna’ya işlemeli ipeklerden yapılmış, başında Türk fesi bulunan fantastik üniformalar giydirerek misafirlerine karşı onun şahsında Türk milletini aşağılıyordu. Tabi ki İlyas Bazna her şeyin farkındaydı ve intikamını fazlasıyla alıyordu.
Cicero, Müttefiklerin 1944’teki İşgal Planlarını Öğrendi Ancak Almanlar Ona İnanmadı
Cicero’nun fotoğrafladığı dokümanlar genelde büyükelçinin uyumadan önce okuyup yatağının kenarındaki dolaba bıraktığı belgelerdi. Daha önemli belgeler çalışma odasındaki çelik kasadaydı.
Çicero Almanların teknik yardımıyla kasaya ulaşması için gerekli anahtarı kopyalamayı başardığında yeni bir aşamaya geçmiş oldu. Kendisini maymuna çeviren büyükelçi sayesinde Britanya’nın kalbine girmişti.
Normandiya’nın İşgali 6 Haziran 1944’ten Önce Başlamayacak
Çicero öyle belgelere ulaşıyordu ki çok geçmeden Hitler’in karargâhının da dikkatini çekmeyi başardı.
Çicero müttefiklerin “Derebeyi Operasyonu” adını verdikleri Normandiya İşgalinin tarihini öğrenip Almanlara aktarmıştı. Ancak bu öyle değerli bir bilgiydi ki, Berlin istihbarat ofisi buna inanamadı, bunun bir İngiliz aldatması olduğunu düşündüler ve Cicero’nun çift taraflı ajan olduğunu söylediler.
Ancak bilgi doğru çıktı.
Cicero’nun Ankara’daki bağlantısı Yüzbaşı Ludwig Moyzisch, daha sonra kendi anılarında bunu şöyle anlatır:
“Savaştan sonra İngiliz Gizli Servisi, muhtemelen kendi onurunu kurtarmak için “Cicero’nun kendi kontrollerinde olduğunu” iddia etti. Yani çifte ajan.”
Ludwig haklıydı Cicero çifte ajan değildi. Britanya Büyükelçisi başta olmak üzere büyükelçilik çalışanları tek kelime İngilizce bilmeyen İlyas Bazna’yı hafife almışlar ve bedelini ağır ödemişlerdi.
Aşkın Gözü Kördür
Yazının başında da belirttiğim gibi o dönem Ankara’da casuslar cirit atıyorlardı.
Bu casuslardan biri de Britanya adına Almanya konsolosluğundan bilgi sızdıran Cornelia Kapp idi. Bayan Kapp güzel ve etkileyici bir kadındı. O zamana kadar her şeyine dikkat eden Cicero kadın zaafına yenik düşerek Bayan Kapp ile flört etmeye başladı.
Bayan Kapp çok geçmeden onun İngilizlerin bir süredir aradığı hain olduğundan şüphelenmeye başladı.
İlyas Bazna açık verdiğinin farkındaydı ve yaklaşan tehlikeyi hissetti. 1944 yılının Mayıs ayında bir sabah iki bavul İngiliz Sterlini ile büyükelçilikten kaçtı.
Güneşin havayı iyiden iyiye ısıttığı öğlen vakti, elinde iki bavul parayla İstanbul trenini beklediği tren istasyonunda, banyo yaparken kendisine şarkı söylettiren büyükelçi Sör Hugessen’i düşünüp gülümsemişti.
Bu gülümsemenin anlamı; Kısa boylu, şişman çok bilmiş büyükelçi ve temsil ettiği imparatorluğa karşı , her gün sıcak banyo hazırlayan bir uşağın kazandığı zafer duygusunun verdiği hazdı.
Ortam durulduktan sonra tekrar Ankara’ya dönen İlyas Bazna yine büyük işler yapmak ister. “Dünyanın her yerindeki insanlar savaşı unutmak istiyor. Turizm patlama yapacak” öngörüsüyle kurduğu şirket Bursa Uludağ eteklerinde bir otel inşaatına başlar.
İlk başta her şey yolunda gider, hatta hükümet bile yardımcı olur. Sonra birdenbire İstanbul’da bankalar ve bazı iş adamları polise şikâyette bulunur, orada burada sahte banknotlar ortaya çıkmaya başlar.
Bu noktaya kadar Bazna, yeni hayatının patlamak üzere olan bir balon olduğundan habersiz lüks hayatın tadını çıkarıyordu. Konsorsiyuma Türk devletinin de ortak olması nedeniyle büyük bir skandal yaşanır, otel inşaatları durdurulur. İlyas Bazna tutuklanır.
Evet Cicero kod İlyas Bazna’nın hizmetleri karşılığında Almanlardan aldığı İngiliz sterlini banknotlar gerçekten de sahteydi.
Berlin’in kuzeyindeki Sachsenhausen toplama kampında Naziler tarafından İngiltere Merkez Bankasına zarar vermek amacıyla basılan paralar Türkiye’de de kullanılmıştı. İlk yirmi bin sterlin dışındaki ödemeler de bu sahte paralarla yapılmıştı.
Bazna, anılarında bu paranın hikâyesinin “tuhaf bir yol” izleyerek, Türkiye’de başlayıp yine Türkiye’de bittiğini şöyle anlatır:
“Savaşın başında Türk dokuma fabrikaları Almanya’ya keten gönderiyordu. Bu kadar kaliteli malzeme başka yerde bulunamazdı. Bu Türk keteni daha sonra İngiltere Bankası’nın kullandığı türden kağıt haline getirilmiş ve sahte para basımında kullanılmıştır.”
Son Durak
İlyas Bazna sahte zenginlik sonrası başladığı noktaya geri dönmüştü. Artık fakir bir adamdı. İstanbul’un Laleli semtinde sade bir apartman dairesine taşındı, yeniden evlendi ve dört çocuğu daha oldu.
Acısını dindirecek bir şey bulamayınca, Almanya Şansölyesi Konrad Adenauer’e mektup yazar ve bir zamanlar “Alman Reich’ına” hizmet ettiği için yardım ister. Artık kimse bu konularda bir şey duymak istemiyordur. Gelen cevapta istekleri kibarca reddedilir.
1960 yılında misafir işçi olarak Münih’e göç ettiğinde aslında işçi olmak için yaşlandığının farkındaydı. Zar zor bir fabrikada gece bekçiliği işi buldu, ek olarak biyografi yazarlığı da yaptı.
1970 yılının Aralık ayında bir Cuma günü Münih’te öldü.