Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun üzerinden tam yüz yıl geçti. Bu özel yılı, içimizdeki saf burukluğu dışa vurmak zorunda kalmadan kutlayabilseydik keşke. Yüz yıllık tarihi boyunca pek çok badire atlattı bu topraklar ve sayısız nesil gördü. Ancak, ne yazık ki bugün, hala demokratik, özgürlükçü ve barışsever değerlerin, beklediğimiz düzeyde kökleşemediği, aksine, dönem dönem gerilediği bir tabloyla karşı karşıyayız.
Cumhuriyetin Reform Mirası ve Demokrasi Sınavı
Cumhuriyetin ilanıyla beraber, hukuk sisteminden eğitime, dilden sanata birçok alanda reformlar gerçekleştirildi. Bu bağlamda, yüzüncü yıl dönümünde demokrasi anketleri, özgürlük endeksleri ve uluslararası barış ölçümlerine baktığımızda, Türkiye’de bu değerlerin istikrarlı bir şekilde ilerleme kaydetmediğini gözlemliyoruz. Örneğin, Washington merkezli Freedom House, 2018’de “Demokrasi Krizde” başlıklı raporunda Türkiye’yi ilk kez “kısmen özgür” kategorisinden “özgür olmayan” ülkeler kategorisine indirdi. Bu durum, yüz yılın sonuna doğru ortaya çıkması beklenen olumlu gelişmelerle bir tezat oluşturmakta.
Basın Özgürlüğü ve Yargı Bağımsızlığı: Yüz Yılın Sancıları
Yüz yıllık Cumhuriyet’in basın özgürlüğü konusundaki sıkıntıları hiç azalmadı. Gazetecilerin tutuklanması, medya üzerindeki devlet kontrolü ve sansür iddiaları, sadece ülkenin değil uluslararası medya örgütlerinin de endişelerini her geçen gün arttırdı. Yine internet özgürlüğü açısından yapılan değerlendirmeler, sık sık alınan erişim engeli kararları ve sosyal medya platformlarına getirilen kısıtlamalarla Türkiye “Özgür Olmayan Ülkeler” liginde top sektirmeye devam ediyor.
Bunların yanı sıra, yargı bağımsızlığı ve adalet sisteminin işleyişi de başlı başına büyük bir sorun alanı. Yargının siyasallaşması ve keyfi tutuklamalar, hukukun üstünlüğü ilkesine verilen zarar, her iktidar döneminde değişmez gündem. Özellikle, hukukun siyasal çıkarlar doğrultusunda eğilip bükülmesinin örnekleri ve “hukukun siyasetin köpeği” olduğuna dair ortaya dökülen hezeyanlar, adaletin evrensel ilkelerden giderek daha çok uzaklaştığının açık göstergeleri.
Azınlık Hakları ve Dış Politikada Barış Arayışı
Etnik ve dini azınlıkların hakları konusunda da Türkiye’nin yüz yıllık karnesi maalesef kırıklarla dolu. Özellikle Kürt sorunu, hâlâ çözüme kavuşturulamadı. Zaman zaman şiddetin, çatışmanın ve hamaset nutuklarının gölgesinde kalan bu mesele, çözüm bekleyen önemli konulardan biri olarak kalmaya devam ediyor. Ayrımcılık, sosyal adaletsizlik ve eşit vatandaşlık hakkı konularında atılması gerek olumlu adımlar da maalesef bir türlü atılamadı.
Dış politikada ise, Türkiye’nin “sıfır sorun” politikası, etkin bir şekilde uygulanamadı. Barışseverliğin temel taşlarından biri olan komşularla iyi ilişkiler ve barışçıl çözümlerin tercih edilmesi ilkesi de darbe üstüne darbe yedi. Sınır ötesi operasyonlar, bölgesel gerilimler ve diplomasi dilinin yerini sert açıklamalara bırakması, ülkeyi “Yurtta barış, dünyada barış” ufkundan gittikçe daha uzağa savurdu. Uluslararası arenada “barışın öncüsü” olma rolünü üstlenme hevesi artık sadece iç siyasete dönük bir retorik olarak kulaklarda çınlıyor. Halbuki, sürdürülebilir ve istikrarlı bir dış politika, bölgesel ve küresel anlamda Türkiye’nin saygınlığını artıracak ve güçlendirecek bir potansiyele sahipti.
İkinci Yüz Yıla Hazır mıyız?
İlk yüz yılda, cumhuriyetin kuruluş ideallerine yeniden sarılma, demokrasiyi, özgürlükleri ve barışı yeniden hayatımızın merkezine alma temennileri, bir yıldönümü etkinliği kadar olsun gündemimize girmedi. Bu değerler, toplumsal gelişimin ve ilerlemenin vazgeçilmez unsurlarıdır ve ancak sürekli bir öz-eleştiri ve yenilenme süreci işletildiğinde korunabilirler.
Peki, Türkiye’nin gelecek yüz yılında, ilkindeki yalnızlıktan çıkarak, demokratik, özgürlükçü ve barışsever bir geleceği inşa etme sürecine girmesini nasıl sağlayabiliriz?
Yüzüncü yılı vesile yaparak, tüm bu sorunların çözümüne yönelik somut adımların atılmasını, ulusal bir mutabakat ve diyalog kültürünün yeşertilmesini, Türkiye’nin aydınlık bir geleceğe yelken açmasını nasıl sağlayabiliriz?
Yenilenme Süreci: Sivil Toplum, Özgürlükler ve Eğitimde Öncü Adımlar
Çözüme kavuşturulması gereken meseleler karşısında somut öneriler geliştirmek hepimizin görevi. Türkiye’nin demokratik, özgürlükçü ve barışsever değerlerin güçlendiği bir “ikinci yüz yıl” vizyonuna sahip olabilmesi için, etkili ya da ilgili olduğumuz alanların en az birinden yola koyulmalıyız.
Zorluklar karşısında yılgınlığa kapılmadan, geleceğe umutla bakmak ve somut adımlar atmak zorundayız. Cumhuriyetin yüzüncü yılı, yalnızca geçmişi değerlendirme değil, aynı zamanda köklü değişiklikler için yeni bir başlangıç yapma fırsatını da beraberinde getiriyor. Yüz yıllık birikim, hataların yanı sıra yer yer bireysel başarı hikayeleriyle dolu ve şimdi, bu tecrübeyi kullanarak ileriye doğru atılacak adımların kılavuzunu oluşturmanın tam zamanıdır. Neler mi yapabiliriz?
- Toplumun farklı kesimlerini temsil eden Sivil Toplum Kuruluşlarını güçlendirerek ilk adımı atabiliriz. Bunlara daha fazla alan açmak, demokrasinin ve özgürlüklerin güçlenmesinin önemli bir adımıdır. Bu kuruluşlar hükümet politikalarına dengeli bir şekilde katkıda bulunabilir, yeri geldiğinde eleştirel bir duruş sergileyebilir ve toplumsal sorunların çözümüne marjinal bir katkı sağlayabilirler.
- Yargı bağımsızlığının tesisi adına siyasal etki ve baskılardan tamamen uzak, sadece kanun önünde eşitlik ilkesine göre hareket eden bir hukuk sistemini, önce içtenlikle istemeliyiz. Sonra da bu amaç uğruna mücadele etmenin meşru yollarını bulmalıyız. Bu, hukukun üstünlüğünün sağlam bir şekilde işlemesi için elzemdir.
- Basın özgürlüğü, demokratik bir toplumun temel taşlarındandır. Gazetecilerin maruz kaldığı anti demokratik uygulamalar karşısında sesimizi hep birlikte yükseltmek zorundayız. Aksi takdirde, medya üzerinde, devletin ya da diğer otoriter mekanizmaların kontrolünü azaltmak ve sansüre engel olmak mümkün olamayacaktır.
- Demokratik değerlerin ve eleştirel düşüncenin teşvik edildiği bir eğitim sistemi, özgürlükçü bir toplumun temellerini inşa etmek için elzemdir. Bu süreci hızlandırabilmek için, eğitim programlarına insan hakları, sivil özgürlükler ve çok kültürlülüğü kucaklayan projelerin ve derslerin eklenmesini sağlamalıyız.
- Etnik ve dini yelpazede kendilerini farklı adlarla tanımlayan kitlelerin ayrımcılığa maruz bırakılmadan haklarını güvence altına alacak ve onların da toplumda eşit bireyler olarak görülmesini sağlayacak güçlü yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Bu, toplumsal barışın, birlikteliğin ve dayanışmanın sürdürülebilir biçimde sağlanması için kritik bir adımdır.
- Komşularla ve diğer uluslarla barışçıl ilişkilere önem ve öncelik veren, diyalog ve iş birliğine dayalı bir dış politika stratejisi oluşturulmalıdır. Bölgesel ya da küresel çatışmalarda ateşi körükleyen ülke değil de barışın inşası gibi aktif roller üstlenen bir aktör olmalıyız.
- Bütün vatandaşların karar alma süreçlerine daha fazla ve etkin bir şekilde dahil edildiği, referandum ve halk meclisleri gibi mekanizmaların güçlendirildiği bir modelle, toplumun her kesiminin sesini duyurmasına olanak tanıyan katılımcı demokrasi modelini geliştirmeli ve güçlendirmeliyiz.
- İfade özgürlüğünün tam güvence altına alınması için geniş bir özgürlük alanının açılması, böylece bireylerin düşüncelerini özgürce ifade edebilmelerinin sağlanması, özgürlüklere yönelik kısıtlamaların tamamen kaldırılması ve bu hakların evrensel ilkelere uygun olarak kanuni ve idari güvence altına alınması için ne gerekiyorsa yapılmalıdır.
Bu öneriler, Türkiye’nin yüz yıllık yalnızlık sürecinden bir an önce çıkması için atılması gereken adımların yalnızca bir kısmıdır. Meşru ve işe yarar bir toplumsal barış ve özgürlük iklimine ulaşabilmek için başka bir çare görünmemektedir.