“Persona non grata” tabiri diplomasi dilinde “istenmeyen adam” anlamına gelir. İlişkiler bu hale geldiğinde, bir devlete ait diplomat görevli olduğu diğer devlet tarafından ülkeden kovulmanın eşiğine gelmiş demektir. Aynı durumu vatandaş yaşarsa bunun adı ne olur peki? Üstelik bu vatandaş hem kendi ülkesinde hem de muhatap ülkede istenmeyen adam durumuna düşmüşse…
Geçtiğimiz aylarda ünlü Wikileaks belgelerinin yayıncısı ve dünyanın en meşhur mültecilerinden Julian Assange’ın ülkesine iade edilmesine karar verildi. Bu durum karar veren ülke için hiç kolay ve hoş bir durum değil tabii ki ama isteyenin gücü belirleyici rol oynayabiliyor. Yıllarca bomba gibi elden ele atılmaya çalışılsa da bir yerde patlayacağı belliydi. Devletlerin de böyle durumlarda genel olarak fayda-zarar ölçekli karar verdiği bilinen bir gerçek.
Şu sıralar ülkemizde de böyle durumlara sıklıkla şahitlik etmekteyiz. Bilhassa Afganistan ve Pakistan’dan gelen son mülteci grupları gerek davranışları gerekse kişilik profilleriyle kısa zamanda istenmeyen kişiler oldular. Arap Baharının ilk yıllarından itibaren göç ve geçiş ülkesi olan Türkiye’de bir anda mülteci düşmanlığı başlaması ve göçmenlerin geldikleri ülkelere geri gönderilmek istenmesi sebepsiz değil elbette. Dünya üzerinde göçmenlere muhtaç olan ülkelerde bile azımsanmayacak sayıda göçmen karşıtı bulabilmek mümkün. Türkiye gibi genç nüfus potansiyeli olan ve işsizlik oranı yüksek ülkelerde bir de dışarıdan ucuz işçi ithali pozisyonundaki göçmenler bir aşamadan sonra tahammül sınırlarını zorlamaya başlıyor.
Göçmenlerin Topluma Entegrasyonunda Sınavı Geçemedik
Göçmenlerin ucuz iş gücü oluşturduğunda şüphe yok. Bu yöntemi ABD yüzyıldan fazladır, Avrupa ise yıllardır kullanıyor. Bu ülkeleri Türkiye’den ayıran en önemli fark kontrolsüz göçe izin vermiyor oluşlarıdır. Göçmen istihdamı konusunda bilhassa ABD ve Almanya izledikleri başarılı yöntemler sayesinde toplumsal olayların önüne geçtiği gibi ekonomik olarak da fayda sağlamışlardır. Bu fayda sağlanırken ülkeye girişlerde kontrolü elden bırakmamış ve gelen kişilerin başıboş bırakılmamasına özen göstermişlerdir. Kontrol altında olmayan suça meyilli kişiler zamanla topluma yarardan çok zarar verecektir. Bunun acı tecrübelerini daha önce yaşamış olacaklar ki bu konu üzerinde hassasiyetle duruyorlar. ABD, İngiltere, Fransa gibi sömürgeci ülkelerin geçmişi ‘modern köleler’ olarak tabir edilen zorla getirilmiş göçmenlerden dolayı lekeli elbette. Almanya’nın da özellikle 2. Dünya Savaşı’na giden yolda göçmenlere ve yabancılara yaptıkları malum. Tarihinde ve kültürel genlerinde asimilasyon ve köleleştirme bulunmasa da Türkiye’nin de yaşanan süreçte iyi bir sınav verdiği söylenemez.
Arap Baharının Suriye’ye etkileri ve çıkan iç savaş nedeniyle Türkiye’ye gelmeye başlayan göçmen ve mültecilerin topluma entegrasyonu aşamasına geçilmeden önce rehabilite edilmeleri ve kendilerini güvende hissetmelerinin sağlanması gerekiyordu. Hem toplum olarak biz hem de dünya aslında bu savaşa hazırlıksız yakalandık. Savaşın bu kadar uzamasını ve böylesi bir göç dalgasını kimse beklemiyordu. Hatta ülkemizi yönetenler 6 ay içinde Emevî Camii’nde Cuma namazı kılma planları yapıyordu. İçişleri Bakanlığına bağlı Göç İdaresi Başkanlığının 2013 yılına kadar kurulmamış olması bile göçlere hazırlık seviyemizi gösteren bir örnek aslında. Halihazırda çok ciddi sayılarda genç iş gücü ithali olmasına rağmen doğru planlama ve hazırlık olmadığı için kontrolsüz göç, güce değil yabancı düşmanlığına dönüştü.
Hükûmet Uyum Yerine Kaos Ortamı Hazırlıyor. Ya Muhalefet?
Devleti yönetenler aldıkları yanlış kararlarla her geçen gün işleri biraz daha kaotik hale getirdiler. Nasıl mı? Şöyle:
- Sınırlar etkin bir biçimde kontrol edilmediği için elini kolunu sallayan herkes suçlu-suçsuz ayrımı olmaksızın demir tellerden aklanmış olarak geçti. Sabıkalı ve suça meyilli kişiler kontrol altına alınmadı.
- Sınırı geçenlerin bir kısmı hariç diğerleri kamplara ve mülteci kontrol bölgelerine girmedi. Dolayısıyla da doğrudan topluma karıştılar ve yaşadıkları travmaları atlatamadan parçası olmadıkları bir toplumda kriminal davranışlara açık halde dolaşıma girdiler.
- Uluslararası kuruluşların yaptıkları yardımlar kendilerine ulaştırılmadı. Yardım alabilenlere ise bu durum iktidarın lütfu gibi sunularak gelecekte alacakları kimliklerle oy potansiyeli oluşturuldu. Böylelikle siyasi iktidarın paramiliter gücü haline getirildiler.
- İnşaat, lojistik, üretim, tarım, sanayi vb. alanlarda faaliyet gösteren birçok küçük ve büyük şirket mevcut işçilerden çok daha ucuza ve sigortasız işçi elde etmiş oldu. Bazı iş yerlerinde ucuza yaptıkları işlerin bile hakkı verilmediğinden, saldırgan ve merhametsiz profiller olarak topluma karşı kin beslemeye başladılar.
Bu örneklerin sayısını artırmak elbette mümkün. Gün geçtikçe göçmenlerin sayıları artıyor ve artık toplumda güç dengesi olmaya başladılar. Bir yandan suç örgütleri ve mafyalaşmaya varan gruplar bir yandan da vatandaşlık alan ve resmî kurumlarda göreve başlayanlar toplumsal bir realiteye dönüştü. Zaten yıllardır Kürt-Türk ayrımı üzerinden toplumu bölmek isteyenler şimdi de yabancı düşmanlığı üzerinden toplumu galeyana getirme peşindeler. Kürtler üzerinden ne kadar uğraşsalar da gerçekleştiremedikleri iç savaş denemelerini bu sefer de göçmenler üzerinden denemekten çekinmeyeceklerdir.
Yaşanan ve yaşanması muhtemel problemlerde gelen göçmenlerin rolünü de yok saymak olmaz. Savaşın eksik olmadığı, hayatta kalmanın neredeyse orman kurallarıyla mümkün olduğu coğrafyalardan gelen veya getirilen bu göçmenlerin Türkiye’nin sosyal hayatına ve kültürel yapısına kısa sürede ayak uydurması mümkün görünmüyor. İşledikleri suçlara ve toplumu huzursuz eden absürt davranışlarına sessiz kalınması ise daha cesur davranmalarına sebebiyet veriyor.
Yöneticilerin böylesi durumlardan haberdar olmaması mümkün değil. Bazı kaynaklarda hükümeti yönetenlerin göçmenlerin getirilmesinde doğrudan teşebbüsü olduğu bile söyleniyor. Fakat kendi istikballeri zora girdiğinde bu yola kendileri tevessül edecek kadar da acımasızlar. Bu şartlar altında da sağduyu ve sükuneti sağlama görevi ne yazık ki yine vatandaşa düşüyor sanırım. Yakın zamana kadar sağduyusu güçlü olan Anadolu halkı KHK’lılara yapılanlar karşısında iyi bir sınav veremedi. Dilerim tekrar aynı hatalara düşülmez. Çünkü bu defa karşılarındaki kitleden çok daha farklı reaksiyonlar görebilirler!