Suriye’de Ne Oluyor, Türkiye Ne Yapıyor? – 3
Türkiye – Suriye ilişkilerindeki parametreleri ele almaya devam ediyoruz. Ama bu sefer parametrelerin yol açtığı endişeleri de dile getirmekte yarar var. AKP iktidarının Suriye politikasını yürütürken sadece istihbarat ihtiyacını karşılamak için değil politik ve operasyonel bir güç aktörü olarak da kullandığı istihbarat teşkilatından başlayalım.
Millî İstihbarat Teşkilâtı (MİT)
13 Mart 2014 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti’nin Dış İşleri Bakanlığında gerçekleştirilen bir toplantının ses kayıtları medyaya sızdırıldığında, AKP İktidarı tarafından selefi-cihatçı terörün hangi seviyede desteklendiği de otaya çıkmış oldu. Bu ses kaydında MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Suriye tarafına dört adam gönderip Türkiye topraklarına sekiz füze attırarak, birilerini de Süleyman Şah Türbesine saldırtarak “savaş gerekçesi” üretmekten bahsediyordu. Ve toplantıya katılan üst düzey yetkililer de (Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ve Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Güler) bu tezleri destekler mahiyette sözler sarf ediyordu.
Fidan, aynı ses kaydında ayrıca Suriye rejimine karşı savaşan unsurlara gönderilen yaklaşık 2000 tır dolusu malzemeden de bahsediyordu. Bu konuşmanın yapıldığı tarihten sonra Türkiye sınırları içerisinde yaşanan gelişmeler bu sayının çok daha yüksek bir seviyeye ulaştığının işareti olarak görülebilir.
Nitekim hatırlanacağı üzere Türkiye’den Suriye’ye yasa dışı bir biçimde silah ve bomba taşındığı ihbarı üzerine 2014 yılının ocak ayında Türkiye Cumhuriyeti topraklarında, Hatay ve Adana illerinde durdurulan tırlar içerisinde silah, mühimmat, roket ve füze mermileri taşındığı da tespit edilmişti.
Yakın zamanda, 13 Ocak 2020 tarihinde MİT Başkanı Hakan Fidan ile Suriye Ulusal Güvenlik Bürosu’nun başında bulunan Ali Memlük, Moskova’da bir görüşme gerçekleştirdiler. Basına yansıyan bilgilerde, bu görüşmede Türk tarafının Suriye sınırındaki YPG varlığının sona erdirilmesi, Suriye tarafının ise Türkiye’nin Suriye topraklarından tamamen ayrılması görüşlerinin dillendirildiği belirtildi. Yani baştan beri sahada değişen bir şey yok.
Siyaset Kuran İstihbarat!
AKP iktidarının Suriye politikasını yönetmek için öncelikle ve işlevsel olarak kullandığı aracın Dışişleri ya da başka bir bakanlık teşkilatı değil de istihbarat teşkilatı (MİT) olması ve yürütülen yanlış politikaların siyasal iktidar tarafından değil de devletin istihbarat teşkilatı tarafından icra edilmesi iç kamuoyunda seçim yatırımı olarak değerlendirilmiştir. Şöyle ki; ortaya çıkması muhtemel yanlışlıkların faturasının AKP Hükümetine ya da siyasal bir parti olarak AKP’ye kesilmemesi için MİT’in etkili bir araç olarak kullanıldığı anlaşılıyor. Hatta bu uygulamayı desteklemek üzere MİT kanununda birtakım değişiklikler yapılarak hem istihbarat teşkilatının çalışanları dokunulmazlık zırhına büründürüldü hem de teşkilat operasyonel yetkilerle donatıldı.
Bölgede yaşanan gelişmeler bağlamında politika üretilmesinde, gelişmelerin yönlendirilmesinde ve ülkeye olan muhtemel etkilerinin değerlendirilmesinde yasama ve yürütmenin etkin olmadığı görülüyor.
Var olan yasalar rafa kaldırılarak, yapılan ya da yapılmak istenen işe uygun kılıf, yani yeni yasalar hazırlandı. Kimi zaman buna da gerek duyulmadan oldubittilerle, gizlilikle ve ketumiyetle yola devam edildi. AKP Hükümeti, işte bu anlayışın bir neticesi olarak, Suriye politikasının belirlenmesinde bütün devlet mekanizmasını bypass ederek fonksiyonsuz hale dönüştürdü ve MİT’e çok kritik roller verdi. İşte bu yanlış politikanın bir sonucu olarak hem istihbarat teşkilatı hem de Suriye’de barışı yeniden inşa etme çabaları önemli oranda yara aldı ve almaya da devam ediyor.
Özgür Suriye Ordusu (ÖSO)
Esad rejimine karşı olan bütün muhalif yapıların kuruluş amaçlarından birisi Esad rejimini yıkmak için mücadele etmek oldu. Fakat savaş meydanına çıkan bu yapıların birçoğu kısa bir zaman içerisinde Esad rejimi ile değil, birbirleri ile mücadele etmeye başladılar. Kimi yanlarıyla farklılık gösterse de ÖSO’yu da bu yapılardan birisi olarak görebiliriz.
ÖSO içerisinde, farklı motivasyonlara sahip 100’e yakın farklı grup ya da fraksiyonun elemanları yer aldı. Ve ÖSO çatısı altında toplanan bu grupların büyük bir kısmının kimi ılımlı, kimiyse radikal İslamcı akımları benimsedi. Hedef ve beklentileri, bu insanların değişik silahlı gruplar içerisinde özellikle de cihatçı gruplarda yer bulmalarına imkân sağlıyor. Böylece ÖSO cihatçı gruplar açısından önemli bir yetişmiş eleman kaynağına dönüşmüş oldu.
Cihatçı Gruplar
AKP’nin baştan itibaren önce üstü örtülü biçimde, sonradan ise açıktan açığa temsilciliğine soyunduğu, “Çatışmacı Siyasal İslamcılık” olarak da adlandırabileceğimiz pragmatizmi hem Türkiye’de hem de Ortadoğu’da mesnetsiz, tutarsız ve kandan beslenen politikalar üretti.
Üretilen politikaların en vahimi ve barış beklentilerini en çok tehdit edeni, bölgede savaşan El Kaide, El Nusra, IŞİD, Ahrarüş Şam vb. terör yapılanmalarının desteklenmesi oldu. Temelde hepsi de aynı (Selefi-Tekfirci-Cihatçı) ideolojik motivasyonlara sahip olan bu yapıların AKP kadroları tarafından “Müslüman Kardeşler”e duyulan yakınlık çizgisinde bir sempati ile desteklenmesi, AKP iktidarının ve ideologlarının, Suriye’deki gelişmeleri hangi yöne kanalize etmeye çalıştıklarının anlaşılması açısından da dikkate değer.
AKP iktidarı tarafından siyasal ve lojistik destek sağlanan selefi-cihatçı örgütler, zaman içerisinde bu desteklerle ayakta kalmayı başarabildiler. Kimi zaman Esad rejimiyle, kimi zaman Kürtler gibi bölgedeki diğer gruplarla ve zaman zaman da AKP iktidarının işaret ettiği başka hedeflerle savaştılar. PYD’nin bu hedefler arasında öncelik aldığını söyleyebiliriz.
AKP iktidarının, Türkiye sınırının yakınındaki Kürtlerin bir inisiyatif almasını engellemek adına selefi-cihatçı terör örgütlerini pervasızca ve uluslararası güç odaklarıyla varılan mutabakatlardan bağımsız bir şekilde desteklemesi dünya kamuoyunun dikkatinden kaçmadı. Fakat bölgede sağlıklı işleyen bir uluslararası koordinasyonun bulunmaması Türkiye’ye karşı geliştirilen eleştirilerin cılız kalmasına neden oldu. Böylece AKP İktidarı tarafından selefi-cihatçı teröre sağlanan destek göz göre göre devam etmiş oldu.
PKK-PYD ve Suriyeli Kürtler
Bölgede silahlı faaliyetlerde bulunan PYD ya da diğer Kürt orijinli grupların tamamı (ÖSO şemsiyesine girmedikleri müddetçe) AKP iktidarı tarafından PKK terör örgütü ile eş değer görülmekteler. Bu baştan beri değişmedi. Türkiye’nin güvenliği ve milli menfaatleri açısından zaten bunda bir sorun yok diye düşünülebilir. Fakat burada ortaya çıkan sorunlar, silahlı Kürt grupların başta ABD olmak üzere uluslararası koalisyon güçleri ve Rusya tarafından destekleniyor oluşları.
Mesela, Demokratik Suriye Güçleri (DSG) Genel Komutanı olarak adlandırılan Mazlum Kobani kod adlı Ferhat Abdi Şahin ile birçok ABD’li resmi yetkili bugüne kadar sayısız görüşme gerçekleştirdi. Bu şahsın, terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın manevi evladı olduğuna dair Kürtler arasında dilden dile dolaşan söylence ona efsanevi bir konum kazandırmıştır. Fakat ortada olan bir gerçek de var ki, 90’lı yıllardan beri PKK terör örgütü üyesi olan Ferhat Abdi Şahin bölge sorumlulukları ve “özel kuvvet” sorumluluğu başta olmak üzere terör örgütünün birçok kademesinde kanlı eylemler gerçekleştirmiştir. Yakalanan ya da teslim olan terör örgütü üyelerinin ifadelerinde bu eylemlere dair onlarca anlatım mahkeme dosyalarında yer almaktadır.
Türkiye’nin silahlı Kürt gruplarının faaliyetlerine karşı mücadele etmesinin gerekçeleri ile diğer ülkelerin Kürt grupları desteklemesinin nedenleri arasında hiçbir kesişim kümesi yok. İlginç olan şu ki gerek Türkiye gerekse ABD, Avrupa ülkeleri ve Rusya arasında bu zıt kutuplu politikadan kaynaklanan büyük çaplı bir çatışma da yaşanmış değil. Bölgedeki Kürtlere dair adeta kontrollü bir gerilim politikası sürdürülüyor. Ve hiçbir taraf da kendi doğrularının sorgulanmasına yanaşmıyor. Şimdilik sadece, bu konu üzerinde ayrıntılı olarak durulması gerektiğini belirtmekle yetinelim.
Türkiye açısından meselenin şöyle bir yönü de var: Ülkede 40 yıldır devam eden PKK terörü, Kürtlere karşı ihtiyatlı devlet politikaları yürütülmesinin temel nedeni. Bu ihtiyatlılık kimi politikacılar tarafından abartıldı ya da istismar edildi, kimileri tarafından ise Kürtleri ötekileştirmek ve iç siyaset malzemesi yapmak için milliyetçi/ulusalcı politikaların temel motivasyonu olarak kullanıldı. Resmi ağızlar tarafında telaffuz edilen “PKK ile Kürt halkını birbirinden ayırıyoruz” söylemi ise zaten hiçbir zaman Kürtler açısından iktidar politikalarını olumlayan bir karşılık bulmadı.
(2.Bölüm sonu)
(3.Bölüm: Türkiye’nin Suriyeli Göçmenlerle İmtihanı – Devam edecek)