Devlet Başkanlığı ülkesini temsil eden, birleştirici rolü olan siyaset üstü bir makamdır. Toplumu kucaklar, gelişimine yön verir, destekler, motive eder ve sorunlarını çözmek için devletin tüm olanaklarını seferber eder. Peki ya bu işlevlerde problemler yaşanıyorsa, hatta devlet başkanlığı makamındaki kişi halkına, kendi gibi düşünmeyenlere veya kendini eleştirenlere hakaret ediyorsa bu ne anlama gelmektedir?
Cumhurbaşkanı geçen hafta yapmış olduğu bir konuşmada Gezi Parkı eylemlerine katılan kişilere çok ağır hakaretlerde bulundu. Bunun bir dil sürçmesi veya bir anlık öfkeyle söylenmediğini biz sonrasında herhangi bir özür veya düzeltme yapılmayışından anlıyoruz. Bu hakaret çok önemliydi çünkü bundan önce Kürtlere, Ermenilere, Alevilere ve KHK‘lılara defalarca hakaret edilmiş ve milyonlarca insan “Terörist” olarak nitelendirilmişti ama bu sonuncusu toplumda her nasılsa daha çok ses getirdi. Belki de önceden beri biriken öfke, korkunç enflasyon baskısıyla iyice bunalan halk zaten tepkisini daha açıktan ifade etmeye başlamıştı. Ama aslında bu vesileyle hemen herkes bu işin bir sonunun olmadığını anlamış oldu.
Peki kendi halkına hakaret eden bir devlet adamının olduğu bir ülke milli güç unsurlarını birleştirerek sinerji oluşturabilir mi? Strateji üretebilir mi? Refah seviyesine veya çağdaş medeniyet seviyesine ulaşabilir mi? Kalkınabilir mi, daha da önemlisi halkını mutlu edebilir mi?
Stratejik Hatalar, Taktik Başarılarla Kapatılamaz
“Stratejik hatalar, taktik yani daha alt seviyedeki başarılarla kapatılamaz” ilkesi uyarınca maalesef devlet başkanı hata yapar ve hatta hatasında ısrar ederse tüm halkın ne yapılırsa yapılsın sorun yaşaması kaçınılmazdır. Tarih, ülkesine çağ atlatan veya tam tersi halkının perişan olmasına sebep olan devlet adamlarıyla ilgili pek çok örnekle doludur.
Uzaklara gitmeye gerek yok, zaten Mustafa Kemal Atatürk bu konuda tüm dünyada zirve noktayı temsil eden konumlardan birine sahiptir. Zekâsı, öngörüsü, nezaketi ve çalışkanlığıyla kurduğu genç Cumhuriyet bilimden sanata, spordan sanayiye kadar yapılması gereken hemen her şeyi o zamanın imkânlarıyla fazlasıyla başarmıştır.
Kadınlara seçme ve seçilme hakkını batılı pek çok devletin hayallerinde bile olmadan önce veren Atatürk, ferasetini tarım, sanayi, hukuk, ordu, eğitim kısaca tüm alanlarda ispat etmiş, Türkiye’yi kısa süre içerisinde gelişmiş dünya milletleriyle entegre ederek, rotasını çağdaş medeniyet seviyesine çevirerek haklı olarak tüm dünyanın takdir ve hayranlığını kazanmıştır.
Vefatından sonra da ulu önderin “Yurtta sulh cihanda sulh” ilkesini terk etmeyen Türkiye Cumhuriyeti 2.Dünya Savaşı esnasında tarafsız kalma başarısını göstererek oldukça önemli bir adım atmış ve müteakibinde 1952 yılında NATO‘ya üye olarak çok önemli bir diplomatik başarıyı yakalamıştır. Bu sayede son dört yüzyılda 12 defa savaştığı Ruslara ve Rus yayılmacı politikasına karşı kendini güvene almıştır.
Müteakip yıllarda uluslararası arenada çok sıcak gelişmeler yaşanmış, devlet başkanları ve önde gelen devlet adamlarının kararlarıyla milyonlarca kişinin hayatları etkilenmeye devam etmiş, binlerce kişi hayatını veya sevdiklerini kaybetmeye devam etmiştir.
Süveyş Krizi ve Diplomasi
Akdeniz ile Kızıldeniz’i birbirine bağlayan Süveyş Kanalı, inşasının üzerinden yıllar geçmesine rağmen hâlâ dünyanın en önemli su yollarından biriydi. 20.yy başlarından itibaren özellikle deniz ticaretinde önde gelen İngiltere ve Fransa gibi devletler için çok önem arz eden bu kanal, uluslararası anlaşmalar ile tüm devletlerin kullanımına açıktı.
Mısır’da 1952 yılında iktidara gelen Cemal Abdünnasır, ülkesini askerî yönden güçlendirmeye ve İsrail karşısında üstün duruma geçmeye çok önem verir. Bu amaçla Sovyetler Birliği’ne yaklaşmaya ve Çekoslovakya üstünden silah almaya başlar. Ayrıca, yapmayı planladığı Büyük Asuan Barajı’nı bitirip ülkenin ekonomik kalkınmasına katkıda bulunmak ister. Ancak bunun için dışarıdan krediye ihtiyacı vardır. ABD ve Birleşik Krallık’tan kredi almayı denediyse de bu iki ülke Mısır’ın Doğu Bloku’ndan silah alması ve İsrail karşıtı militanları desteklemesi sebebiyle kredi vermezler.
Bunun üzerine Nasır, ihtiyacı olan mali gücü sağlamak için Süveyş Kanalı’nı işleten kanal şirketini millîleştirdiğini açıklar. Kanal şirketinin hisselerinin değerini sahip devletlere ödeyeceğini açıkladıysa da bu karar Birleşik Krallık ve Fransa’dan çok büyük tepki alır. Kısa süre içerisinde Fransa, İngiltere ve İsrail bölgeye askeri müdahalede bulunurlar. Sovyetler Birliği, Fransa ve İngiltere’ye tepki gösterir, hatta tehdit eder. Harekât sonlandırılmazsa Londra ve Paris‘i nükleer silahlarla vuracağını belirtir.
Bunun üzerine Fransa ve İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri’nden yardım isterler, ancak Amerika Birleşik Devletleri konuya sıcak bakmaz. Çünkü bu savaş Amerika Birleşik Devletleri’nin gelecek yüzyıldaki İslam dünyası ve Ortadoğu politikalarıyla çelişmektedir. Böylece Soğuk Savaş yıllarında ilk defa Sovyetler Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri aynı karara varmışlardır. İngiltere ve Fransa bu harekâttan geri dönmek zorunda kalır. Sorumluluk İngiliz Başbakanı Anthony Eden‘e yüklenerek istifa etmesi istenir. İsrail ise bir süre daha bu savaşa devam eder ancak bir süre sonra çekilir. Sonuçta ağır kayıplar vermesine rağmen Nasır istediği seviyede olmasa bile belli bir derecede amaçlarına ulaşmıştır.
Süveyş Krizi’nden Nasır, Arap dünyasının en güçlü lideri olarak çıkmıştı. Mısır, savaşı kaybetmiş ve büyük asker kaybı vermiş olmasına rağmen Süveyş Kanalı üzerinde denetimini kurmuştu. Mısır’da 1881 yılından beri var olan Britanya etkisi ortadan kaldırılmıştı. Tüm bu gelişmeler esnasında bizler devlet adamlarını her zaman nazik ve halkına karşı daima birleştirici bir baba rolünde görüyoruz.
Bir Millet İçin Dönüm Noktası
İşte bu noktada Fransız Lider General Charles de Gaulle bir karar verir. Bundan sonra Fransızlar asla dış yardıma muhtaç kalmayacak şekilde teknolojilerini ve teçhizatlarını geliştireceklerdir. Işte bu kararla birlikte sonrasında yürütülen rasyonel ve tutarlı politikalar sayesinde müteakip yıllarda Fransa nükleer enerji ve nükleer silah geliştirir. Nükleer enerjide çok üst seviyelere ulaşır, onlarca nükleer santral açar, uçak gemisi, savaş gemisi dahil olmak üzere her türlü yüksek teknolojili silahı ve teçhizatı üretecek ve bunları tüm dünyaya satacak konuma gelir. Bir yandan kendi milli savaş uçağını (Mirage, Rafale vb.) geliştirirken diğer yandan sivil havacılıkta bir dev olacak Airbus şirketinin kurulmasına öncülük eder.
İşte bu noktada Devlet adamının ne olduğu ve ne kadar önemli bir misyon taşıdığı, rasyonel düşünen dünyayı okuyabilen, geleceği gören, nitelikli danışmanlara sahip, dürüst, halkını birleştiren ve Milli güç unsurlarını aynı amaç doğrultusunda kanalize edebilen bir devlet adamının ülkesini nerelere taşıyacağı açıkça görülmektedir.
Bu konuda ayrıca Almanya da başlı başına bir örnektir. 2.Dünya Savaşı sonrası tamamen yıkımdan, başka bir deyişle sıfır noktasından bugün geldikleri noktada dürüst, ilkeli ve çalışkan devlet adamlarının rolü yadsınamaz.
Gerçek Karakter Zor Günde Belli Olur
Bu gelişmeler günümüzde yaşanan ve üzerinde örneklendirebileceğimiz bazı konularla yakından alakalı. Benzer konu üzerine bir diğer örnek de Putin’dir. Bazıları hatırlar, yıllar önce bir denizaltı kazası olmuş, Kursk denizaltısı batmış, 118 asker Barents denizinin dibinde mahsur kalmıştı. Rusya’da bu gergin bekleyiş esnasında ailelerin acılı durumlarını devlet başkanına şikâyet ettikleri bir ortamda Putin oradaki askerlerin eşlerine ve ailelerine hakaret etmişti. “10 Dolara bu sürtükleri tutup bana muhalefet ettiriyorlar”. İnsanın bir değerinin olmadığı, prestije dayalı bir devlet mekanizması. Kendi ırkının üstün yaratıldığına inanan, ama bu konuda dahi sadece kendi doğrularını kabul eden bir zihniyet.
Aynısını biz ülkemizde de yaşıyoruz. Yıllardır yüz binlerce hatta milyonlarca kişiye hakaret ediliyor ama en son bu hakaretler geçtiğimiz hafta sokak ağzı seviyesine inince yani daha doğrusu entelektüel kesime dokununca Twitter camiasında ciddi bir tepki oldu. Aslında aynı konuşma içinde “eşkıya” ve “terörist” hakaretleri de vardı ancak sanırım bu kelimelere alışılmış ve tepkisiz kalınıyor. Milyonlarca kişiye hiçbir rasyonel kanıt olmadan yıllarca terörist denince bir kanıksama oluşmuş. Ama “sürtük” kelimesi biraz daha haylaz ve dikkat çekici bulundu toplum tarafından.
İnsanı Yaşat ki, Devlet Yaşasın
Peki neden Rusya ve Türkiye gibi eşsiz kaynakları olan uçsuz bucaksız topraklara sahip milyonlarca nüfusa sahip bu ülkeler batılı küçük ülkeler kadar dahi refah seviyesini yakalayamıyor. İşte bu noktada devlet adamlarının rolünün çok önemli olduğu aşikâr.
Bizde Rusya örneğinde gördüğümüz üzere devlet adamı, ailesi, akrabaları ve çevresindeki 100-200 maksimum 500 tane aile bütün kaynakları tüketiyor, bütün zenginliklerden faydalanıyor. Onlar artık insanüstü kişiler(!). Tanrı onları özel olarak görevlendirmiş(!). Onlar için kanun, ahlak, din gibi bağlayıcı kurallar yok. Aslında bu örnekler çok fazla.
Mesela 90’lı yıllarda Irak’ta halk eczanelerde kritik pek çok ilacı bulamazken, benzer şekilde Saddam, sarayında ailesiyle çok da mutlu görünüyordu. Sonuçta ülke halen belini doğrultabilmiş değil.
Normal Olması Gereken, Ütopya Gibi Algılanmaya Başladı
Oysa ülkede herkese yetecek kadar potansiyel fazlasıyla var. Hatta uçakla seyahat ederken görürsünüz ki topraklar uçsuz bucaksız ve çoğu bomboş. Yani aslında belki de 250 milyon nüfusa yetecek potansiyel ve zenginlikten söz edebiliriz. Tabi ki hamasi cümleler yerine bilimsel araştırmalarla rahatlıkla gerçek verilere istenilirse ulaşılabilir. Zaten Hollanda, İsrail gibi ülkelerin oldukça kısıtlı topraklardaki tarım başarılarını göz önüne getirdiğimizde, rasyonel bir politikayla ne kadar ileri gidilebileceğini ön görmek çok da güç değil.
Sonuç Niyetine Basit Bir Kıyaslama Son olarak günümüzde elektrik ihtiyacının %70 den fazlasını nükleerden sağlayan, Renault, Citroen, Peugeot, Dacia gibi dev araba markalarına sahip Rafale savaş uçağını dünyaya ihraç eden Fransa örneğiyle, Türkiye’nin halen ilk nükleer santral ihalelerinde ve araba projesindeki bocalamasını incelediğinizde aradaki farkı rahatlıkla görecek ve devlet adamlığı nedir, rasyonel politika nedir, demokrasi, hukukun üstünlüğü nedir ve yokluğunda neler olur, tekrar acı bir şekilde anımsayacaksınız.