Pusula Güvenlik Araştırmaları topluluğunun internet sayfasında Ahmet Selim Günay’ın Katar-Türkiye ilişkilerine ve bu ilişkilerin Erdoğan merkezli yapısına yönelik dikkat çekici bir değerlendirme yazısı yayınlandı. Günay yaptığı değerlendirmede dikkat çekici konuları sıraladı ve sonuç olarak böylesi büyük yatırımların siyasi bağlar üzerine kurulmasından Katar’ın neden endişe etmediğini sorguladı. Başka bir ülkede yaptığınız 20 milyar dolara yakın yatırımların bir siyasi liderin geleceği ön görülmeden yapılabilir mi, diye de insanın aklına sorular gelmiyor değil.
Tabii bu konu, içerisinde bir sürü spekülatif soruları ve yorumları da barındıryor. Paraların Erdoğan’a ait olduğu, bunları Katar üzerinden akladığı, ve orada sakladığı gibi ortalıkta dolaşan bir sürü şehir efsanesi mevcut. Bunların hepsi ihtimal dâhilinde mi? Evet. İşin içinde Erdoğan varsa “şüphe” hep olmalı. Ama burada konu Erdoğan ve onun kirli para trafiği değil. Konu Katar ve TSK. Veya Katar’ın Türkiye’deki askeri yatırımları.
Toplamda 2,8 milyona yakın nüfusu olan bir ülke Katar ve şu andaki katarlı sayısı ise toplam Nüfusun yüzde 12’sini teşkil etmekte. Kalan nüfusun büyük kısmı Hindu, Pakistanlı ve İranlı. Bu kadar düşük bir popülasyona sahip ülkenin askeri gücünün de o oranda düşük olması gayet normal. Kesin bir rakama ulaşamamakla birlikte Katar Silahlı Kuvvetleri’nin 12-16 bin kadar personeli olduğunu söyleyebiliriz. Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri’ne en genel hali ile bakıldığında; Kara Kuvvetlerinin 8-10 bin personeli ve 100’e yakın tankı var. Hava Kuvvetleri’nde ise 35 civarı savaş uçağı, 40’ın üzerinde helikopter bulunmakta. Aynı düşük rakamlar Deniz Kuvvetleri için de geçerli. Deniz Kuvvetleri’nin elinde destroyer veya denizaltı yok. Oysaki Katar, denize komşu bir ülke.
Konuyu Katar Silahlı Kuvvetleri yönünden ele alınca modernizasyon için bir plan dahilinde askeri yatırımlar yaptığı akıllara gelebilir. Ama bunun bir karşılığı yok. Çünkü Ortadoğu’da zengin bir ülke modernizasyon veya silah alımı için ilk önce Amerika’nın kapısını çalmak zorundadır. Hâlbuki Şeyh Tamim’in yakın zamanda Amerika ile böyle bir yakınlaşması olmadı. Zaten elindekilere, mesela savaş uçaklarına bakınca da öyle çok modernizasyon ihtiyacının bulunmadığı anlaşılmakta.
Ayrıca Katar’ın tehdit algılamasını da bu modernizasyon ile yan yana getirmek lazım. Katar’ın tehdit algılaması; modernizasyona, silah alımına veya Türkiye’deki askeri yatırımlarına anlam vermek için bir katkı sağlayabilir. Tehdit algılamasında en belirgin faktör Suudi Arabistan. Kendi ülkesindeki göçmenlerin durumu da tehdit olarak kabul edilebilir. Bunlar dışında ne Katar’ı tehdit edebilir ki? Zaten Amerika, İngiltere ve Fransa ile güvenlik konusunda oldukça yakın işbirliği içerisinde. Suriye’de Irak’ta Radikal gruplara yaptığı destek ise apayrı bir çelişki. Hani bir özet yapılacak olsa “Katar için tehdit edecek bir konu yok, mis gibi yaşayıp gidiyorlar,” demek çok da hafif kaçmaz.
Nüfus, asker durumu, tehdit algılaması gibi hususları yan yana koyunca Katar’ın Türkiye’deki askeri üretim tesislerine olan merakını açıklamaya yetmeyecek bir açgözlülük görünür hale geliyor. Tank-palet fabrikasının %49’una ortak olmuş, aynı zamanda BMC şirketi ve bu şirketin sahibi ile sıkı ilişkiler içerisinde. “Bayraktar” ile ilgileniyor. Ülkesinde Türk askeri üssü var ve bu günlerde de 30 uçağını eğitim/işbirliği anlaşması ile Türkiye’ye yerleştirdi ki, bu en dikkat çekici olanı.
Bu uçakları Türkiye’deki üslere yerleştirme işini aslında şöyle okusak hiç yabana gitmez: Katar Hava Kuvvetleri Komutanlığı Türkiye’ye yerleşti. Katar’ın elinde zaten 30 uçak var. Bir de şu var: Erdoğan ve suç ortaklarının eli ile yok edilen TSK’da en büyük kayıp hava Kuvvetleri’nde oldu. Uçan personelin neredeyse yüzde sekseni ihraç edildi. Yani 1000 pilotun 800’ü ihraç. Diğer ifade ile Türk Hava Kuvvetleri lağv edildi. Şimdi diyebilirsiniz 5 yıl oldu ve Hava Harp Okulu’ndan pilot yetişmiştir. Ama öyle değil. Pilot ile savaş pilotu arasında, eğitim ve tecrübe açısından çok fark var. Bunun en başında harbe hazırlık süreci, savaş pilotu için çok uzun ve yorucu bir dönemdir ve bunun bir sonu yoktur. Özetle yazayım. 2016’dan bu yana bir sürü pilot mezun olmuş mudur? Hayır, ama evet. Bunların ne kadarı harbe hazır pilottur? Orası tam bir muamma. Çok uzatmadan ilk yere dönelim. Türk Hava kuvvetlerini lağv ettikten sonra Katar Hava Kuvvetlerini Türkiye’ye yerleştirmek ne anlama geliyor?
Konunun anlaşılmasını biraz daha kolaylaştırmak için, şu yargıyı da bir yandan elde tutmak lazım: Türkiye ilk defa bir ülke ile askeri eğitim/işbirliği anlaşması yapmıyor. Ama ilk defa böylesi bir anlaşmada nakliye uçaklarının Türkiye tarafından yurt içi ve yurt dışında kullanılması maddesini dahil ediyor.
Bu anlaşma gereği, Katar Hava Kuvvetlerine ait nakliye uçakları Türkiye tarafından, yurtiçinde ve yurtdışında kullanılabilecek. Oysaki Türkiye’nin elindeki ulaştırma uçakları sayı ve nitelik açısından çok daha üstün durumda. Tek sıkıntı bunu kullanacak yeterli personelin olmayışı. Bu zafiyet de fazla mesai ile gideriliyor olmalı ki bu konuda basına yansıyan bir gecikme duymadık, okumadık.
Ee… O zaman sen bunlarla Türk subayının veya pilotunun görmesini istemediğin neleri taşıyacaksın? Buna elli türlü cevap verilebilir. Konu Erdoğan olunca “şüphe” çok oluyor. Ama yine de bunun cevabını askeri bir konu içerisinde aramak daha akılcı olabilir. Yani Erdoğan bu nakliye uçakları ile para, narkotik madde veya başka suç unsurlarını taşımaya ihtiyacı yok, ama “paramiliter grupları” taşıma ihtiyacını bunlarla karşılayabilir.
Şimdiye kadar, Erdoğan’ın imzaladığı kararnamelerin bazılarında oldukça keskin “askeri” düzene ve plana ait konular var. Mesela; Polis Hazır Kuvvetleri. Mesela, TSK’nın silahlarının MİT ve emniyette veya başkalarına devri gibi. Bunları tek tek yazmak konuyu uzatacak Ama şunu bilmek lazım, adım adım yeni bir kaos planı ve ona hazırlık yapan bir Erdoğan var karşımızda.
Eğer Bunların hepsi bir bütünlük arz ediyorsa, o zaman Katar’ın nakliye uçakları ile yurtiçinde ve yurtdışında kimler taşınacak? Hani yalnızca çok şüpheci bakış bile deseniz Erdoğan’ın kafasındaki planda kendi paralı askerlerini, ÖSO’yu, bu ülkeye taşıyacağını ve ülke içinde dağıtacağı ihtimalini ortadan kaldıramazsınız. Bu ülke onun kafasında zaten bölünmüş ve parçalanmış. O bunu realize etmek için adım adım yol alıyor. Bu yolda ÖSO’yu bu ülkede kendi vatandaşına karşı bile kullanmaktan çekinmeyecektir. ÖSO ile neler neler yaptı; ses çıkarmadık maalesef.
Size çok mu uçuk geldi?