“Ey Türk askeri şu andan itibaren birinci vazifen ekonomi ve siyasetteki kötü gidişat düzelene kadar Suriye’de, Irak’ta ve Lübnan’da çarpışmak hatta mümkünse şehit ve gazi olmaktır. Mevcudiyetimin ve iktidarımın yegâne temeli budur. Bu temel benim en kıymetli oy hazinemdir.”
Yukarıdaki sözler açık açık dile getirilse ne kadar çarpıcı olurdu, değil mi? Bu sözleri söyleyeni halkımız iktidardan alır yerin dibine sokardı. İşte burada devreye giren siyasetçi zekâsı sayesinde bu sözleri duymuyoruz. Ancak ilginç bir şekilde bu anlamı taşıyan hamleleri alkışlıyoruz, destekliyoruz ve evlatlarımızı mutlu sonla bitmeyeceği aşikâr bir yolculuğa şarkılarla türkülerle gönderiyoruz. Artık biliyoruz ki şehit haberleri ve askeri harekatlar; milli duyguları harekete geçirir, toplumdaki ve siyasetteki gündemi değiştirir, milliyetçilik üzerinden yürütülen politikaları oya dönüştürür. Ne de olsa “Söz konusu vatansa gerisi teferruattır”.
Bu yazının hazırlandığı sıralarda, Meclis’te Suriye ve Irak için 2 yıl, Lübnan içinse 1 yıl geçerli olmak üzere “tezkere” görüşmeleri yapılıyordu. Sonucunu tahmin etmek hiç zor değil. İktidarda olan partilerin oylarının yanı sıra muhalif sağ partinin de desteğiyle tezkere TBMM’den geçecek. Ne de olsa cepheye gidecek olanların hiçbiri tezkere oylamasına katılanların yakınları veya sevdikleri olmayacak. Başkalarının canı üzerinden vatan kurtarmak, şehitler üzerinden siyaset yapmak son yıllarda ülkemizde başvurulan en geçerli yöntemlerden birisi.
Tezkere, Meclisten geçecek ama bence daha önemlisi en yakın zamanda yeni bir harekât planlanacak, yeni şehitler ve gaziler gelecek. İktidarı destekleyen basın tarafından dış güçlere rağmen bu operasyonları yaptığımız anlatılacak, halkımızın güvenliği ve sınırlarımızın selameti için ne kadar zaruri bir durum olduğuna dair haber bombardımanına tutulacağız. Tartışma programlarında görüntülü analizler yapılıp, askerimizin kahramanlıklarından ve fedakarlıklarından bahsedilecek. Şehit olan askerlerimiz için törenler düzenlenecek, derme çatma evde yaşayan ailelerine bayraklar verilecek, tabutunun başında intikam yeminleri edilip, gözyaşları dökülecek. Gel gelelim harekât sona erdiğinde askerlerimizin şehit ve gazi olması dışında neredeyse hiçbir şey değişmeyecek. İktidarı zorlayan gündemler dışında elbette.
Peki sonra? Ekonomide ve dış politikada yapılan devasa hatalar unutulup gündemden düştükten sonra ne olacak? Yaşanacakların aslında bugünden bir farkı olmayacak…
- Yaralı askerlerimiz askeri helikopterden indikten sonra sedye ve ambulans gelmediği için hastaneye kadar arkadaşlarının kucağında taşınmak zorunda kalacak ve şehit olacak.
- Terör örgütü tarafından kaçırılan askerlerimiz diri diri yakılacak, görüntüleri dünyaya servis edildiği halde yalanlanıp inkâr edilecek.
- Başka bir terör örgütünün kaçırdığı askerlerimizi kurtarma girişimi, siyasi çıkar peşinde koşan yöneticiler yüzünden ifşa edilecek ve askerlerimiz şehit edilecek.
- Vatan haini diye mesleğinden atılan baba, şehit oğlunun tabutunu sırtında taşıyacak, yine de kimseye terörist olmadığını ispat edemeyecek.
- Operasyonlara gönderilen ve şehit olmadan geri dönen, Gülenci olduğu düşünülen askerler KHK ile ihraç edilecek.
- Emekli askerler, gaziler ve şehit yakınları, devlete yük gibi görülecek, aldıkları maaşların hakkı olarak zaten ölmelerinin normal olduğu söylenecek, hatta otobüse bile binerken sorunla karşılaşacak.
- Ve bu meseleleri gündem yapmayan hükümete toz kondurmayan vatandaşın kafasına hediyelik mini çay paketleri fırlatılacak.
Normal Zamanda Kol Kola, İhtiyaç Halinde Düşman
Buraya kadarki durum olayın askerlere bakan yönü. Madalyonun bir de öteki yüzü var elbette. Tezkere görüşmelerinin gerekçelerine ve bahse konu ülkelerdeki muhtemel çatışma gruplarına baktığımızda karşımıza iki örgüt çıkıyor: IŞİD ve PKK…
PKK ile mücadelede ciddi aşama kaydedildiği dönemlerde ortaya çıkan “barış görüşmeleri” ve “açılım süreçleri” nedeniyle operasyonlara izin verilmediği artık sır değil. Terör örgütü tarafından şehirlere silahların yığılmasına, örgütün yeniden toparlanıp eleman sağlamasına sessiz kalınması ise meşhur Oslo görüşmelerinin basına yansıyan kayıtlarından biliyoruz.
IŞİD ile ilgili konu ise bambaşka. İktidar ve IŞİD arasında; Petrol ticaretinden silah kaçakçılığına, örgüte eleman temininden yaralıların tedavi edilmesine, propaganda izninden eylemlerine göz yumulmasına kadar onlarca ciddi iddia var. Biraz daha ileri gidecek olsam IŞİD’ i kendi askerinden yakın gören İktidar yöneticileri olduğunu söylerdim. İspat edebileceğim en önemli delil ise bizzat yargılandığım MİT Tırları davası olarak bilinen ve İktidar tarafından Suriye’deki “cihatçı” militanlara silah sevkiyatı yapılması olayıdır. Bu konuyu daha sonra ayrıca yazmayı düşündüğüm için şimdilik ayrıntısına girmiyorum.
Yakın bir zamanda bu iki örgütten birinin veya ikisinin birden sınırlarımızın yakınında veya büyükşehirlerde eylemler yapması muhtemeldir. Bunu neye dayanarak söylüyorum? Çünkü halkı tehdit algısına ikna etmek ve planlanacak muhtemel harekâtın gerekliliğini göstermek için daha önce de kullanılmış bir yol bu. Önce eylemler artar, peşinden operasyonlar gelir. Suriye’ye girmek için, sınırın öte tarafına iki adam gönderip roket attırmak hiç de zor değil nasıl olsa…
Geçtiğimiz yıllarda Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek bir tartışma programında hukukun siyasetin köpeği olduğunu söylemişti. Bu sözler çok tartışılıp eleştirilse de hemen herkes şu an ülkenin hukuk sisteminde bu durumun geçerli olduğunu biliyor. Bu ifadeye ek olarak ben de bu dönem için TSK’nın siyasetin “at”ı olduğunu söylemenin yanlış olmayacağı kanaatindeyim. İktidarın her zor durumdan kurtulmak için tehlikenin ortasına sürmekten çekinmediği bir at… Para için Katar’a, petrol için Libya’ya, ABD istediği için Afganistan’a, Suriye’ye ve Irak’a koşturulan yorgun bir at…
Hangi Siyasetçinin Oğlu Gidecek Suriye’ye?
Ülkemiz ne yazık ki, kendi yakınlarını cepheye göndermek bir yana kısa dönem er olarak bile kışlaya göndermeyen yöneticiler tarafından idare ediliyor. Kendi oğlunun cenazesi olmadığı sürece tabuta vura vura siyaset yapmak, intikam yeminleri edip, şehitlik övgüsü yapmak çok kolay.
Yazıma Hükümetin bugünlerde yeniden hissettiği ancak dile getirmediği sözlerle başlamıştım. Evet, şu an ülkemizin bulunduğu durum ne yazık ki böyle ve içler acısı. Ama hepten ümitsiz olmamak gerek. Yaşadığımız dönemi dikkatli okumak ve gelecek adına umut beslemek adına Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nin o bölümünü hatırlatarak sözlerimi bitirmek istiyorum.
“…Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta …”