Maneviyattan arınmış bir din anlayışı neticesinde ortaya çıkan eylemler sadece bireysel değil toplumsal boyutları da olan ciddi bir güvenlik sorunudur.
Geçtiğimiz günlerde görüntüleri sosyal medyada dolanıma giren “otoyolda namaz” kılanlar, sadece trafiği değil, din ve maneviyat güvenliğini de tehlikeye düşürdüler. Trafiğin orta yerinde namaza duranlara “meczup” deyip olayı geçiştirmek, o kişileri bu eyleme iten motivasyonu ve bunun arkasında yatan nedenleri görmezden gelmek olur.
Ortaya çıkan bu tablonun sorumluluğu sadece bu cesareti kendinde bulan, bazılarımızın “meczup” diyerek geçiştirdiği kişilere ait değildir. Bu tabloyu cisimleştiren ise, siyasetin elidir; siyaseti din sosuna bulayan, dini siyasal emellerine alet eden Siyasal İslamcı fanatizmin gücüdür.
Görüntüler sosyal medyada elden ele dolanıma girdi. Eleştirilerin tamamı haklı.
Görüntüleri savunanlar ise ne dediklerinin farkında değiller.
Din ve dindarlık bağlamında ortaya çıkan her çarpık görüntüde olduğu gibi bu sefer de yine kadraja giren şahısların bireysel tutumları üzerinden duygusal tepkiler geliştiriliyor ve bazen bilinçaltı bir refleksle bazen de bilinçli bir tercihle din karşıtı söylemlerin dozu arttırılıyor. Ve böylelikle dini hassasiyetleri olan herkes rencide ediliyor.
Oysa meselenin din ve bireysel inanç kültürüyle ilgisi çok az. Ortaya çıkan tablo neredeyse tamamen dinsel inancın maneviyattan arınmış bir gündelik hayat ritüeli olarak görülmesine neden olan “dinin siyasallaştırılmasının” bir tezahürüdür.
Dini siyasal bir malzeme olarak kullanan yönetim erki, ilahiyat literatüründeki kavramların istismar edilerek kullanılmasından hiç bir rahatsızlık duymuyor.
Cılız bir muhalif sesin bastırılması için yürürlükteki bütün hukuk manivelalarını arsız ve acımasız biçimde kullanan iktidar ve güvenlik bürokrasisi, hukuk literatüründe karşılığı olsun ya da olmasın, siyasallaştırdığı din algısına hizmet eden hiçbir aykırılığı, hiçbir hareketi ya da eylemi ise bir güvenlik sorunu olarak görmüyor.
Oysa iktidarlar sadece kendi kadro ve ideolojilerinin değil, halkın ve halk nazarında itibar gören kişi, kurum ve kavramların da güvenliğini sağlamakla mükelleftir. Bu bağlamda ne dini vecibelerini yerine getirme gayretinde olanların, ne kurumsal bir inanç birliği içindeki sivil toplum örgütlerinin, ne de ilahiyat, etik, maneviyat vb. kavramlar çerçevesinde hassasiyet geliştiren kesimlerin duygu ve düşünce dünyaları güvende değildir.
Ortaya çıkan bu soruna rahatlıkla “maneviyat güvenliği sorunu” diyebiliriz.
Öncesi ve sonrası ile 28 Şubat sürecini hatırlayın. Ya da açıp medya arşivlerindeki haberlere bir göz atın. Benzer görüntülerle karşılaşacaksınız. Ali Kalkancıları, Müslüm Gündüzleri, Fadime Şahinleri hatırlayın. Sakallı, eli sopalı, cübbeli Aczmendilerin gruplar halinde parklarda ve otoyollarda verdikleri görüntüleri getirin gözünüzün önüne.
O görüntüler üzerinden Türkiye’nin gündemi birden bire şeriat tartışmalarına kaymış ve bu tartışmalar kısa bir süre içerisinde 28 Şubat (postmodern darbe) sürecine evrilmişti. Geniş halk kesimlerinin nazarında dine, dindarlara, ilahiyat literatürü içerisinde yer bulan birey-din ilişkisine dair kavramlara karşı ciddi şüpheler oluşmuştu. Geleneksel din kültürü ve ahlak bilgisinden öte bir maneviyat donanımına sahip olmayan geniş halk kesimleri açısından din, inanç ve maneviyat kavramları; çürümüş, kokuşmuş ve uzak durulması gereken bir alan olarak görülmeye başlanmıştı.
Hayır! Şimdiki otoyolda namaz görüntülerinden hareketle “yine bir darbenin/muhtıranın hazırlığı mı yapılıyor” sorusunu sormayacağım. Bu görüntülerin din ve dindarlık bağlamında maneviyat güvenliği sorununu gündemimize soktuğunu söyleyeceğim.
Bir cemaate, bir mahalleye, bir kültüre aidiyet duyan ya da duymayan, dindar/muhafazakâr bir arka plana sahip olan ya da olmayan, fakat geleneksel ve aileden görme İslam inancı ile yetişmiş birçok birey, bu görüntüler üzerinden oluşan tepkileri kendi maneviyat güvenliklerine karşı bir tehdit olarak algılayabilirler. Bu durumun farkında olan din sömürgeni Siyasal İslamcı tayfa, kendi saflarını sıklaştırmak ve çoğaltmak adına, ortaya çıkan algıları suiistimal ederek, ülkede yeni bir kargaşanın kapısını zorlayabilir.
İnanç tartışmasını siyasal bir düzlemde açtığınızda, taraflar siyasal görüşlerine uygun gördükleri verilerle söze karışır ve kurulan cümleler, sahibinin haklılığını ve çok kere de ölçüsüz tepkilerinin meşruluğunu kanıtlamaya dönük olarak telaffuz edilir. Bu durum ise toplumda zaten var olan fikir ve duygu ayrılıklarını hem zihinsel, hem duygusal hem de fiziksel bir çatışmanın malzemesine dönüştürür.
Birkaç münferit “otoyolda namaz” görüntüsü üzerinden toplumda böyle bir güvenlik bunalımı oluşur mu peki?
Bu sorunun cevabını siyaset bilimcilerin, sosyologların ve sosyal psikologların vermesini çok isterdim? Fakat ben şu kadarını söyleyebilirim ki, geçmişten bugüne ülkemizde yaşanmış hayat tecrübesi, bize nice olmaz denilenlerin paldır küldür “oldurulduğunu” ispat eden birçok örnek göstermiştir.
Otoyolda namaza duranlar trafik güvenliğini tehlikeye düşürdüler. Doğru. Fakat bundan daha ciddi bir güvenlik tehdidine de neden oldular: Geniş kitlelerin, din olgusuna karşı besledikleri pozitif ya da tarafsız duyguları hem tahrik hem de tahrip ettiler ve toplumun gündemine henüz adı konmamış maneviyat güvenliği sorununu boca ettiler. Bu görüntüleri, yeni başka görüntülerin takip etmesi de an meselesidir. Ayrıca arşivlerimizin de oldukça zengin olduğu malum.
Korkarım ki ortaya çıkan bu sorun, muhtıralardan ve askeri darbelerden daha vahim bir tehdit olarak, toplumu içten içe, tedavisi çok zaman alacak bir bunalıma sürükleyecek.