Kadimden bu yana en uzun süreli savaştığımız ülkenin Çin olduğunu herkes bilir. Anadolu’ya geldiğimizden beri o eski savaşlar rafa kalkmış olsa da düşmanlık ve karşı siyaset neredeyse hiç bitmedi. Gerek yönetim yapımız ve gerekse inançlarımız gereği neredeyse hiç aynı tarafta yer almadığımız bir ülke Çin.
Erdoğan hükümetinin ülkemizin hayrına olmayan icraatlarını düşündüğümüzde, Çin’in yanında yer alması ve ekonomi sistemini benimsemesi aslında geç kalınmış bir adım bile sayılabilir.
Erdoğan, yeni dönemde ekonomi politikamızı Çin’den alacağımızı söylerken, vatandaş da üreten ve geliştiren bir ülke olacağımızı düşünmüş olabilir. Fakat asıl sonuç ucuz iş gücü, değersiz para birimi ve açlık çeken bir toplum olacak. Nasıl bu kadar kendimden emin konuştuğumu ilerleyen satırlarda anlayacaksınız.
Erdoğan ‘Ekonomide Çin Modeli’ derken aslında ne yapmak istiyor?
Son zamanlarda uygulanan faiz ve döviz kuru politikalarından anladığımız kadarıyla paramızın değerini ‘pul’ olana kadar düşürecekler. O kadar değer kaybedecek ki hammadde ve ucuz iş gücü arayan tüm yabancı yatırımcılar için cazip hale gelecek. Görünürde emeklilerin, memurların ve asgari ücretlilerin maaşlarına iyi oranda zamlar yapılacak fakat paranın değeri olmadığı için sadece ülke içinde iyi bir miktar olduğu düşünülecek.
Yerli yatırımcı ve çiftçi ürününü ihraç edemediği sürece ithal yolla temin edilen hiçbir ihtiyacını karşılayamayacağı için bir süre sonra iflas edecek. Halkın büyük çoğunluğu dış yatırımcıların fabrikalarında çalışan kölelere dönüşecek. İnsanlar mutsuz ve aç oldukları için asayiş ve düzen bozulacak. Mevcut iktidar bu durumu kontrol altında tutmak için daha sert ve acımasız bir iç güvenlik yöntemi uygulayacak.
19. yüzyıl Rus edebiyatı klasiklerinden bildiğimiz, köle çalıştıran fabrikatör, fabrikatöre muhtaç ve işbirlikçi devlet, devletin sopası olan güvenlik güçleri ve ezilen köleleştirilmiş vatandaşlar düzeniyle baş başa kalacağız.
Şahsi kanaatim ne yazık ki ülkemizi açlığın ve fakirliğin beklediği yönünde. Zaten açlık ve fakirlik çektiğimiz doğru, ama bugünleri bile mumla aratacak zamanlardan bahsediyorum.
Dünyanın neresine giderseniz gidin her yerde hemen her eşyada ‘Made in China’ yazısını görmek mümkün. Tabii ki böyle bir dönüşüm sancılı ve uzun yıllar alan bir süreçte gerçekleşti. Peki böylesine büyük bir ekonomiye ve üretim altyapısına sahip olmak için şu an elimizde olan nelerden vazgeçmemiz gerekiyor?
Çin’in 2. Dünya Savaşından sonra uygulamaya çalıştığı ve ‘Büyük İleri Atılım’ adını verdiği ekonomi modeli tamamen halkı köleleştirmeye ve robotlaştırmaya dayalı olarak başladı. Çin Devlet Başkanı Mao Zedong köylüleri tarımsal üretimden el çektirip sanayi üretimine zorladı. Amacı tıpkı Erdoğan gibi her şeyi üreten ucuz iş gücü ve ihracata dayalı bir ekonomiydi.
Mao’nun girişiminden kısa süre sonra ülkede eşi benzeri görülmemiş bir kıtlık ve gıda maddesi eksikliği yaşanmaya başladı. Bazı verilere göre yaklaşık 40 Milyon kişi açlıktan öldü. Ülke, baskı ve dikta ile yönetilirken, insanlara yaşamaları için sadece asgari şartlar sağlandı. Mao’dan sonra değiştirilen politikalar sayesinde ülkede toparlanma yaşandı. Şu an bile sadece ekonomik ve sosyal anlamda değil inanç ve ahlak olarak da dayatmalar mevcut.
Birçok kaynakta halkın yaşam standardının yükseldiğinden bahsedilse de rakamlar Çin’in ekonomik büyüklüğünün yanında çok düşük kalmakta. Hala vatandaşlarının büyük çoğunluğu gelişmekte olan ülkeler sınıfına göre geçimini sürdürmekte. Neticede, bu durum 40 milyon kişinin açlıktan ölmesine neden olabilecek şartlardan tabii ki daha yüksek yaşam standardı demektir. Ayrıca unutmamak gerek ki dünyanın sanayi merkezi olmak hava kirliliğini ve sağlıksız yaşam koşullarını da beraberinde getirmektedir.
İki ülke yönetiminin kötü benzerlikleri dikkat çekiyor
AKP hükümeti ile Çin Komünist Partisinin benzerlikleri bunlarla sınırlı değil tabii ki. Erdoğan, ülkenin mevcut durumunun en çok Çin ile benzerlik gösterdiğini düşünmüş olacak ki ekonomide aynı yolu izlemeye karar verdi. İşte size bu benzerliklerin bazıları:
- İnançlarından ve kendilerine biat etmemelerinden dolayı insanlara zulmetme ve çocukları annelerinden ayıracak kadar ileri gitme.
- Özgürlüklere ve muhalif seslere savaş açma.
- Basına sansür ve kontrollü medya oluşturma.
- Taleplerini yerine getirmeyen İş adamlarına ve şirketlere el koyma, yandaşlarını usulsüz yollarla zengin etme.
- Uluslararası hukuku ve anlaşmaları hiçe sayan uygulamalarla dünyanın tepkisini çekme ve dışa kapalı bir sistemle ülkeyi yönetme.
- Toplumun gelir katmanları arasında derin uçuruma sebebiyet verme.
- Dar bir kadroyu devasa servetlere ulaştırırken, büyük bir kesimi asgari ücretle geçinmeye zorlanma.
Erdoğan ve destekçilerinin gözden kaçırdığı veya bilerek görmezden geldikleri birçok farklılık da var. En önemlisi Çin’de bulunan hammadde ve iş gücünün bizde olmaması. AKP hükümeti yerli ve milli olan her maddenin üretimini zorlaştırdığı için samanı bile ithal eden bir ülke haline geldik. Avrupa veya Amerika’ya ilticanın ve göçün en kolay olduğu dönemleri yaşıyoruz. Hemen her ailenin de bu ülkelerde yakınları var. Zorla insanları tutmadıkları sürece kimse bu şartlarda yaşamak istemeyecektir.
Yakın zamanda, Almanya’daki göç bakanlığına çok sayıda Türkçe çevirmen aradıklarını duymuştum. Ayrıca Yunanistan sınırına çok yüksek maliyetlerle duvar örülmesi de 10 – 20 bin değil de milyonlarca mülteciye karşı bir önlem olsa gerek.
AKP hükümetine yapması gerekenleri söylemenin bir karşılığı olacağını sanmıyorum. Ne de olsa ülke menfaatleri için yapılması gerekenlerin değil kendi çıkarlarının peşinden koşturacaklar. Hiçbir zaman gerçek anlamda sahiplenmedikleri bu toprakların ve insanların başına gelecek felaketleri, bu milletin sırtından kazandıkları evlerin ve villaların konforu içerisinde en ufak bir pişmanlık duymadan izleyecekler. Dilerim ki her şey için çok geç olmadan tutarsız politikalardan vazgeçilir. Zira, zararın neresinden dönülürse kârdır!