Yakın tarihimizden hatırlarız. Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök F-16D savaş uçağı ile uçmuştu. Orgeneral Özkök, ikinci pilot koltuğunda oturmuş ve bir saat kadar havada kalmıştı.
Özkök, her ne kadar personelin motivasyonu için ya da hava kuvvetlerinin imkân ve kabiliyetlerini yerinde görmek için uçtuğunu ifade etse de aynı zamanda “sağlığı bozuk” iddialarına cevap vermek için de uçtuğu anlaşılıyordu. Bilindiği gibi uçuş anındaki yüksek basınca dayanmak için sağlıklı bir bünyeye sahip olmak gerekmektedir. F-16D ile uçabilen bir orgeneral sağlıklı olduğunu ya da en azından ciddi bir rahatsızlığı olmadığını ispatlamış sayılır.
Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu‘nun yerine 2002 yılında Genelkurmay Başkanlığı’na gelen Özkök’ün görev süresi, AKP’nin iktidara geldiği, “Genç Subaylar Rahatsız” haberlerinin gazete manşetlerine taşındığı ve Balyoz Darbe Planının ortaya çıktığı yılları da kapsıyordu. Özkök paşa, o dönemin gergin atmosferinde belli ki “sağlığı bozuldu” iddialarına cevap vermek ve göreve devam edebileceğini göstermek istemişti.
Sonra Orgeneral Hulusi Akar F-16D ile uçtu. O da “Sağlıklıyım, sonraki görevlere hazırım” mesajı vermek istemiş olabilir. Türk Silahlı Kuvvetlerinde terfi sırasındaki bir generalin, göreve doğrudan engel teşkil etmese de gelecekteki kariyerini olumsuz etkileme ihtimali olan bir hastalığını gizlemesi doğal karşılanabilir. Hatırlanacağı üzere, kronik hastalığını saklayan ya da gizlice ameliyat masasına yatan başbakan ya da general haberleri zaman zaman gündeme gelmiştir.
Bu konu sadece bizde gündeme gelmiyor tabii ki. Sağlıklı olduğunu ispatlamak ABD Anayasa Mahkemesi üyeleri için de takıntı seviyesindedir. Yüksek mahkeme yargıçları ölene kadar bu görevde kalırlar. Ancak sağlık sorunları nedeniyle Kongre tarafından görevden alınabilmektedirler. Mesela Amerika’da kırk yıl görevde kalan Anayasa Mahkemesi üyeleri vardır. Bu nedenle, Başkan tarafından aday gösterilebilmek ve görevde kalabilmek için hem sağlıklarına çok dikkat ederler hem de sürekli “Ben daha ölmedim, göreve devam edebilirim” mesajını vermeye çalışırlar. Bazen ABD basınında yayınlanan “şınav çeken seksenlik yargıç” haberlerinin nedeni de budur.
Bir başka örnek de Rusya’dan. Putin’in üstü çıplak bir şekilde ormanda avlanması kendisinin ve devletin gücünü temsil etmek içindi. Selefi, aşırı kilolu ve alkolik Boris Yeltsin’in Sovyetler Birliği’nin çöküş yıllarını temsil ettiği gibi.
Nihayetinde kimin ameliyat olduğunun ya da kimin gizli bir hastalığa yakalandığının, kişi ölmediği sürece bir önemi yoktur. Peki gerçekten de öyle midir?
Dedikodu mekanizması ve “Ölünce mi çekileceksin” eleştirileri, lider sonrası dönemin taşlarını döşemek üzere atılan adımlardır. Foreign Policy’de yayımlanan bir makaleye göre bir devlet lideri en iyi tedavi desteğine erişim sağlayabilse bile sağlığının bozulduğunu gizlemesi gerekiyor. Aksi halde “politik ölüm” kaçınılmaz diye değerlendiriliyor. Son yıllarda hastalığa bağlı olarak hayatını kaybeden devlet liderlerinin yaşlarına bakıldığında ise en yaşlısının yetmiş sekiz yaşında olduğu görülüyor.
Çinli lider Xi Jinping, Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chávez, Zimbabve lideri Mugabe sağlık gerekçesiyle bir süre ortadan kaybolan liderlerden. Son olarak da Kuzey Kore lideri ortalardan kaybolmuştu. Yaklaşık bir ay halkın önüne çıkmayan Kim Jong’un hasta olduğu ve hatta öldüğü yönündeki dedikodular hızla yayılmıştı.
Bu ülkelerin ortak özelliklerini tahmin edersiniz. Hepsi antidemokratik ve otokratik rejimler. Bu tür devletlerin resmî kurumlarında liderlerinin neden durup dururken ortadan kaybolduğu ya da hasta olup olmadıkları ile ilgili bir açıklama görmek mümkün değildir.
Özellikle otokratik sistemlerde liderin zayıf düşmesi veya hastalanması, sonun başlangıcı olarak görülüyor. Hastalığın gizlenememesi halinde önce en sadık destekçiler ve hatta aile üyeleri yeni arayışlara giriyor. En yakınındakiler, “Out with the old, in with the new” (Eskiyi bırak, yeniye bak) yaklaşımıyla liderlerinin sağlık durumunun artık bozulduğunu, şimdi ölmediyse de ölümünün yakın olduğunu yakın çevrelerine söyleyerek yeni bir çıkış yolu bulmaya çalışıyorlar.
Otokratik sistemler, lider ve destekçileri arasında birbirine bağlı ortak yaşam gerektirir. Güç, avantaj, makam, para ve ayrıcalık bu destekçileri maalesef gözü kara zalimlere dönüştürür. Sistemin bekası için muhalifleri acımasızca ezmeye niyetli bu zalim güruhun doyurulması kolay değildir. Bu nedenle yolsuzluk ve rüşvet otokratik rejimlerin olmazsa olmazıdır.
Liderin karizmasıyla yürüyen sihirli sembiyoz (birbirine dayalı yaşam) liderin tökezlemesiyle bozuluverir ve bozulduğu anda protesto, devrim ya da darbe gelir. Çok sevdikleri liderleri artık onları doyuramazsa kimse arkasına bakmaz. Buna da biyolojinin temel kavramlarından biri olan doğal seleksiyon denir. Yani sadece en güçlü türler ayakta kalır.
İşin şaşırtıcı tarafı, bu ibretlik sonlar toplumda pozitif bir anlayışa yol açar. Halkı yönetmeye namzet insanlar diktatörlük ve zulüm yapmaktan çekinirler. Konrad Adenauer, Hitler yüzünden darmadağın olan Almanya’nın içler acısı halini gördüğünde “Umarım bir daha İsa bile gelse tüm yetkiyi tek kişiye verecek kadar aptal olmayız” demiştir. Siyaset bilimcilere göre ızdıraplı süreçler halkta böyle bir farkındalığın oluşmasına yol açıyor.
Güçten kuvvetten düşmüş bir lider artık hastalığını saklayamadığında, yani yolun sonu göründüğünde bu sefer de “hanedanlık hamlesiyle” hareket etmeyi seçer. Bu, “halefini ilan etmek” anlamına gelir. Yani kendisinden sonra koltuğu kime devredeceğini açıklamak. Bu hamle sadık, ama aslında ikircikli destekçilerini rahatlatır. Yüksek seslerin, itirazların ve satışların önünü keser. Çünkü hanedanlık, elde edilen ayrıcalıkların aynı şekilde devam edeceği anlamına gelmektedir.
Erdoğan’ın zaman zaman yürüme, denge ve konuşma sorunlarının olduğu artık inkâr edilemez bir noktaya vardı. Son günlerdeki söylentiler için ne yazık ki resmi bir açıklama yapılmadı. Onun yerine beceriksiz bir PR hamlesi tercih edildi. Sadece “aslında yürüyebiliyor” mesajı verildi. Bir de basketbol oynadığı görüntüler dolaşıma sokuldu.
Erdoğan’ın sağlığı hakkındaki dedikodular yüksek sesle konuşulmaya başladı bir kere. Futbolda hat-trick (üç gol) seviyesinden basketbolda free-throw (serbest atış) noktasına gelindiği için de dedikodulara cevap vermiş olunmuyor.
Zalimin sadık destekçilerine gelince, yeni ekmek kapısı mı ararlar, hanedanlık hamlesini mi beklerler bilinmez.
Nitekim bürokratından savcısına askerinden polisine hukuksuzluğa bulaşmış herkes için tek çıkar yol “ölümlü ilahlarının” sağlığı. Aksi halde ya alternatif bir patron bulunacak ya da hanedanlığın devamı sağlanıp hasta patronun oğlu veya damadıyla çark döndürülmeye çalışılacak.