Türkiye’de aile kültürü ve geniş aile kavramı üzerine düşüncelerinizi kaleme almak isteseniz, önce kendi ailenizden başlayarak etrafınızda ve sosyal çevrenizde tanınmış, oradan da Türkiye genelindeki meşhur ailelere uzanırsınız. Aile kavramı içerisinde soy bağı kadar eğitim durumu, mal varlıkları ve başka bir ifade ile zenginlikleri de aileleri, dahası tanınmış aileleri belirleyen faktörler olarak karşımıza çıkar.
Bu başlangıç cümlelerinin sonunda tanınmış ailelere örnek olarak Sabancı, Koç, Eczacıbaşı ve benzeri aileler örnek olarak verilebilir. Mesela Koç ailesinin Türkiye’deki üretim sektörünün ana kalemlerinden araba ve beyaz eşya üretimindeki rolü çok belirgindir. Bu sektörlerdeki başarıları doğal olarak mal varlıklarına da yansımaktadır. Sahip oldukları bu zenginliğin esasını yalnızca bu üretim alanlarındaki başarıları mı şekillendiriyordur?
Bu husus üzerinde konuşulabilir. Yani ailenin geçmişteki birikimleri de gelecek kuşakların zenginliğine ayrı bir katkı sağlıyor mudur? Geçmişten gelen kazanımları da olsa böylesi ailelerin dışında kalanlar için, yani sıradan aile üyeleri için en önemli husus şudur: Kazançlarını vergilendiriyorlar mı? Hani, vergi dairelerinin kutsal metni olan, “Vergilendirilmiş kazanç kutsaldır” ifadesi, zengin ailelerde karşılık buluyor mu?
Zengin ailelerle devleti bir arada tutan temel faktör “vergi”. Vergisini veriyorsa veya bu zenginliğin karşılığı olan vergiyi kaçırmıyorsa bu ailelerin devlet de veya hükümet ile bir sorunu olmaz. Ya da olmamalı. Vergisini veren herkesle devletin bir sorunu olmaması gerektiği gibi, küçük büyük her işletmenin de devlet nazarında saygınlığı, değeri olmalı ki tüm işler düzenli yürüsün.
Yukarıda resmedilen durumu bir de tersine çevirip bakınca devletin, vergisini verene haksızlık ettiği ve vergisini vermeyeni de yücelttiği bir durum söz konusu olur ki bu da maalesef bugünün Türkiye’sinde yaşananların karşılığı olmakta. Türkiye’de üretim-vergi ve düzenli işleyen devlet modeli yerine, tüketim-vergi problemleri ve bozulan devlet düzeni geldi.
En baştan başlasak; aile kavramına modelleme yapılacak aileler yerine çok ilginç örnekler karşımıza çıkacak.
Mesela, Binali Yıldırım’ın ailesi. Hollanda basınında yer alan habere göre bu ailenin ülkedeki serveti 26 milyar dolar civarında. Habere “yalan” dememiz için rakamın büyüklüğü yeter mi? Ya da bu kadar büyüklükte bir servet Binali Yıldırım ve ailesinde olamaz mı? Yıldırım, Erdoğan’ın Büyükşehir Belediye Başkanlığından beri yanında. Kazanmaya başladığı tarih olarak burayı kabul etsek, 30-40 yıldır kazanıyor diyebiliriz. Belediyede maaşlı bir memurun kazancı nasıl olur da bu rakamlara ulaşır? Elbette buna babadan zengin falan da demeyeceğiz. Bu ailenin Türkiye için gemicilik sektörü dışında hangi sektörde iş yaptıklarını bilmiyoruz. Hani çok da önemli değil. Bizler için tek önemli konu, kazancın vergiye tabi olup olmaması. Eğer kazancını normal yollardan kazanıyor ve vergisini de veriyorsa 26 milyar değil 36 milyar dolar olsa kişisel serveti, fark etmez. Ama gün gibi aşikâr ki böylesi bir durum da söz konusu değil.
Bu “aile işi” ve belki konusu işin içine girince “beşli çete” diye anılan bir grubun bütün planlı plansız vergi indirimi ve aflarından yararlanması en çok da o köşedeki “büfeciyi” üzüyordu herhalde.
Bu ülkenin gündemini artık üretmeden ve vergisini vermeden zenginleşen aileler işgal ediyor. Kişisel servetleri dudak uçuklatan aileler. Hepsini bir kefeye koymak ne kadar yanlış? Oysaki aralarında vardır birileri mutlaka, hem kazancı kutsal hem de vergisi. Yok! Hani atasözü de var ya konu ile ilgili olarak: “Çok laf yalansız, çok mal haramsız olmaz” diye. Tam o cinsten bir durum var bu ülkede.
Cesaretimizden ne kaybederiz ki bunlara zengin aileler değil de “hırsız aileler” desek. Bu ülkenin her şeyini çalıyorlar. Geleceğini, geçmişini, vergisini, altını-üstünü… Bir gün bitecek elbet, o zaman hala devlet diye bir şey kalmışsa bu sefer de birbirlerinden çaldıklarını çalacaklar. Daha çok için.
Kapısını kapatıp olan bitene yalnızca seyirci kalanlara şaşmak lazım! Benim evim, servetim “sağlam”, zaten çaldıkları da rakiplerim, sevmediklerim diyenlerin durumu ise gerçekten çok garip. Mahalleye hatta bütün ülkeye hırsızlar dadanmış ve çalacak bir şey kalmayınca evine uğramayacaklar mı?
İntihar bir “gen” problemi diye iddialar var. Acaba hırsızlık için durum ne? Babadan oğula geçen türden ise vay halimize!