Siyaset, zamanın acımasız biçimde değişime uğrattığı bir yönetim ve iletişim alanı. Herkesin bildiği, daha doğrusu bildiğini zannettiği, oysa gerçekte birçoğumuzun inceliklerine vakıf olamadığı bir alan.
Yakın dönem Türkiye tarihinde siyaset, yaşı olgunluğa erişmiş olanlar açısından, etik değerlerin gün gün tükendiği, iktidara giden yolda her icraatın meşru görüldüğü, siyasilerin bağımsız ve özgür değil de “devletin görevlisi” olduğu kaypak bir alana dönüşmüş durumda.
Evet, belki geçmişte de mükemmel bir siyaset yaşamımız yoktu. Toplumun öncelikleri ve talepleri daha az dikkate alınıyor ve teknolojik imkânların yetersizliği nedeniyle insanlar neredeyse hiç tanımadıkları siyasi figürlere oy vererek kendilerini yönetecek kişileri belirliyorlardı. Kimi siyasetçiler yalan söylüyorlardı, olmayacak vaatlerde bulunuyorlardı, eğitim seviyeleri yeterli değildi, hatta birdenbire parti değiştirip geçmişteki söylemlerini de hiçe sayabiliyorlardı.
Sık sık darbelerden ve muhtıralardan etkilenen siyasetçiler, asker postalının gölgesi altında özgür bir siyasi yaşam süremezdi, doğru. Neredeyse hapse girmemiş, haksızlığa uğramamış siyasetçi yok gibiydi, doğru. Buna rağmen, memleketin kaderini etkilemesi muhtemel zamanlarda ve önemli olaylar vuku bulduğunda dik durabiliyor ve siyaseten hasım da olsalar vatan-millet meselelerinde diğer partilerle ortak hareket edebiliyorlardı. Ne yazık ki artık, birlikte tartışma programlarına katılabilen, olumlu-olumsuz eleştirilere gülüp geçebilen, siyasi görüşü ne olursa olsun karşısındakini saygıyla dinleyebilen, ülkesine hizmet ederken kendisini devletin sahibi olarak görmeyen siyasetçileri arar oldu gözlerimiz.
Eskiden darbelerle, parti kapatmalarıyla veya ekonomik krizlerle şekillenen/şekillendirilen bir siyaset hayatımız vardı. Çok defa iç ve dış müdahalelere uğrar ve demokratik haklar sık sık ihlal edilirdi. Bu güne geldiğimizde çok şeyin değiştiğini söyleyebilir miyiz? Zannetmiyorum.
Artık bambaşka teknik ve taktiklerle karşılaşıyoruz.
27 Mayıs 1960 askeri darbesi, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtının öncesi ve sonrasında yaşanan ambargolar, 12 Eylül 1980 askeri darbesi, gazeteci, bürokrat ve siyasetçilere yapılan suikastlar, 28 Şubat 1997 Post-Modern darbesi ve son olarak 1 Mart 2003 tezkeresinin öncesi ve sonrasında yaşanan gelişmeler siyaset mühendisliğinin “kanlı” bir biçimde icra edildiği en göze çarpan dönemlerdir. Bugün için ilkel yöntemler olarak görülse de hala kullanılmakta olan bazı teknikler de yok değil. Faili meçhul suikastlar ve eylemler hala daha maalesef siyaset tarihimizden bir türlü silinmeyen mühendislik taktik ve yöntemleri olarak geçerliliklerini koruyorlar.
Son yıllarda ise teknolojik gelişmelerin de etkisiyle siyaset mühendisliğinin çok farklı yöntemleri ortaya çıktı.
Sosyal medya bu anlamda ilk sırayı alıyor. Toplumda infial oluşturan kimi olaylar sosyal medyanın da etkisiyle cari siyaset gündemine taşınarak siyasilerin öncelikli gündemi haline getirilebiliyor. Devletlere ait sırlar veya siyasilere ait özel görüntüler bu platformlar vasıtasıyla yayılarak kişilerin siyasi hayatının bitmesine bile sebep olabiliyor.
Artık sosyal medyanın çok etkin olduğu yeni bir siyaset dönemi yaşıyoruz. Siyasal parti liderlerinin dahi düşüncelerini rahatça ifade edemediği bir dönem. ‘Bunları söylersem başıma neler gelir’ korkusundan insanların duygu ve düşüncelerini rahat rahat açıklayamadığı bir dönem. Siyasi iktidarın görüşlerine yakınlığa göre işlenen suçların cezalarının değiştiği hatta suç olup olmadığının belirlendiği bir dönem. Dün söylenilenin bugün inkâr edildiği, tutarsız söylemlerinden ötürü kimsenin yüzünün kızarmadığı bir dönem. Kendisi gibi düşünmeyen herkesin hain ilan edildiği, ‘ötekilerin’, güzel ve topluma faydalı icraatlarının dahi engellenmeye çalışıldığı bir dönem.
2007 yılında dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt tarafından yazılan bir bildiri Türk Silahlı Kuvvetleri’nin resmi sitesinde yayınlanmış ve bu o dönem için E-Muhtıra olarak adlandırılmıştı. 2009 yılında Ergenekon Operasyonları kapsamında gözaltına alınan ve tutuklanan Genelkurmay eski Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ, hükümet aleyhine internet siteleri kurulması ve bu sitelerin yönetilmesi için izin vermekle suçlanmıştı. 2010 yılında siyaset dünyamızı yerinden oynatan CHP lideri Deniz Baykal ve bazı MHP milletvekillerine ait ‘uygunsuz’ görüntülerin internet ortamına sunulması sonucu siyasi partilerde ciddi sarsıntılar meydana gelmiş, yönetim kadroları değişmiş, itibar ve oy kaybı oluşmuştu. 15 Temmuz 2016’da gerçekleşen ve birçok kesim tarafından şüpheli olarak nitelendirilen darbe girişiminde Cumhurbaşkanı Erdoğan telefon üzerinden canlı yayına bağlanarak açıklamalarda bulunmuş ve insanları sokağa çağırmıştı. Bu hadiseler teknolojinin siyaset üzerindeki etkisini gösteren önemli olaylar listesine yazılabilir.
Ve şimdi de son yılların en önemli siyaset mühendisliğine ‘bir kamera ve bir tripod’ ile imza atılıyor. Sedat Peker’in 2021 yılının Nisan ayında başladığı ve yakın siyaset tarihimizin karanlık taraflarının küçük bir kısmına ışık tutan açıklamaları ülke gündemine bomba gibi düştü. Normal dönemlerde siyasette deprem etkisi oluşturacak bilgi ve belgeler ortaya çıktı. Açıklamaların muhatabı iktidar partisi yetkilileri olduğu için bu bilgi ve belgeler hak ettikleri etkiyi bulamadılar. Oldukça profesyonel bir hazırlıkla ve özenle yapılan açıklamaların tek kişinin elinden çıkmadığı noktasında toplumun değişik kesimleri hemfikir. Her ne kadar Sedat Peker yaptığı ifşaatlarda sadece ‘bazı’ bilgiler için arkadaşlarından destek aldığını söylese de ortaya çıkan tablo profesyonel bir ekibin varlığını işaret ediyor.
Önümüzdeki günler neler getirir bilinmez, ancak siyaset hayatımızda eski samimiyetin ve iyi niyetin kalmadığı görünüyor. Ülke olarak dışarıya karşı siyaseten ortak bir duruş sergileyemiyoruz. Şahsi çıkarları için ülkeyi ateşe atmaktan çekinmeyecek politikacıların yönettiği bir ülkede daha ne kadar yaşamaya mecbur kalacağımızı bilemiyoruz. Ümit edelim de Atatürk’ün siyasilerle ilgili öngörüsü gaflet ve dalalet seviyesinde kalsın.