Rutgers Üniversitesinden James Finckenauer’a göre mafya babalarının “yasaklara isyanı” onları toplumun gözünde çekici kılan özelliklerindendir. İsyankâr, kural tanımaz ve kabına sığmaz tavırları her nedense kitleleri peşlerinden sürüklemeye yetmiştir. Mafya babalarının müesses nizama ve siyasi entrikalara başkaldırışları, devletin demir yumruğu altında ezilmiş toplum için çok kere tek umut ışığı olmuştur.
Baba (The Godfather) filminin senaristi Mario Puzo’ya göre mafya babaları geçmişten beri ailesine, arkadaşlarına, ortaklarına ve adamlarına sahip çıkan kişiler olarak karakterize edilmiştir. Bu, onların toplumun gözünde “baba” olarak görülmelerini sağlamıştır. “Çoluğuma çocuğuma sahip çıkar” anlayışı özellikle Türk toplumunda çokça alıcısı olan bir motivasyon haline gelmiştir.
New York Üniversitesinden psikolog Yaacov Trope’a göre mafya ile aramızda oluşturduğumuz “psikolojik mesafe”, depresyonla, yaşam sıkıntılarıyla hatta kızdıklarımızla başa çıkma mekanizmasıdır. Kişinin kızıp da zarar veremediğine mafya babasının dokunması derin bir “oh olsun” çektirirken, savaşın hiçbir zaman kendisine dokunmayacak kadar uzak olması da “seyir zevkini” coşturan faktörlerdendir.
Diğer bir çekici özellikleri ise; “Racon”. Yani, kendilerine özgü davranış kurallarının ve yöntemlerinin olması. Mesela tesbih, yüzük, yelek, yumurta topuk ayakkabı, özlü söz ve daha niceleri kısa sürede toplumun eline ve diline düşen yaygın mafya raconlarındandır.
Toplumun hayranlığını uyandıran diğer özellikleri ise “ötekileştirilmeleri”. Amerika’daki İtalyan göçmenler gibi “dışlanan ve şüpheyle bakılan” insanlar, adalet arayan acılı kalabalıkların kahramanları oluvermişlerdir.
Sosyal psikologlara göre mafya ile menfaat çatışması yaşamamak da mafya babalarını toplumun gözünde yücelten faktörlerdendir. Yasa dışı bir eylemi olmayan, kokain-esrar nedir bilmeyen, çek-senet tahsilatından haberi olmayan emekli bir öğretmen, mafya babalarının delikanlı(!) hayatlarını “Kurtlar Vadisi” tadında izleyen yurdum insanıdır.
Devlet-Mafya İlişkisi ve Rusya
Günümüzün mafya babaları ise global değişime ayak uydurdular. Rusya üzerine çalışan Mark Galeotti, yeraltı dünyası (underworld) ile siyasi üst dünyanın (upperworld) iç içe geçtiğini ifade ediyor. Yani artık mafya babaları da “hibrit”leşti. Ne yazık ki günümüzün mafya babaları, gençleri zehirleyen uyuşturucu kaçakçısı pozisyonundan saygın iş insanı seviyesine terfi etmiş durumdalar. Galeotti, örneği Rusya’daki hükümetler üzerinden veriyor, ancak görülüyor ki her ülkenin başına gelen de yaklaşık aynı.
Rusya’da Yeltsin döneminden alınan ders, “mafya-devlet ilişkisinin bir gün kontrolden çıkarsa devletin başına bela olabileceği”şeklindedir. Devletin yetmediği yerde ortaya çıkan mafya, zamanla dokunulmazlık kazandı ve daha fazla söz sahibi oldu. Bu da tabii ki otoriteyi paylaşmak istemeyen liderleri endişelendirdi.
Nitekim Putin iktidara gelince mafyanın hükümet üzerindeki kontrolü kırılmıştı. Aslında mafyaya karşı sert söylemlerine rağmen Putin’in tek yaptığı mafyaya mantıklı bir öneri sunmak olmuştu. Bununla mafya ve hükümet daha ahenkli çalışmaya başladı ve bir daha da asla birbirinden kopmadı. Mafya, devletin gücünü tanıdı ve onun kurallarına ayak uydurdu. Artık eski kabadayılara da (old-school) yer yoktu.
Yeni nesil mafya babaları iş adamı kimliğiyle sahaya çıktı. Dövmeli vücutlar, yerini takım elbiseye bıraktı. Ayrım gözetmeyen sokak şiddetinin yerini belirli ve sınırlı hedeflere saldırılar aldı. Bu düzen sadece mafyanın sınırlarını belirleme süreci değildi, mafya-hükümet ilişkisinin -daha çok hükümet lehine- yeniden yapılandırılmasıydı.
Sonuç, yolsuzluğun kurumsallaşması ve yasal ile yasa dışı arasındaki sınırların daha da bulanıklaşması oldu. Yani yeraltı dünyası millileştirildi. Artık hükümet ne derse, mafya ona uymak zorundaydı. Rus hükümetlerinin mafya ile dansı yıllarca başarı ile yürütüldü ve hatta bu mafya kültürü Avrupa’ya bile ihraç edildi. Lakin hiçbir şey gizli kalmadı. Tıpkı ABD’nin eski başkanı Trump’ın kırk yıl önce daha genç bir yatırımcı iken mafya ile temasının gizli kalmadığı gibi.
Sedat Peker
Sedat Peker de aynı süreçten geçti. Hükümetle birlikte çalıştı, ne denildiyse onu yaptı. Sonra işler ters gitti. Kazanı deviriverdi. Önce suskunluk yasası “Omertà”yı hatırlatarak söze başladı. Aslında yaptığı mafya dilindeki “shakedown” idi. Yani istediğini alana kadar korkuttu, tehdit etti. Kısaca “Açtırmayın bayramlık ağzımı” dedi. Zamanla da şiddetin dozunu düşürdü ve etkisi azaldı. Muhalif damara oynaması (Kürtler, cemaat, muhalefet vb.) bir anda yönetimden gayrimemnun yüz binleri ekran başına kilitledi.
Şimdi ise YouTube ve Twitter’daki milyonlarca takipçi, Netflix’in meşhur “La Casa de Papel” dizisinin yeni sezonunu merakla bekleyen milyonlar gibi Sedat Peker’in yeni video ve tweetlerini bekliyor. Çünkü sustukça gündemden düşme ve unutulma riski doğuyor. “Hal’edilmiş” ya da “anlaşma sağlanmış” dedikoduları da akıllardaki soruların önüne geçiyor. Mesela; 15 Temmuz’u biraz daha açması mümkün değil mi, tek bildiği gizlice dağıtılan silahlar mı, gibi sorular art arda seslendiriliyor.
O halde soru şu: Sedat Peker’in; kronolojik sıra 15 Temmuz’a, hiyerarşik sıra Tayyip Erdoğan’a geldiğinde tam ters istikamette -hedef küçülterek- konuşması normal mi?
Peki, bu kadar hayran kitlesi çatı adaylığa yeter mi?