Şırnak merkezde, 14 Mart 2016 tarihinde, sokağa çıkma yasağı ilan edilmeden önce insanlar akın akın şehirden ayrılıp Şırnak çevresindeki derme çatma çadırlarda barınmaya başladılar. Uludere’yi Şırnak’a bağlayan yol güvenlik nedeniyle kapatılmış, Cizre istikametinde ve Uludere istikametine iki ana kontrol noktası kurulmuştu.
O dönem gerçekleştirilen bombalı araç saldırıları nedeniyle sıkı güvenlik önlemleri alınıyordu. Özellikle Cizre istikametinde oluşturulan kontrol noktası tam bir kabustu. Bizim kontrol noktasına girme gibi bir zorunluluğumuz yoktu, ancak milletin gözünün içine baka baka kendimize ayrıcalık tanıtmamız da hiç hoşuma gitmiyordu. Zaten yaptığımız görevin doğası gereği de uygun olmazdı. Öte taraftan önümüzdeki araçlar nedeniyle uzun süre beklemek de kaçınılmaz oluyordu.
Sıcak bir Mayıs günü Silopi dönüşünde merkezde yaşanan yoğun çatışmalar nedeniyle Şırnak girişlerinin kapatıldığı bilgisi verildi. Biz konvoyun en arkasında kalmıştık. Gelirken hep dikkatimi çeken küçük bir tepecik vardı. En iyisi şehri karşıdan gören bu noktaya arabamızı park etmek ve yolun açılmasını beklerken, Kasrik beldesinden satın aldığımız domates-salatalığı yemekti.
Arabamızı tepeye giden patikaya park ettikten sonra yukarı doğru yürüdüm. Tepenin arka tarafında iki ev, evlerin çevresinde de üç beş çadır gördüm. Gözüme kestirdiğim bir kayanın dibine oturdum. Hem çadırları hem 5 km derinliğe ulaşan konvoyu hem de üstünden dumanlar çıkan şehri aynı karede görebiliyordum.
Hemen telefonumu çıkardım. Birkaç kare fotoğraf çektikten sonra aşağıda, çadırların yanında, yedi yaşlarında iki çocuk fark ettim. Çadırlar naylondan yapılmış, derme çatma barınaklardı. Önceden aylarca üs bölgelerinde çadırlarda kaldığım için bu şartların zorluğunu biliyordum. Biz devletin sağladığı imkanlarla o zorlukların üstesinden gelmeyi başarmıştık. Bu barınakların hali ise içler acısıydı.
Çocuklar bizi fark edince yanımıza doğru geldiler. Kasrik boğazından aldığım salatalıklardan birer tanesini çocuklara uzattım. Mahcup tavırlarla aldılar. Tam isimlerini sorduğum esnada şehirde şiddetli bir patlama gerçekleşti. İrkildik. Patlamanın olduğu bölgeden dumanlar çıkmaya başladı.
Hemen telefonla şubeyi aradım. Yeşilyurt mahallesinde, önceden yerleştirilen yaklaşık 400 kg amonyum nitratın (el yapımı patlayıcı) kontrollü bir şekilde patlatıldığını söylediler.
Telefonu kapattığımda çocuklar önümdeki kayada yan yana oturmuş, üstünden dumanlar çıkan şehirlerini izliyorlardı. Nefesim boğazımda düğümlendi. Manzarayı düşünebiliyor musunuz…! İki minik yürek tedirgin gözlerle şehirlerini izliyordu. Nasıl anlatacaksın, ne diyeceksin? Anlatsan anlamayacaklar. Onlar Türkçe, ben Kürtçe bilmiyoruz.
O manzarayı hiç unutamadım.
2014-2016 yılları arasında operasyon icra edilen bölgelerde en büyük tahribat şehirlerde değil çocukların psikolojisinde gerçekleşti. Fazla şiddet barındırdığı için televizyondaki filmi çocuğuna izletmeyenlerin, bu çocuklar için bir endişeleri yoktu.
“PKK geldi, barikat kurdu, EYP döşedi, gençleri silahlandırdı, devlet ne yapsın?” söyleminin arkasına saklanan yöneticilerle, “Devlet geldi, şehirlerimizi yerle bir etti!” şikayetleri arasında sıkışmış çocukların varlığını kimse umursamadı. Binlerce çocuk, en az 2 yıl okula gidemedi…
Biz çocukluğumuzda kovboy filmlerine özenir tahtadan tabanca yapar onunla oynardık. Şırnaklı çocuklar mahallelerinde eli silahlı ergen abilerine özenip, sopadan silah yapıp onunla oynadılar. Oyunlarındaki düşmanı siz tahmin edin.
Büyük oğlum rap müziğine duyuyor, çok dinliyor. Yazıyı okuduğunda “Ceza’nın ‘Savaş Çocukları’ parçası var baba” dedi. Yazıyı “Savaş Çocukları” parçasının bir bölümüyle bitireyim.
Şeytanın yüzüne yansımış silueti kahpe
Kramp girdi kalplere barış gitti tatile
Meydansa kaldı katile
Çocuk hep ağladı çocuklar hep ezildi
Oyuncakları silah minik taş atan elleri
Soğuk nefesleri boğuk baktı gözleri
Neler gördü toyken aç yattı dünya tokken.