Devlet kurumlarında çalışan personelin görevinin ya da görev yerinin değiştirilmesinin en önemli nedeni, çalıştığı kuruma kök salmasını önleyerek, sistemin düzenli bir şekilde işleyişinde devamlılık sağlamaktır. Peki kamu kurumları dışında bu çark nasıl dönüyor. Mesela siyasette. Birkaç örnekle durumu anlamaya çalışalım.
Erdoğan’ı eleştirenler. Siyasiler, gazeteciler, akademisyenler… Adeta Erdoğan’a yönelttikleri eleştirilerin şiddeti ölçüsünde, yine onun himayesinde makam sahibi oldular. Nasıl mı? Şöyle:
Erdoğan’ın “Bayırbucak Türkmenleri’ ne insani yardım götürüyordu” dediği MİT tırları ile ilgili, “Bizim Bayırbucak’ ta adamlarımız var, vallahi de billahi de o tırlar Bayırbucak Türkmenleri’ ne gitmiyordu” diyen Tuğrul Türkeş Başbakan Yardımcısı yapıldı.
HAS Parti Genel Başkanı olduğu dönemde Erdoğan’ı kast ederek, “Harun gibi gelip Karun gibi gitmeyeceğime, Musa gibi gelip Firavunlaşmayacağıma, namusum üzerine söz veriyorum” diyen Numan Kurtulmuş’a AKP Genel Başkan Yardımcısı olarak görevlendirildi.
“Seni Yüce Divanda yargılatmazsam namussuzum” diyen MHP lideri Devlet Bahçeli’ye iktidar ortaklığı verildi.
Hedefine Erdoğan’ı koyarak, “Tüyü bitmemiş yetimin hakkını yiyenlerden hesap sormazsam namerdim” diyen Süleyman Soylu’ya ise İçişleri Bakanlığı koltuğu sunuldu.
Verilen görevlerin mahiyetini ya da süresini, o kişinin Erdoğan açısından ne ölçüde tehdit oluşturduğu düşüncesinin belirlediği anlaşılıyor.
AKP’nin devşirme siyasetçilerinin arasında en dişlisi şüphesiz Süleyman Soylu oldu. Cumhuriyet tarihinde, Atatürk’ün yakın arkadaşı olan ve o öldükten 1 gün sonra İçişleri Bakanlığı görevinden alınan, 11 yıllık bakanlık görevi ile tarihe geçen Şükrü Kaya’ dan sonra ikinci en uzun süre bu makamda tutunan Soylu, zamanla parti içinde en popüler isim haline gelerek gizli ikinci adam oldu.
AKP içerisinde sezilen bu durum karşısında, Soylu’ya tıpkı Binali Yıldırım’a dendiği gibi “Senin görevin bu kadar, artık kenara çekil” diyerek geri plana atmanın kolay olmayacağının kokusunu alan Erdoğan ve puanterleri, mülki makamlar başta olmak üzere Süleyman SOYLU’nun sorumluluğundaki atamaları kontrol altına almaya çalıştılar.
Bunlardan birisi de Adana Valisi Süleyman Elban.
Süleyman Elban, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile 19 Haziran 2020 tarihinde Adana Valisi olarak göreve başladı.
Göreve başlaması ile birlikte çizdiği vali profili, arkasındaki gücün büyüklüğünü gözler önüne serecek cinsten. Sabah saat 09.00-10.00 sıralarında mesaiye gelip akşam 18.00’den önce mesaiyi bitirmesi, çoğu hafta sonu tatilini cuma günü ile birleştirmesi, özellikle bu üç günlük mini tatillerde şehir dışındaki akraba ve dostlarını ziyaret etmesi, evrak kayıt memurlarının hayal edip de kolay kolay gerçekleştiremedikleri cinsten kaçamaklar.
Asayiş yönünden Türkiye’nin en sıkıntılı şehirlerinden birisi olan Adana’da, eski valilerin gecenin geç vakitlerine kadar mesai yaptıklarına şahit olmuş olan valilik çalışanları, bu durum karşısına şaşkınlıklarını gizleyemiyorlar.
Diğer yandan, Adana’nın Dolmabahçesi konumunda ki, Taşköprü, Merkez Camii ve nehir manzaralı eski kız lisesi, restorasyon çalışmaları yapıldıktan sonra Vali Elban’ın makam evi haline getirildi. Makam evi haline getirildi, çünkü haftanın çoğu günlerindeki mesai saatlerini burada, hiçbir valilik şubesine ve yardımcısına herhangi bir oda tahsis etmeden geçirmekte.
Soranlara ise kılıfı hazır. Valilik binasında bulunan makam odasının tadilatı devam ettiği için mesaisine eski kız lisesi binasında devam ettiğini söyleyecektir.
Evet doğru, makam odasında tadilat yapılması için bütçe planlandı. Fakat aylardır tadilata başlanılmadı. Çünkü, birisi “senin ne işin var burada” derse, gerekçe olarak sunmak üzere bu mazereti bir kenarda tutuyor. Kaldı ki, bu zihniyete göre itibardan tasarruf olmaz. Ve bir ilin valisinin makam odasının temsil görevini de en iyi şekilde yerine getirmesi gerekir. Bu vazife ertelenemez.
Devletin başındaki nasılsa, şehrin başındaki de öyle oluyor. Ördüğü kılıfın altında koca bir minare olmasına rağmen; olan bitene vakıf olanlar, gözlerin gördüğünü değil, kulakların duymak istediğini söylüyor.
Bir örnek daha… Adana’nın gastronomi turizmini geliştirmek maksadıyla 5. Lezzet Festivali düzenlendi. Bu festivali Adana Valiliğinin yanı sıra Büyükşehir Belediyesi, İlçe Belediyeleri, Sanayi Odası, Ticaret Odası gibi birçok kurum ve kuruluş da destekledi.
Konuşulan o ki, Adana Valiliği bu festival için 7.500.000 TL bütçe ayırdı. Bu paranın tamamının festival için harcanıp harcanmadığını tespit etmek için ciddi bir soruşturma gerekli. Fakat şu kadarı da var ki, festival alanındaki stantlar, 3.000-15.000 TL arasında rakamlarla kiraya verilmiş. Adana’nın Merkez Park alanında yapılan bu festivalin kayda değer bir masrafı olmadığı gibi önemli bir maddi getirisi var. Buna rağmen “harcandı” olarak gösterilen bütçeye dair gerçekleri bilenler, rüzgâr yön değiştirdiğinde bildiklerini anlatmak için koşa koşa müfettişlere ve savcılıklara gidecekler. Bunda da hiç şüphe yok.
Bu son örnekte, bir şehrin valisinin, sıralı amirlerini ekarte ederek gücünü doğrudan Saray’dan alması gibi tuhaf bir durumla karşı karşıyayız. Bu güç zehirlenmesi, kendisini daha büyük hatalara sevk edeceği gibi dönüşü olmayan bir girdabın içerisine sürüklemeye de devam edecektir.