Hakkâri ile Şırnak’ta kadınları şantaj yoluyla fuhuşa sürükleyen ve başını korucuların çektiği iddia edilen fuhuş çetesi haberlerinin yoğunlaşması üzerine dikkatler tekrar koruculuk sistemine çevrildi. Koruculuk sisteminin gerekliliğinin bu tür olaylar sonrası tartışmaya açılması hakkaniyetli bir yaklaşım olmadığı gibi korucular üzerinden maddi manevi rant sağlayan çevrelere de fırsat veriyor. Sayıları 70 bini bulan silahlı paramiliter bir grubu tamamen tezavüzcü gibi gösteren propaganda haberler ile koruculuk sistemini dönüştüremezsiniz. Türkiye’de birçok konu gibi bu konu da ezber edilmiş argümanlar üzerinden tartışılıyor.
Bu yazımda tarafların argümanlarını da göz ardı etmeden objektif bir bakış açısıyla koruculuk sistemini mercek altına almaya çalıştım. Son görev yaptığım Şırnak ilinde güvenlik korucularıyla yoğun mesaim olması nedeniyle koruculuk sistemini alanda da gözlemleme fırsatım oldu.
Tarihsel Arka Plan
Koruculuk sisteminin tarihsel kökenini incelediğinde Hamidiye Alayları ile benzer dinamiklere sahip olduğu görülür. Dinamiklerin benzer olmasından kastım; koruculuk sisteminde de askeri, sosyolojik, coğrafi, tarihi, kültürel bağlamların ve devletin tehdit algılamasının Hamidiye Alayları dönemindekiyle benzerliğidir.
Hamidiye Alayları 1891 yılında II. Abdülhamit döneminde 100 kadar Sünni Kürt aşiretinden oluşturulan 36 alayla başladı, sayı 1895’de 57’ye, 1910’da 66’ya ulaştı.
Hamidiye Alaylarının temel kuruluş nedenleri kapsamında şunlar söylenebilir:
- Merkezi otoritenin tesis edilmesi,
- Rusya ve İran’a karşı tampon oluşturmak,
- Devletin, Doğu Anadolu’da etkin olmasını sağlayacak yeni bir siyasi-sosyal çevre oluşturmak için aşiretlerden askeri bir güç olarak yararlanmak istenmesi,
- Müslüman ve Ermeni toplumları arasında bir güç dengesi oluşturmak,
- Panislamist politikalarla Kürtlerin entegrasyonu,
- Doğu Anadolu’da bir kolluk kuvveti oluşturmak.
Abdülhamit tahttan indirildikten sonra, İttihat ve Terakki Cemiyeti merkezileşme politikalarını daha katı uygulamaya başladı. Hamidiye Alaylarının ismi Aşiret Hafif Süvari Alayları olarak değiştirildi. Bununla beraber bu alayları ağırlıklı olarak paramiliter değil de militer görevlerde kullanma fikri benimsendi. Merkezi bir emir-komuta sağlanabilmesi için inisiyatifi fazla olan Alay kuruluşundan Tümen kuruluşuna geçildi, kadrolarındaki Harbiyeli subay sayısı artırıldı ve bir aşiret müfettişliği kuruldu.
Buna rağmen Aşiret Hafif Süvari Alayları paramiliter özelliklerinden vazgeçmediler. Gayrinizami harp yapabilecek şekilde örgütlendiler. Bu kapsamda ordu tarafından desteklenmek suretiyle düşman keşif kollarına güçlük çıkarmak, istihbarat temin etmek, düşmanı yanıltmak, oyalamak ve basmak, çekilen düşmanı takip etmek gibi görevler icra ettiler.
Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Aşiret Alayları, İhtiyat Süvari Alayları olarak yeniden organize edildi. 1920’lerden itibaren bir müddet daha iç güvenlik hizmetlerinde Cumhuriyet yönetimi tarafından kullanıldılar. Fakat Hamidiye Alayları ve devamı niteliğindeki Aşiret Hafif Süvari Alayları, Kürt kimliği oluşumunda etkili olduğu gerekçesiyle genç Cumhuriyetin yeterli ordu ve jandarma gücüne ulaşmasıyla son buldu.
Cumhuriyet döneminde de Doğu Anadolu bölgesinde merkezileşmeye karşı direncin devam ettiği görülmektedir. İç güvenlik tehdit değerlendirmesinde bu sefer sadece bir tek etnik unsur olarak Kürt nüfus ve buna bağlı mikro milliyetçilik ön plana çıkmıştır. Bölgede, Cumhuriyetin ilanından PKK’nın 1984 tarihli ilk silahlı eylemine kadar yirmi dört Kürt isyanı meydana gelmiştir. 1961 yılından sonraki Marksist Leninist kitlesel Kürt hareketlerine kadar gerçekleşen isyanların ayrılıkçı olmadığı söylenebilir.
PKK’nın 1984 Eruh Baskını Sonrası Gelişmeler
Güvenlik Koruculuğu (GK) eski adıyla Geçici Köy Koruculuğu (GKK), 1985 yılında 442 sayılı Köy Kanununda yapılan değişiklikle oluşturulmuş paramiliter bir kurumdur. İdari olarak Kaymakama bağlı olsalar da bütün özlük işleri İlçe Jandarma komutanlığı tarafından takip edilir.
PKK’nın silahlı eylemlere başladığı 15 Ağustos 1984 tarihinden bir yıl sonra Geçici Köy Koruculuğu sistemi uygulamaya girmiştir. Özellikle 1987’de ilan edilen Olağanüstü Hâl Bölgesi kapsamında geniş yetkilerle donatılmış askerin emrinde Diyarbakır, Bingöl, Elâzığ, Hakkâri, Mardin, Siirt, Tunceli ve Van illerinde halkın PKK’ya karşı devletin yanında Güvenlik Korucusu olarak mücadele etmesi istenmiştir. Temel politika her köyden korucu çıkması yönündeydi.
Köy kanununda yapılan değişikle muhtarın isteği ve kaymakamın onayı ile ücret almadan sadece silah verilen Gönüllü Köy Koruculuğu (GÖKK) ikinci bir seçenek olarak sunuldu. 1990 yılına kadar bireysel katılımların yanında toplu şekilde aşiret, aile, köy olarak koruculuğun kabul edildiği daha sık görülür. PKK’nın Şırnak ve Hakkâri başta olmak üzere uzanabildiği tüm alanlarda her aileden bir genci örgüte zorunlu militan verme anlamına gelen askerlik yasasını uygulamaya başlaması koruculuğa geçişi hızlandırmıştır.
PKK’nın ekmek yediği, çadırlarında evlerinde kaldığı insanların çocuklarını zorla almaya başlaması, hatta zaman zaman evdeki kadın ve küçük çocukları götürüp, gençler gelip teslim olana kadar bırakmayacaklarını söylemesi zaten devletin baskısı altında köyünü terk etmek istemeyen apolitik Kürtlere koruculuk dışında bir yol bırakmamıştı. Yaşları 12-13 arasında değişen çocuklar bile “askeri kanun” denilerek dağa götürüldü. Bunların birçoğu kaçmak istiyor diye vuruldu. Yine korucu olduğu gerekçesiyle hedef aldığı büyük ailelere yönelik köy baskınları yapan PKK, sivil katliamlar gerçekleştirdi. Örnek olarak Şırnak/Görümlü katliamı verilebilir o gün şans eseri kurtulan yaşlı bir korucudan, yaşananları yerinde dinlemiştim.
Öte taraftan bir kısım devlet görevlileri; işkence, adam kaçırma, yargısız infaz gibi ağır insan hakları ihlallerini sistematik bir şekilde işlemeye başladı. Öyle ki bu yöntemlere karşı çıkan general, albay seviyesinde askerler şehit edildi.
Koruculuk sisteminin çıkış nedeni stratejik ve taktik düzeyde PKK’ya karşı alan hâkimiyeti kazanmak, PKK’yı bölgede barındırmamaktı. Bu sayede devlet kendisine sadık olanlar ve olmayanları daha rahat ayırt edebilecek ve ihtiyaç duyduğu istihbarat akışını da sağlayabilecekti. Bu bağlamda doksanlı yılların başlarında devlet yeni bir tanımlama yaptı. Korucu olmayı kabul eden aşiretlere, köylere ve bireylere “devlet yanlısı aşiret, köy ve bireyler” denirken diğer gruba “devlet karşıtı/düşmanı” denildi. Yani gelinen noktada halk, devlet ve PKK arasına sıkışıp kalmıştı. 1990’dan itibaren bölgede göreve yeni başlamış her jandarma subayının tehdit durumunu öğrenmek için ilk baktığı kayıtlar hangi köylerin korucu köyü olduğu hangilerinin olmadığıydı. Aynı durum PKK için de söz konusuydu.
Koruculuk ve Siyaset
Koruculukla beraber yeni bir rant ve istismar alanı bulan siyasi iktidarlar ise bu kitleyi tamamen oy deposu olarak gördüler. Güçlü aile ve aşiret bağlarının devreye sokulduğu bir süreci yaşayan korucular yıllar boyunca devlet tarafından saygı görmedikleri gibi özlük hakları, eğitimleri hep ihmal edildi. Kürt sorunu konusunda hassasiyeti olan ve PKK ile aynı tabana hitap eden partililere mesafeli olan korucular otomatik olarak iktidar partisine mecbur bırakıldılar. Bölgenin önde gelen aileleri ve nüfuzlu korucubaşları iktidar nimetlerinden ve ayrıcalıklarından istifade ederken korucuların sorunları hep göz ardı edildi.
Diğer yandan, 1990-2000 arasında bölgede görev yapan üst düzey subaylar ve istihbarat görevlilerinin yanlış uygulamaları ile ayrıcalıklı korucu grupları oluşturulup bir çok suç işlendiği de bir sır değil. Özellikle sınır bölgelerinde kaçakçılık vasıtasıyla büyük miktarda paralar kazanan ayrıcalıklı korucular emsallerine göre çok zenginleştiler.
2000 sonrası ise AKP’nin kesintisiz iktidarı boyunca koruculuk sistemini reforme edecek bütün projeler hatta kademeli olarak sonlandıracak bütün planlar bir şekilde engellenirken mevcut sorunlar daha da derinleşti. Özellikle açılım sürecinde PKK koruculara yönelik bir linç kampanyası başlattı.
Kuruluşundan bu yana en fazla zarar gördüğü kitleye karşı kan davası olan PKK, aradığı fırsatı açılım sürecinde bulmuştu. PKK bu süreçte korucu infazları gerçekleştirdi. Açılım sürecinin bitmesiyle tekrar ön plana çıkan korucular artık tam anlamıyla AKP’ye angaje olmak zorunda kalmışlardı. Zorunda kalmışlardı diyorum çünkü korucular açılım döneminde kendilerini can pazarında yalnız bırakan AKP’ye güvenmiyorlardı, ancak korucuların iradesini elinde bulunduran milletvekilleri, büyük aileler, önde gelen korucubaşları ve federasyon başkanları maddi manevi menfaatler karşılığında siyasi iktidara angaje oldular ve temsil ettikleri on binlerce korucuyu yüzüstü bıraktılar.
Bugün artık koruculuk müessesinin oluşturulduğu 1985 şartları kalmamıştır. Silahlı insansız hava araçlarının etkin kullanımıyla, özel birlikler dışında komando taburlarının bile görev sayısı düşmüş koruculara operatif anlamda duyulan ihtiyaç neredeyse ortadan kalkmıştır. Buna karşılık iç politikada istismar aracı olması ve sınır dışı gelişmelerle paralel olarak devletin Kürt meselesini sıcak tutmak istemesi, koruculuk sisteminin devam edeceğini göstermektedir. Peki ne zamana kadar?