12 Mart 1952’de Kayseri’de doğdu. İlk ve ortaöğrenimini Kayseri’de tamamladı. Lise eğitimine Kayseri Lisesinde başladı. Fakat bir öğretmene hakaret ettiği iddiasıyla okuldan uzaklaştırıldı.
Doğum yıldönümüne denk gelen 12 Mart 1971’de, Askeri Muhtıra verildiği sırada Harp Okulu‘nda,
12 Eylül 1980 darbesinde Yüzbaşı rütbesiyle Harp Akademisinde öğrenci idi.
28 Şubat 1997 Post-modern Darbesinde Kurmay Albay rütbesiyle Genelkurmay Başkanı Özel Kalem Müdürü,
27 Nisan 2007 E-Muhtırasında Tümgeneral rütbesiyle Kara Harp Akademisi Komutanı,
15 Temmuz 2016’da Genelkurmay Başkanı,
Ve 10 Temmuz 2018’de Milli Savunma Bakanı…
Kimden bahsettiğimi anladınız. Askeri öğrencilerin, erlerin ve verilen emri sorgulama konumunda olmayan birçok rütbesiz askerin cezaevlerinde darbeci olmak suçundan yargılandığı dönemin önce Genelkurmay Başkanı sonrasında ise Milli Savunma Bakanı olan emekli Orgeneral Hulusi Akar’dan bahsediyorum elbette.
Bu satırları yazmama sebep olan, geçtiğimiz günlerde nihai kararı verilen 28 Şubat 1997 Post-modern Darbesi olarak adlandırılan sürecin kudretli paşalarından bazılarının cezaevine girmiş bazılarının da girecek olmasıdır. Destek almadan yürüyemeyen paşaların bu halleriyle cezaevine girecek olmaları insani açıdan üzücü elbette. Yaşadıklarından ötürü “Hak ettiklerini buldular“ veya “Bu komutanların hepsi kahramandır“ gibi bir hüküm de vermeyeceğim.
Kurtarıcı Kim: Darbeciler mi, Darbe Karşıtları mı?
Kimileri içinde bulunduğu konumun gereğini yapmak zorunda kaldı, kimileri de geçmiş komutanlarının izinden giderek siyasete sert bir şekilde yön vermek istedi. Düşünceleri ne olursa olsun 28 Şubat döneminde toplumun belli bir kesiminden destek gördüler. Tıpkı günümüzün asker ve siyasilerinin de belli kesimlerden destek görmesi gibi.
Darbeler ve muhtıralar ister başarılı olsun isterse başarısız, sonunda birileri tarafından demokrasi türkülerinin söylendiği, özgürlük naralarının atıldığı dönemlerdir. İlginç olansa demokrasinin yerini olağanüstü hal ve baskıların, karışıklığın yerini arkası kesilmeyen keyfi yönetimlerin ve yasaların, sokak olayları ve kaosun yerini ise işkencelerin ve yargısız infazların aldığı dönemler olmasıdır. Anlaşılıyor ki, darbeden önce de darbeden sonra da halk zulümden kaçamıyor. Aradaki tek fark darbeden sonraki zulmün legal görülmesi.
Geride bıraktığımız yıllarda birçok darbe davası görüldü. 12 Eylül, 28 Şubat ve 15 Temmuzun yargılamaları sona erdi, 27 Nisan e-muhtırası arada kaynadı gitti denebilir. 15 Temmuz 2016‘da vuku bulan olayın darbe mi yoksa kumpas mı olduğu birçok kesime göre hala muamma. Fakat mademki konumuz darbe yargılamaları ve sanıklar, o halde değerlendirmemizi, olayın darbe girişimi olduğunu kabul ederek ele alalım.
15 Temmuz yargılamalarında hemen hemen tüm üst düzey komutanlar, ast rütbedeki askerler ve erler darbeci ithamına maruz kaldı ve yargılandı. Daha önceki darbe yargılamalarında ise sadece belirli sayıda üst düzey komutan soruşturmaya tabi tutuldu ve sembolik yargılamalar yapıldı.
Darbelerin hemen hepsi için Amerika’nın ya da başka bir dış gücün planı olduğu iddiaları ortaya atılsa da hiçbir Amerikalı veya başka bir ülke yetkilisine dava açılmadı. Bırakın dava açılmasını ya da tepki gösterilmesini, 2015 yılının başında Kara Kuvvetleri Komutanı, NATO’ya sağladığı “sıra dışı katkılar” nedeniyle, 4 Temmuz 2003’te Süleymaniye’deki Türk Özel Kuvvetlerine bağlı askerlerin başına çuval geçirilmesi emrini veren ABD Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Raymond Odierno tarafından Washington’da Liyakat madalyası aldı.
Evet, tahmin ettiğiniz gibi bu madalyayı alan da aynı komutan.
Darbe Yargılamalarında Çifte Standart
Bana kalırsa Sayın Hulusi Akar tüm Türkiye’ye geniş kapsamlı bir açıklama, dahası adil bir yargılanma borçlu. Neredeyse katılmadığı ve görev almadığı darbe girişimi yok denecek kadar az. Eğer bugün askeri öğrenciler yargılanıyor ve müebbet hapis cezaları alıyorsa, 15 Temmuz günü yaşı küçük olan askeri lise öğrenciler 18 yaşını geçtiği gün gözaltına alınıp tutuklanıyorsa aynı mantığa göre, 12 Mart 1971 Muhtırasının Harp Okulu öğrencisinin de gözaltına alınması gerekir. Üstelik yaşı da fazlasıyla tutuyor.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin generallerini ve kurmay subaylarını yetiştiren Harp Akademileri darbe hazırlık merkezi olarak anılıyor ve neticesinde kapatılıyorsa, 12 Eylül 1980 darbesinin kurmay subay adayı öğrencilerinin de darbe hazırlamak ve organize etmek suçundan yargılanması gerekmez mi?
Bugün onlarca generalin emir subayları, emir astsubayları, korumaları ve aile fertleri bile tutuklanıp işkence görüyorken, aldığı emri sorgulama yetkisi olmayan ve sadece kendisine verilen emirleri yerine getiren erler ve ast rütbedeki askerler ağır hapis cezaları alıyorken… 28 Şubat 1997 Post-Modern Darbesinin Genelkurmay Başkanı’nın en yakınındaki isimlerden biri olan hatta konuşma metinlerini hazırlayan Özel Kalem Müdürünün darbe bildiri metnini hazırlamaktan yargılanması gerekmez mi?
Şimdiye kadar birçok darbe girişimine katılan ve şahitlik eden, ama 15 Temmuz günü en ufak bir tepki veya direnç göstermeyen bir generalin, kendisinin bilgisi ve planı olmadan darbeye muhatap olması, derdest edilmesi ve sonlarının müebbet hapis cezası olduğunu bilen darbeciler tarafından serbest bırakılması mümkün mü?
Tabii ki geçmişe dönük olarak, hemen her askere dava açılsın ve görev yaptıkları dönemin darbeleriyle suçlansınlar demiyorum. Demiyorum ama başarılı darbelerde görev almış askerlerin, 15 Temmuz girişimi başarısız oldu diye “Demokrasi Havarisi” kesilmelerini de doğru bulmuyorum.
İyi niyetle bakarsak, yani Sayın Hulusi Akar’ın yaşananlardan haberinin olmadığını ve en başından itibaren darbe girişimine karşı olduğunu düşünsek dahi yaşananların vahameti ortadan kalkmıyor. Karargâhında planlanan darbeden ve kalkışmadan haberi olmayan, üstelik girişimde bulunanlara esir düşen bir komutanın görevine 2 yıl daha devam etmesi ve sonrasında Türk Silahlı Kuvvetlerinin doğrudan bağlandığı Milli Savunma Bakanlığı görevine atanması ordu ve millet açısından ciddi bir tehdit değil midir?
Asker – Siyaset İlişkisinde Dikkat Çeken Kariyer
Bu ülkede siyasilerle ilişkisi olan en düşük rütbeli askerler bile meslekten ihraç edilir. Askeri okullara kabul edilecek 13 – 14 yaşındaki çocuklar dahi uzak akrabalarına kadar güvenlik soruşturmasına tabi tutulur. Bu durumda, henüz gençlik yıllarından itibaren siyasetçilerle dostluk ilişkisi olan ve bu ilişkisini gizlemeyen, hatta iktidar kanadında, yaşanan askeri darbelerin arkasındaki en büyük dış mihraklardan birisi olduğu dillendirilen İngiltere’de, çoğu dönemde askerlerin mesafeli durduğu siyasetçi ve gazetecilerle fotoğraf çektirenlerin bu durumunun sorgulanması gerekmez mi?
Ahmet Necdet Sezer Dostluğu
Teamüller dikkate alındığında çok geç bir zamanda general olması dikkat çeken Hulusi Akar’ın, Kara Harp Okulu Komutanlığı yaptığı yıllarda dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından çok sık ziyaret edilmesi, kendisini iyi tanıyan gazetecilerin sık sık vurguladığı sivil-asker ilişkileri konusundaki özel becerisinin bir sonucu mudur bilemeyiz? Ancak yakın dönem siyasal tarihimiz boyunca Sezer – Erdoğan ve Genelkurmay – Erdoğan gerginliklerine rağmen hem Sezer’in hem de Erdoğan’ın desteğini alması sizde de merak uyandırmıyor mu?
Hangi dönemde ve ortamda olursa olsun üzerinde iktidar güneşinin batmadığı gazetecilerin ve siyasetçilerin olduğu hepimizin malumu. Aklınızda hemencecik birkaç isim bile canlanmıştır. Şimdilerde ise üzerinde iktidar güneşinin batmadığı bürokratlara ve askerlere tanıklık ediyoruz. AKP döneminde mesleğinin zirvesine çıkan ve sonrasında siyasete yönelerek bakanlık yapan Hulusi Akar için de aynı son mu vaki olur yoksa AKP iktidarıyla birlikte sahneden çekilir mi, bilemeyiz. Lakin onu yakından tanıyanların dile getirdiği sözü, sonsöz olarak ben de buraya derç edeyim:
Su uyur Hulusi Akar!