Hiç tanımadığı, ondan çıkarı da olmayan bir insanın, haksızlığa uğrayan bir kişi karşısında onun hakkını savunmak için kendi hayatını feda etmesinin örneğiyle ne sıklıkla karşılaşabiliriz?
Emile Zola, bu tip insanlardan birisidir. Roman yazarı olarak sahip olduğu şöhretini kaybetme riskini umursamadan tüm varlığı ile haksızlıkların üzerine yürüdü. Susarak ya da tepki gösteriyormuş gibi yaparak değil, tüm kozlarını masaya yatırarak. Kâr elde etmek için değil, karınca misali yolunu/tarafını belli ederek. “Konuşmak ödevimdir, suç ortağı olmak istemiyorum,” cümlesini kurarak.
Peki, Zola nasıl bir haksızlığa uğradı da tüm gemilerini yakıp “savaşa” girmek zorunda kaldı?
Ya siz? Tüm varlığınızı ortaya koyarak mücadele vermek için nasıl bir durumla karşılaşmanız gerektiğini düşünürsünüz?
Muhtemelen birileri, size ya da ailenizden birisine, telafisi mümkün olmayan bir haksızlık yapıp sizi zarara uğratırsa, bu haksızlığa karşı tüm gücünüzle mücadele verirsiniz, değil mi?
Peki, haksızlık yapılan kişi hiç tanımadığınız biriyse ne yaparsınız? Haksızlıklar, hırsızlıklar, tecavüzler, yağmalar, işkenceler alenen yapılıyorsa, ama görünürde size hiçbir zararı dokunmuyorsa görmemezlikten mi gelirsiniz, yoksa bu gidişata dur demenin makul bir yolunu mu araştırırsınız?
Çıtınız bile çıkmadan, geceleri başınızı yastığa koyduğunuzda vicdanınız rahat bir şekilde uyuyabilir misiniz?
Zola uyumadı. Yüzbaşı Alfred Dreyfus’ un maruz kaldığı haksızlık karşısında “Gecelerim, uzakta, işlemediği bir suçtan ötürü işkencelerin en korkuncunu çeken suçsuz bir insanın görüntüsünden kurtulamaz,” dedi ve hiç tanımadığı, ırkı ya da ideolojisi de aynı olmayan bir insana karşı yapılan haksızlığa en güçlü silahı olan kalemi ile savaş başlattı.
*****
19.yy’ın sonlarında Paris’ teki Alman konsolosluğunda, Fransa ordusunun bilgilerini içeren bir mektup bulunur. Aşırı milliyetçi İstihbarat Müdürü tarafından yapılan soruşturmada, mektuptaki yazının Fransız ordusunda görev yapan Yahudi asıllı Yüzbaşı Dreyfus’a ait olduğuna kanaat getirilir.
Bir anda basında çıkan haberlerle Yahudilerin casus olduğu algısı oluşturulur. Kamu görevindeki Yahudilerin isimleri ülke geneline yayılarak toplumsal linç kampanyası başlatılır. Milliyetçiler, Fransız halkını, Yahudilere karşı “ülkeyi sattıkları” gerekçesiyle kin ve nefret duygularıyla galeyana getirirler.
Artık ülkede meydana gelen tüm olumsuzluklar “Yahudiler” yüzündendir.
Sadece bir varsayımdan yola çıkılarak Dreyfus’un rütbeleri sökülür ve müebbet hapse mahkûm edilir.
Dreyfus ve Yahudiler aleyhine yazılan yazıların, söylenen sözlerin haddi hesabı yoktur. Yazarlar, Dreyfus’u kötüleyen yazılar yazdıklarında kalemleri parlamakta, konuşanlar Dreyfus’a hakaret ettiklerinde sözleri dinlenmektedir.
İki yıl sonra göreve yeni başlayan İstihbarat Müdürü Yarbay Picquart, Dreyfus dosyasını tekrar ele alır. Dreyfus’un suçlanmasına neden olan mektuptaki el yazısının Easterhazy isminde bir binbaşıya ait olduğunu delilleriyle ortaya çıkarınca bu sefer Binbaşı Easterhazy yargılanır.
“Özgürlük, eşitlik, kardeşlik” ilkelerini unutan Fransa, siyaset ayağı ile adaletin boynuna basmaktaydı. Easterhazy iki günde beraat etti. İşin ilginç yanı suçluyu delilleriyle ortaya çıkartan Yarbay Picquart da Yahudiler lehine çalışıyor gerekçesiyle cezalandırıldı.
Halk “sesiz bir yığın” olarak olup bitenleri, bitiren taraf adına yerinde görüyordu.
Entelektüeller, yolunu şaşırmış topluma doğru yolu göstermek için yaratılmıştır. Yaşadığı dönemde romanları çokça okunan Zola, Dreyfus’un casusluktan değil ırkından dolayı suçlu bulunduğuna, asıl suçlunun başkası olduğuna dair gazetelerde yazılar yazarak kampanya başlattı.
Tanımadığı bir kişiyi desteklemek için yazdıklarını yayımlayacak gazete bulamayınca da mücadelesini bırakmadı, yazılarını kendi bastırdığı broşürlerde yayınlamayı sürdürdü.
Bu dava ile ilgili Cumhurbaşkanına açık bir mektup olarak yazdığı “Suçluyorum” isimli en ünlü yazısı bir gazetede yayımlandı ve büyük ses getirdi. Fransa’da birçok akademisyen, yazar ve aydın bu hareketi doğru bularak Zola’yı desteklediler.
Artık algı operasyonlarının hedefine Yahudilerle birlikte Dreyfuscu aydınlar da eklendi. Zola yargılanarak cezalandırıldı. İngiltere’ye kaçtı. Ülkesindeki tüm mal varlığına el konuldu.
Ama gerçekler yürüyordu ve hiç kimse Zola’yı durduramıyordu.
Entelektüel kesimin kampanyaları ve baskıları devam etti. Hükümetin değişmesi ile Dreyfus davası tekrar açıldı. Easterhazy casusluk yaptığını itiraf etti. Dreyfus’un sökülen rütbesi geri takılarak göreve başladı. Zola, Paris’e döndü. Öldükten sonra ülkedeki önemli kişilerin defnedildiği Pantheon’a defnedildi.
*****
Zola, karanlıkta kalmış halkın önüne ışık tutan bir aydındır. Şu an bizimle birlikte yaşasa, paraları ayakkabı kutularına zulalayan hırsızları yakalayanların hapiste olduğunu görse, ülkenin en tepesindeki ismin ülkeyi aile şirketi haline çevirip devletin paralarını zimmetine geçirerek saklayacak yer bulma telaşına girdiği ses kaydını dinlese, kurgulanan darbe teşebbüsüyle hak savunucularını, özellikle bebekleri ile birlikte hapse atılan anneleri görse, yazmakla bitiremeyeceğim kadar çok zulme bizimle birlikte şahitlik etse, ülkenin sessiz yığınlarına ve entelektüellerine ne derdi acaba?
Haksızlığa sessiz kalmak, bir bakıma ona ortak olmaktır. En nihayetinde haksızlık mermisi dönüp dolaşıp seni vuracaktır.
Yıllardır yapılan zulme Boğaziçi akademisyenleri arkalarını dönerek ortak oldular. Haksızlık, kendi kapılarına dayanınca ancak yapmaları gerekenleri yapmak için harekete geçtiler.
Ülkenin önde gelen aydınları gazete köşelerinden yer kapmak, televizyon programlarına konuk olabilmek için dilsiz şeytana dönüştüler.
Kitapları en çok okunan romancılar, daha çok satmak için olanları görmezlikten gelip adeta bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın dediler.
Her şeyin, başka bir âlemde hazırlanıp imdadımıza gönderileceğini umarak, evimizde oturup sürpriz şeyler bekleyemeyiz.
Yapılan adaletsizliği ancak toplumun göstereceği refleks engelleyebilir.
Ben ümidimi hiç kaybetmedim. Her yeni güne başladığımda sessiz yığınların sesi olacak entelektüellerin başlangıç gongunu vurarak, hakikati göstermek için kollarını sıvayacakları günü bekliyorum.
İşte o zaman tarih onların neler yapmadıklarından değil, ne yaptıklarından bahsedecek.