Eflatun (Platon)’un idealar dünyası fiziki ve metafizik dünyadan oluşmaktadır. Eflatun’a göre fiziksel dünyada algıladığımız varlıklar ile zihnimizde canlandırdığımız gerçek varlıklar yüzde yüz aynı değildir. Bu dünyadaki canlılar algıdan ibarettir ve bu varlıklar hakkında kesin hükümler veremeyiz, sadece genelleme yapabiliriz.
Eflatun sadece nesnelerin değil, iyilik, güzellik, adalet, dürüstlük, hatta düşüncenin dahi ideaları olduğundan bahsetmektedir. Kısaca bu dünyanın, idealar dünyasının yansıması olduğunu ifade eder. Dolayısıyla insanlar halihazırda idealar dünyasında değil, gölgeler dünyasında yaşar ve bunu meşhur “mağara benzetmesi” ile anlatır. İnsanlar, mağarada ayakları ve boyunları zincirli, sırtları mağaranın kapısına dönük olarak otururlar. Bu vaziyette iken, mağara kapısından giren ışığın mağara duvarındaki yansımalarını izlerler. Mağara duvarındaki yansımalar, mağara dışındaki gerçek insan, hayvan ve nesnelerin gölgeleridir. Eflatun’a göre insanların bu dünyada duyu organları ile algıladıkları ve tanımlamaya çalıştıkları olgular, mağara duvarındaki gölgelere zihinlerinde verdikleri anlamlarla sınırlıdır.
Ayrıca Eflatun, bir insanın, eşyanın varlığını algılıyabilmesi için onu daha önce bilmesi gerektiğini savunur. Yani, önümde duran bir ağacın ağaç olduğunu ve onun güzel olduğunu önceden bilmeseydim, onu diğer insanların algıladığı gibi tarif edebilir miydim? Eşitlik, farklılık, benzerlik, dürüstlük ve iyilik kavramlarını daha önce bilmeseydim, onları bu şekilde sınıflandırabilir miydim? gibi sorulara yanıt bulmaya çalışır. Dolayısıyla insanların bu bilgileri doğuştan getirdiklerini de savunur ve “insan ruhu” ile ilgili kavramı ele alır. İnsan ruhunun fiziki dünyadaki durumunu ise, başlangıcı ve sonu olmayan İdealar dünyası ile algıladığımız nesneler dünyası arasında bulunuyor şeklinde açıklar. Kısacası, insanın metafizik dünyadaki gerçek varlıkları tanıdığını ve bu dünyadaki varlıkların metafizik dünyadaki orijinallerinin düşük kaliteli eşdeğerleri olduğunu da söyler.
Sevgili okurlar, Miguel de Cervantes’in bu konuyla bağlantılı olduğunu düşündüğüm Don Kişot adlı eserinden de sizlere bahsetmek istiyorum.
Don Kişot, Miguel de Cervantes tarafından 1600’lerin başında yazılmış bir İspanyol romanıdır. Roman, Don Kişot ve hizmetlisi Sancho’nun macera dolu yolculuğunu anlatır.
Okuduğu kitaplardan etkilenen Don Kişot, eski zamanlardaki şövalyelik ruhunu yeniden canlandırmak ister. Evinin mahzeninde bulunan mızrağı ve kılıcı alır ve zırhını kuşanır. Küheylan gibi gördüğü zayıf, sıska atına biner. Amacı çaresiz durumda olanlara yardım etmek, kötüleri cezalandırmak ve dünya çapında ün sahibi olmaktır.
Roman’ın bir bölümünde Don Kişot’un yel değirmenleri ile savaşması onları insanlara zarar veren şeytani devler olarak görmesinden kaynaklanmaktadır. Hizmetlisi Sancho her ne kadar onu uyarsa da yel değirmenlerine saldırır. Yel değirmenleri Don Kişot’a zarar verse de, o büyük bir cesaretle ve pes etmeden tekrar tekrar yel değirmenlerine saldırmaya devam eder.
Hayal dünyasında yaşayan Don Kişot, hayallerindeki gerçeklik ile dünyadaki olayları birbirine karıştırır. Romanın bir bölümünde kürek mahkumlarının, masum insanlar olduğunu düşünür ve onları kurtarmaya çalışır. Bir başka bölümde ise iki koyun sürüsünün, birbirleriyle savaşan iki ordu olduğunu zanneder ve sayıca az olanlara yardım etmek için karşı tarafa saldırır. Sonuçta, çobanlardan bir güzel dayak yer…
Eflatun’un mağara benzetmesindeki örnek ile Don Kişot’un içinde bulunduğu psikolojik durumu bağdaştırdığımızda, Don Kişot’un sahip olduğu idealar bilgisinin, eksik ve yanlış algı ve değerlendirmelerden etkilendiğini ifade edebiliriz. Olayları normal insanlar gibi değerlendirememekte ve zihninde canlandırdığı olağandışı anlamdırmalarla fiziki dünyasına yön vermektedir. Eflatun’un ifade ettiği gibi insanın doğuştan getirdigi idealar olsa da, bunları kişinin eğitimi, kabiliyetleri, zihin sağlığı, içerisinde bulunduğu çevre koşulları, bedensel eksiklikleri (gözünün görmemesi, kulağının duymaması vs.) gibi etkenler etkileyebilecektir.
Şimdi bir politikacı düşünün, sanal dış güçler üzerine kurulu düşmanlar oluşturuyor. Kendisine muhalefet edenleri şer odağı olarak görüyor. Kendisini desteklemeyenleri ötekileştiriyor ve toplum nazarında ayrıştırıyor. İşlediği suçlara dinsel bir kılıf bularak yaptıklarını masumlaştırabiliyor. Milletin malını deniz ve bunu yandaşlara peşkeş çekmeyi normal görüyor. Kendisini dünya lideri ilan ediyor. Ülkenin ekonomisi batmışken müthiş bir kalkınma ivmesi yakalandığını ifade ediyor. Dünyanın bizi kıskandığını iddia ediyor. Ülkenin batısında farklı doğusunda farklı konuşuyor; bugün söylediğinin tam tersini yarın söyleyebiliyor. Kısaca siyahı beyaz, beyazı siyah olarak tanımlayabiliyor ve bunun da gerçek olduğuna insanları inandırmak için onları manipüle etmeyi normal görüyor.
Eflatun’un idealar dünyasındaki meşhur mağara benzetmesi ve Don Kişot’un psikolojik durumunu düşündüğümüzde, bu politikacının davranışlarını nasıl değerlendirmek gerekir?
Sağlıcakla kalın.