Siyasal İslam uygulamalarının Türkiye’de rağbet görmesi ile fundamentalist yaklaşımların dünyada (özellikle de Müslüman nüfusun baskın olduğu ülkelerde) yaygınlaşması aşağı yukarı aynı yıllara (geçen yüzyılın son çeyreğine) denk gelmektedir. Bu denk gelmenin tesadüfi olduğu söylenemez. Bunu dünyanın değişik bölgelerine yönelik, güçlü devletlerce icra edilen toplum mühendisliği çalışmalarının bir sonucu olarak da görmek mümkün olabilir. (Bu açıkçası biraz da komplo teorileri kapsamına giren ayrı bir inceleme konusu olduğundan sadece temas edip geçiyorum.)
Bu süreç içerisinde, Türkiye’de “Millî Görüş” hareketi ya da bir başkası (özel adı ne olursa olsun) siyaseten benimsenen yöntemlerin genel adlandırması Türkiye’deki siyasal atmosfer açısından “Siyasal İslam” şeklinde belirginleşmiştir.
Erdoğan’ın “Millî Görüş” çizgisinde başlayan siyaset hayatı, parti teşkilatları, yerel yönetimler ve siyasal liderlik çizgisindeki yükselişle birlikte bir dönüşümü de bünyesinde barındırmıştır. Bu dönüşüm ideolojik olmaktan ziyade pragmatik bir seyir izlemiştir denebilir. Bunu daha iyi anlayabilmek için “kadrolaşma” meselesine kısaca bir göz atmakta yarar var.
Siyasal İslam uygulamalarında yaygın bir biçimde, toplumu yukardan aşağıya doğru dönüştürme anlayışı hakimdi. Geçmişte, bürokrasi ve memuriyet kadrolarında yeterli elemana sahip olunmamasından ve bir an önce siyasal hedeflerin gerçekleştirilmesi arzusundan kaynaklanan bu tutum Siyasal İslamcılar açısından gayet makul idi. Fakat bugün bu anlayış değişmiştir. Zira Siyasal İslamcılar artık iyi-kötü belli oranda bir kadroya eriştiklerini düşünmekteler ve pragmatik politikalarının bir gereği olarak kendilerine yakın gördükleri kesimlerle ittifaklar kurarak bu kadro meselesini çözmenin pratik yollarını bulabilmektedirler. Liyakat esas alınmadığından ötürü de kadroların hızla doldurulmasında sorun yaşanmamaktadır.
Dün tepeden inmeci bir yöntemle gerçekleştirilmeye çalışılan “İslamlaştırma” bugün artık Olivier Roy’a göre farklı bir biçimde uygulanmakta: “Yeni-fundamentalistler toplumu artık devlet yoluyla değil, aşağıdan yukarıya yeniden İslamileştirmeye çalışıyorlar.”[i] Tabii burada bahsi geçen “İslamileştirme” tabirini dinsel anlamı ile değil, Siyasal İslamcıların pragmatik politikalarına hizmet eden politik bir ifade olarak okumak gerekiyor.
Türkiye’de AKP’nin iktidarda bulunduğu dönemler açısından baktığımızda Roy’un bu yaklaşımının bir yönüyle doğru olduğunu söyleyebiliriz. Fakat, Erdoğan’ın ülke ve parti yönetiminde benimsediği “tek adam” sistemini dikkate aldığımızda mesele biraz farklılaşmaktadır. Şöyle ki:
“Tek adam” anlayışının siyasette “Siyasal İslam” uygulaması gibi görünen yöntemlerinin Erdoğan açısından ideolojik pragmatizmin ötesinde bir karşılığı da var: Tek adam iktidarının devam etmesini sağlamak için ekonomik güç unsurlarını devlet bürokrasisi dışındaki bir tek elde toplamak. Ekonominin devlet bürokrasisinden bağımsız olarak yönetilmesi noktasında Erdoğan’ın Siyasal İslam uygulaması dünyadaki bütün örneklerden ayrışmaktadır. Halkın dini duyarlılıklarının istismar edilmesi ile ortaya çıkan bu yozlaşmış yönetim anlayışını sadece “Siyasal İslam” kavramı ile tarif etmek yeterli olmamakta.
Erdoğan’ın nihai hedefi ne olursa olsun (ister cebini doldurmak ister ölene kadar iktidarda kalmak, isterse de ülkeyi yerle bir etmek) fark etmez… Kurduğu partinin adında adalet, kalkınma tabirleri de bulunsa, parti programında ve tüzüğünde bir sürü cafcaflı tabir de kullansa fark etmez… Erdoğan’a yakıştırılan isim ister Siyasal İslamcı ister “reis”, ister başkan, ister halife olsun, o da fark etmez. Ortada olan bir gerçek var. Erdoğan’ın maneviyattan arınmış bir biçimde uyguladığı “Siyasal İslam” politikalarının karşılık geldiği kavram “yeni fundamentalizm”dir ve Erdoğan da bu “yeni”liği “Yeni Türkiye” etiketiyle uygulamayı kafasına koymuş fundamentalist bir liderdir.
Fundamentalist Liderler
Anthony Giddens, Fundamentalist liderlerle ilgili yapılan bir araştırmadan bahseder. Bu kişilerin ilginç bir şekilde büyük çoğunluğunun sosyal köken olarak toplumun modern kesimlerinden geldiğini söyler.[ii]
Diğer yandan Giddens, İslam ve Hıristiyan fundamentalizminin yaygın olduğu ülke örneklerinden hareketle köktendinciler arasında;
- Başı çeken siyasal partiler içerisinde,
- Muhalefet hareketlerinde ve
- Devlet yöneticisi konumunda güçlü siyasal figürlerin bulunduğunu vurgular.[iii]
Giddens’ın vurgularını Erdoğan açısından değerlendirdiğimizde tipik bir fundamentalist liderle karşılaşmış oluruz. Her ne kadar Erdoğan sosyal köken olarak toplumun modern bir kesiminde neşet etmiş olmasa da siyaset sahnesinde yer alma ve gün gün yükselme sürecinde modern toplumun aktörleriyle hemhal olmuş, modernizmin imkânlarını bugün sınırlarını tespit edemeyeceğimiz ölçüde zorlayarak kullanmıştır.
Velhasıl bugün, Erdoğan’ın asıl becerisi toplumun dönüştürülmesinde ön planda olan Siyasal İslam pratiğini ve fundamentalist yaklaşımlar vasıtasıyla biriken düşünsel (Selefîlik) ve eylemsel (cihatçılık) müktesebatı şahsi ikbale ve çıkara tahvil edebilmesindedir. Elbette ki bu beceri, onun gelecekte adı hayırla anılmayan liderler kategorisine girmesine mani olmayacaktır.
[i] Olivier Roy; Siyasal İslamın İflası, Metis Yayınları s.111
[ii] Ingmar KARLSSON; Din Terör ve Hoşgörü, İstanbul, Homer Kitabevi, 2005, s.95
[iii] Anthony Giddens, Sosyoloji, Kırmızı Yayınları, 2012, S.618