Son yıllarda dünya arenasında dikkate değer bir husus var: Daha fazla otokrat lider, daha güçlü sağ partiler ve daha kutuplaşmış toplum yapıları. Bu durum yalnızca gelişmekte olan ülkelerle sınırlı değil; demokratik değerlere sahip Batı ülkelerinde bile sağ popülizmin yükselişi bir trend haline gelmiş durumda. Peki, dünya neden bir düzensizliğe doğru evriliyor ve otokrat liderler neden bu kadar başarılı oluyor?
Kaos, Güvensizlik ve “Güçlü Lider” Arayışı
Demokratik sitemler, pandemi, savaşlar ve iklim değişikliğinin yarattığı belirsizlikler ve krizler nedeniyle son derece güvensiz hale geldi. İnsanlar ekonomik istikrarsızlık, artan enflasyon ve iş güvencesizliğiyle başa çıkmaya çalışıyor. Bu noktada toplumlar, “güçlü lider” imajına sahip kişilere yönelme eğilimi gösteriyor. Çünkü kriz anlarında insanlar, karmaşıklık yerine basit çözümler ve net bir rehberlik arıyor.
Otokrat liderler, belirsizlikleri kendi lehlerine çevirerek, “düşman yaratma” ve “biz ve onlar” argümanlarıyla kitleleri harekete geçirebilme yeteneğine sahip. Toplumun içgüdüsel korkularına odaklanarak, “kontrol bende” mesajı veren bu liderler, bireylerin karmaşık sorunlardan uzaklaşıp kolayca inanabilecekleri yol haritası sunmakta oldukça yetenekliler.
Sağ Partilerin Yükselişi: Korkunun Politik Gücü
Sağ partilerin yükselişi de bu düzensizliğin temel yapı taşlarında birisi. Sağ partilerin temel politikası; ekonomik sıkıntılar, artan göç hareketleri, yerel halkların kimlik kaybı ve ekonomik rekabet gibi toplumun güncel korkularını tetiklemek üzerine kurulu. Sağ popülist partiler, göçmen karşıtlığı, milliyetçilik ve geleneksel değerlere dönüş söylemleriyle, Almanya, Fransa, İtalya, İsveç ve Macaristan gibi ülkelerin sağ politik söylemlerinin yükselişine dayanak olmaktadırlar.
Korku siyaseti basit bir tepki olmanın ötesinde, bir strateji haline getirilmiş durumda. Sağ partiler, basit ama etkili bir söylemle, “dış tehditlere karşı ulusu koruma” vaatleriyle seçmenleri yanlarına çekme çabasındalar. Modern dünyada, karmaşık sosyal ve ekonomik sorunların çözümleri genellikle zaman ve uzmanlık gerektirirken, sağcı liderlerin sunduğu ani çözümler toplum için daha cazip olmakta.
Demokrasi ve Popülizm Arasında Sıkışan Dünya
Bir diğer önemli husus ise demokrasinin kendisini koruyamama hali. Liberal demokrasilerin temel özelliklerinden biri, birey haklarını ve çoğulculuğu savunmaları.
Ancak otokrat liderler, bu sistemin açıklıklarını ve yavaşlığını manipüle ederek hızla güç kazanıyor.
Seçimle iktidar koltuğuna oturan bu liderler, bir kez başa geçtiklerinde kolayca medyanın kontrolünü ellerine alabiliyor, yargı bağımsızlığına müdahale edebiliyor ve baskıcı yasalarla otoriter rejimlere dönüşebiliyorlar.
Medya üzerindeki kontrol ve bilgi manipülasyonu ile halkın doğru bilgiye erişimini kısıtlıyorlar. Gerçeklerin yerine geçecek şekilde kurgulanmış “hikayelerle” kitleleri kolayca etkileyebiliyorlar.
Sonuç: Bilgiye Erişim ve Demokrasinin Korunması
Dünya düzenindeki bu hızlı gelişmelerle birlikte güçlü otokrat liderlerin yükselişi, sağ popülizmin etkisiyle birleştiğinde; bilgiye erişimin demokrasiler üzerindeki kritik rolünü net bir şekilde gözler önüne seriyor. Bilgiye serbest ve doğru bir şekilde ulaşım, toplumların manipülasyondan korunması ve bilinçli kararlar alabilmesi için temel bir husustur.
Artık bilgi çağında yaşıyoruz ve bilginin bir silah gibi kullanılmasından ziyade bir hak olarak kabul edilmesi, demokrasilerin bu zorlu süreci atlatıp daha da güçlenebilmesinin kilit noktasıdır. Çünkü ancak doğru ve güvenilir bilgiye erişebilen toplumlar, her türlü manipülasyonlara karşı direnç geliştirebilir ve demokratik değerleri savunmaya hazır hale gelir.