Futbol maçlarını seyredenler bilir. Özellikle Türkiye ligi son zamanlarda seyir zevki açısından oldukça düşük ve kalite yönünden zayıftır. Bu durumu ortaya çıkaran faktörlerin başında da her fırsatta kendini yere atan oyuncular ve hakemleri objektif eleştiremeyen teknik direktörler ve yöneticiler gelir. Aynı maç içerisinde bile kendileriyle çelişen itirazlarda bulunurlar. Rakibe yapılan faule, faul olmadığına dair itiraz edip kendi oyuncusuna verilen için alkışlayan bir düzen oturmuş maalesef. Aslında bu durumun benzerini halkın her tabakasında görebilmek mümkün. Son zamanlarda sayısı artan sokak röportajlarında kendi partisinin yaptığı bir yanlışı başka parti yaptı zannıyla eleştiren vatandaşların, olayın failinin kendi partisinin yetkilileri olduğunu öğrendiğinde savunmaya çalışmaları gerçekten acınası.
Türk siyasi tarihine MİT Tırları vakası olarak geçen hadisede görevim gereği yer aldım. Sosyal, mesleki ve adli sonuçlarıyla da derinlemesine yüzleştim. İnsanların olaya bakış açılarındaki değişimleri ve çarpıklıkları bizzat müşahede ederek olaya dair değil de insanlara dair çok fazla tecrübe edindim. Bu tecrübelerden yola çıkarak rahatlıkla söyleyebilirim ki; Türkiye’deki insanların ekseriyeti, olaylarla ilgili yorum ve fikirlerini kendi bilgi ve görüşlerinin aksine bile olsa, siyasi yönetimlerine göre ifade ediyor.
MİT Tırları vakası ile devam edelim. Erdoğan ve AKP’li siyasetçilerin ilk andan itibaren “İhanet” ve “Casusluk” olarak değerlendirdiği olayla ilgili AKP taraftarları da hemen benzer bir tutum içine girdiler. Aslında gerçekleşen, Jandarma’nın adli kolluk görevini yerine getirmeye çalışmasından ibaretti. Çünkü bu olaydan henüz 9 gün önce yine Adana’da bir kamyon füze başlığı ve bir otobüs dolusu silah yakalanmıştı. Hatta dönemin valisi Hüseyin Avni Coş polis şapkası takarak poz vermiş ve Türkiye’nin silah kaçakçılığına asla izin vermeyeceğini söylemişti. Bahse konu tüm olaylarda yakalanan tüm malzemeler ve silahlar aslında MİT’in kontrolünde olan gizli kapaklı işlerdi. Fakat siyasilerin gösterdiği tepkiler neticesinde kolluk görevlilerinin icra ettiği bir faaliyet “kahramanlık” olarak ilan edilirken diğeri “ihanet” olarak adlandırıldı. Eğer o gün Erdoğan, Jandarma’nın yaptığı faaliyeti tebrik edip, yakalanan MİT görevlilerine soruşturma izni verseydi sizce halkın tepkisi nasıl olacaktı?
O dönem AKP ile görüş ayrılığında olan MHP’li Tuğrul Türkeş’in beyanlarını ve sonrasında AKP saflarına geçmesiyle değişen fikirlerini unutmak mümkün değil. Aynı durum şu anki tüm MHP yönetimi ve seçmeni için de geçerli aslında.
Ülkemizde insanların düşünce biçimini önemli oranda ideolojileri belirliyor. Toplumu etkileyen önemli olaylarda kendileri fikir üretmeden evvel liderlerinin bu konudaki düşüncelerine bakıyorlar. Hatta bizzat tanık oldukları olaylarda bile doğrulardan yana değil destekledikleri gruplardan yana görüş ortaya koyuyorlar. AKP’li siyasetçilerin ve bürokratların ortaya çıkan illegal işleri veya dine ve dindarlara zarar veren davranışlarının yarısını CHP veya herhangi başka bir parti yapmış olsa “din elden gidiyor” naralarıyla ayaklanacak olanlar, şimdi boyun büküp sessiz kalıyorlar. Kimi zaman da yapılanları yalanlamaya ve partilerini savunmaya çalışıyorlar.
Tabii ki bu sadece AKP’yi destekleyenlere has bir durum değil. Benzer davranışları net bir şekilde diğer partileri destekleyen vatandaşlarda da görebilmek mümkün. Daha düne kadar AKP ve Erdoğan için her türlü hakareti ve eleştiriyi yapan MHP lideri Bahçeli, bir anda Erdoğan’ın en büyük destekçisi oldu. Parti tabanında yer alan kişiler de yaşananları yadırgamadan ani dönüşler yaptı. CHP, 15 Temmuz 2016’da yaşananlar sonrası Erdoğan’ı sonuna kadar destekledi ve kurulan baskıcı düzenin hazırlayıcılarından oldu. Sonrasında ortaya çıkan çarpıklıklarla da “kurgu” ve “sahte” bir darbe olduğu söylemine girdi. Fakat ne hikmetse haksız yere hapse atılanları savunmadı. İşte bu sebeple de hem CHP yönetimi hem de tabanı inandıklarının aksine bir tutum içine girdiler.
AKP’nin Seçilmesi Her Zaman “Milli Görev” Niteliğinde
Çevremden seçimlerle ilgili konuştuğum kişiler arasında AKP veya MHP kökenli olanların çoğunluğu, partilerinin ve yöneticilerin düştüğü durumdan haberdar. Ortaya saçılan tüm hırsızlıkların ve çürümüşlüğün gerçek olduğunu biliyorlar. Fakat ne hikmetse başka bir partiye oy vermeye de yanaşmıyorlar. Kendilerince oluşturdukları savunma mekanizmalarını dinleyince, AKP’nin yürüttüğü siyasette tabanına karşı ne kadar başarılı olduğu ve kitlesini ne kadar da iyi tanıdığı ortaya çıkıyor.
Gerek televizyon dizileriyle gerekse siyasi demeçlerle AKP ve MHP tabanı, seçimlerin “Millî Mücadele” ciddiyetinde olduğuna, eğer kendi partileri kaybedecek olursa insanların dinini yaşayamayacak hale geleceğine, ülkenin işgal edileceğine kadar inandırılmış durumda. Elbette gerçekler bunlar değil fakat muhalefetin sunduğu seçim vaatleri de insanlarda oluşan bu endişeleri giderecek türden değil.
Erdoğan “Fakir”, Kılıçdaroğlu “Elit”
Toplumda sayıları azımsanmayacak derecede “CHP Fobisi” olan insan var. CHP’ye vereceği oy yüzünden geçmişine saygısızlık yapacağını düşünenlerden tutun da dinden çıkacağına inananlara kadar. Hemen her seçim döneminde CHP’nin vaatleri AKP’nin vaatleri yanında aciliyet bakımından arkada kalıyor. Ülkemizde halkın talepleri arasında ekonomi ve sosyal imkanlar asla ilk sıralarda yer almıyor. AKP ve Erdoğan’ın çok iyi bildiği ve kullandığı öncelikli argümanlar “Vatanın Bekası”, “Terörle Mücadele” ve “Dinini Yaşama Özgürlüğü” oluyor. Okuyan ve araştıran insanlar AKP ve Erdoğan’ın tüm bu argümanlar için en zararlı yapı olduğunu zaten biliyor. Muhalif kanadın asıl ikna etmesi gereken kesime de bunu anlatabilmek ne yazık ki pek mümkün olmuyor. Bazen konuştuğunuz zaman gerçekten hipnotize edildiklerini veya büyü etkisi altında konuştuklarını sanıyorsunuz. İster eğitimli olsun ister eğitimsiz çoğu vatandaşın kurduğu cümlelerdeki kelimeler bile aynı.
Kendisini halktan biri gibi pazarlamayı çok iyi beceren Erdoğan, 1000 odalı sarayda yaşamasına, 1000 korumayla ve 100 arabalı konvoyla gezmesine rağmen halkın adamı oluveriyor. Sıradan bir apartman dairesinde mütevazı bir hayat yaşayan Kılıçdaroğlu ise elitist ve kibirli bir lider olarak sunuluyor. Erdoğan’ın hemen her konuşmasında devleti yönetenlerin başkaları olduğu, AKP’nin de iktidar olunca her şeyi düzelteceği izlenimi var. Yıllardır kötüye giden yönetimin ve zayıflayan ekonominin sorumluluğunu asla kabul etmiyorlar. Yaşanan tüm olumsuzlukları başkalarına ihale edip kendilerini temize çıkaran, hiçbir olayın sorumluluğunu üstlenmeyen, haksız olduğu konularda üste çıkmayı becerebilen bir yönetim ve onu her haliyle kabul etmiş, devletten beklentisi asgari olan bir seçmen kitlesi var. Çeyrek yüzyıldır ülkeyi yönetmesine rağmen bir türlü bitmek tükenmek bilmeyen mağduriyetleri sayesinde; işledikleri suçlarda, görevlerini ihmalde bile mağdur olan yine hep onlar…
Lidere kayıtsız şartsız bağlı olunan toplumlarda insanlar doğrular üzerinden fikir üretmek yerine liderin söylemleri ve davranışları ile kendi doğrularını oluşturuyor. Liderlerini rol model olarak benimsedikleri için davranışsal ve düşünsel olarak da ona benzeme eğilimi oluşuyor. Sözün kısası bugünün menfaatperest ve dün söylediğini bugün inkâr eden, rakip gördüklerine karşı acımasız ve amacı uğruna her yolu mubah gören toplumun kimi örnek aldığını kestirmek güç değil.