Anadolu coğrafyası, binlerce yıldır idealler uğruna mücadele eden milyonlarca insanın sahnesi olmuştur. Bu topraklar, hem dışarıdan hem de içeriden gelen çatışmalarla sürekli bir mücadele atmosferinde gelişim göstermeye çalışmıştır. Ancak, toplumsal ideallerin bireysel ideallerin önünde tutulduğu bir coğrafyada, çoğu zaman yöneticilerin hırs ve egolarının peşinden koşması, yerleşik halkın sömürüsüne zemin hazırlamıştır. Toplum için yerleşik fedakârlık anlayışı, kendi öz haklarının kolaylıkla başkalarına devredilmesine yol açmıştır. Bireyin kendi fikirlerini oluşturma yeteneği elinden alınmış ve toplum, ideolojik grupların birer neferi haline gelmiştir.
Günümüzde yaşanan kavgalar ve kutuplaşmaların temelinde, geçmişten gelen bu miras yatmaktadır. Her birey, kendi düşüncesini ve içinde bulunduğu sistemi yaşatmanın derdine düşmüş durumdadır. Bu ortamda uzlaşma imkânsız hale gelmiştir. Bu çatışmalar, toplumda duyarsızlık yaratarak insanları, içinde bulundukları atmosfere göre tepki vermeye yönlendirmektedir. Guruba ve lidere bağlılık davranışı, bireylerin bireysel gelişimini ve isyan etme eğilimine en büyük engel haline gelmektedir.
Bu uzun girişten sonra günümüze gelelim. AKP rejimi son seçimlerde yine yeniden kazanmayı başardı. Yaşanan soygunlar, talanlar, rantlar; depremdeki ihmaller ve sorumsuzluklar nedeniyle binlerce insanın ölümüne, milyonlarca insanın açlık sınırının altında yaşamasına rağmen muhalefet bu seçimleri kaybetmiştir.
Peki, neden muhalefet beklediği sonucu alamadı? Bin yılı aşkın bir süredir lider odaklı bir toplumda ve de son yüzyıldaki Cumhuriyet döneminde muhalefet gerçekten var mıydı? Bu soruyu cevaplamaya çalışalım. Ülkemiz, 1950’li yıllardan itibaren muhalefet kavramıyla tanıştı. Ancak siyasi tarihimiz, darbelerle şekillenen periyotlarla dolu olduğundan, son 20 yıldır muhalefet gerçek anlamda etkili olabileceği bir zeminine sahip oldu. Bu yirmi yıllık süreç içerisinde de ana muhalefet, sığ sol siyasi anlayışı ve kaset skandallarıyla zamanını harcadıktan sonra son 10 yıldır sahnedeydi. Diğer muhalif partilerin durumu ise malum. 10 yıllık bir muhalefet anlayışıyla Türkiye toplumunu doğru bir şekilde okumak zorlu bir görevdi. Muhalefet içindeki karanlık zihniyetlerin AKP rejimiyle doğrudan ilişkisi, kazanılan seçimlerin yine bir şekilde AKP’ye armağan edilmesinin de sigortasıydı.
Burada ek olarak belirtmek isterim ki, ülkemizin insanları bireysel olarak fikir üretmek veya değerlendirmek yerine, içinde bulundukları grup ve liderin davranışlarına göre hareket etme eğilimindedir. Muhalefetin seçimi kazanması için sağlam bir ideal oluşturması, toplumun bu tarihi geleneğine hitap eden bir lider etrafında bu idealin muhalefet bloğuna yerleştirilmesi ve kendi gündemleriyle gruplarının gücünü net bir şekilde sağlamlaştırması gerekmekteydi.
Bu ülkenin insanları yüzyıllardır fikir çatışmalarına maruz kalmıştır. Uzlaşı kültüründen bu denli uzaklaşmış bir toplumun aniden tabularını yıkmasını beklemek gerçekçi değildir. Hepimiz, çocukluğumuzda veya ilerleyen yaşlarımızda annelerimizin, babalarımızın veya çevremizin bize sık sık söylediği şu cümlelere aşinayızdır: “Kimseye karışma, okulunu oku, işini yap, sivrilme…” Bu cümleler, birisi yanlış bir şey yapıyorsa düzeltmek yerine sessiz kalmayı, düzenin bozulmamasını tembihlemektedir. Toplumun genelinde de maalesef bu zihniyet hakimdir.
Bu anlayışla yetişen bir toplumun liderliğini ispat edememiş, kendi arasındaki organizasyon ve güven sorunlarını aşamamış bir Muhalefet etrafında, sağlam bir şekilde konum alması mümkün olmayacaktır.
Peki, suçlu kim? Muhalefet mi? Toplum mu? Suçlu arayışına girerken önce kendimize bakmayı denemeliyiz. Bireysel olarak ne kadar ilerleyebildik ki, eleştirel bir bakışla toplumu ileriye taşıma çabasına girelim? Elbette sesimizi duyurmaya çalışırken, üzerinde durduğumuz zemini ve kendimizi sağlam bir seviyeye ulaştırmalıyız ki, sesimizin etkisi daha net hissedilebilsin.
Gelişmek için önce bireysel olarak kendimizden başlamalıyız. Bireysel gelişimin teşvik edilmesi, yanlışlara karşı çıkma davranışının gelecek nesillere aktarılması için elimizden geleni yapmalıyız. Birbirimizi anlamaya, farklılıklarımızı kabul etmeye ve ortak noktalarda buluşmaya çalışmalıyız. Sadece liderlere veya muhalefet partilerine bel bağlamak yerine, kendi gücümüzü keşfetmeli ve aktif bir şekilde toplumun geleceği için çalışmalıyız.
Unutmayalım ki, bir gelecek arayışında toplumun ve muhalefetin rolü büyük önem taşır. Toplum, isteklerini dile getirmeli ve yöneticilerden hesap sormalıdır. Muhalefet ise toplumun beklentilerini doğru şekilde temsil etmeli, alternatif çözümler sunmalı ve adalet, özgürlük, eşitlik gibi temel değerlerin savunucusu olmalıdır.
Ancak bu süreçte, bireyler olarak sorumluluk almamız ve katkı sağlamamız gerekmektedir. Toplumsal değişim ve ilerleme, her birimizin eylemleriyle mümkün olacaktır. Kendi düşüncelerimizi oluşturmak, eleştirel düşünce becerilerimizi geliştirmek ve toplumun sorunlarına aktif bir şekilde dahil olmak önemlidir.
Bu nedenle, gelecek arayışında toplumun ve muhalefetin rolünü doğru anlamalı ve kendimizden başlayarak olumlu bir değişim yaratma çabası içinde olmalıyız. Ancak bu şekilde birlikte ilerleyerek daha adil, özgür ve sürdürülebilir bir gelecek inşa edebiliriz.