Demokrasiye ve hukuka susamış insanların yıllardır beklediği “Cumhurbaşkanlığı Seçimleri” ümit edilenin aksine Erdoğan’ın koltuğunu korumasıyla nihayetlendi.
Önceki birçok seçimde olduğu gibi bu seçimdeki iki turda da mükerrer oy kullanan seçmenler, açıktan oy kullanımı, tutanaklardaki hukuksuzluklar gündemden düşmedi.
Erdoğan devlet imkânlarını sonuna kadar kullanırken muhalefete karşı karartma uygulanması, bakanların şaibeli olarak koltuklarında oturmaya devam etmeleri geniş çevrelerce eleştirildi.
Önceki seçimlere ilave olarak iktidar partisi ve Erdoğan kendi montajladıklarını kabul ettikleri kasetleri mitinglerde halka izlettirerek Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nu yıpratmaya çalıştı.
Seçim sonuçları açıklandıktan sonra da özellikle Erdoğan’ın diktatoryal yönetiminden bunalmış bazı insanlarda moral bozukluğu ve ümitsizlik hali oluştu.
Bundan Sonrası
Rivayete göre padişahın birisi, şehrinin önde gelen bilgelerinden birini çağırır ve kendisine hüzünlüyken söylendiğinde mutlu olabileceği, mutluyken söylendiğinde hüzünlenebileceği bir söz söylemesini ister.
Bilge adam, şu cevabı verir:
“Bu da geçer ya Hu!”
Yani, mutluluk da hüzün de iyilik de kötülük de başarı da başarısızlık da kalıcı değildir.
Başaran mağrur, başaramayan mahzun olmamalı.
Özverili iktidar ve muhalefet partileri için de durum bundan farklı değildir: “Bu da geçer ya Hu!”.
İktidar olan aklına getirmeli ki, “İktidarım ebedi değil 5 yıl sonra seçim var.”
Muhalefette olan ise “Bu defa iktidar olamadık ama 5 yıl sonra yine seçim var” demelidir.
Recep Tayyip Erdoğan her ne kadar ülkeyi diktatör gibi yönetiyor olsa da Türkiye halkı onu kral olarak değil beş yıllığına Cumhurbaşkanı olarak seçti.
Her türlü yolsuzluğun merkezinde olan ve terör örgütleri ile yakın ilişki kurmuş olan Erdoğan gibi liderler sahip oldukları makamlarını bırakmak istemezler.
Aslında buna mecburdurlar. Çünkü tüm yolsuzlukları, hukuksuzlukları, makamlarının gücünü istismar ederek yapmaktadırlar.
Bunlar kendi kontrol ettikleri yargı mekanizmasına takılmamaktadır.
Fakat koltuk devri sonrası ülkeye hukuk gelmeye başlarsa yargılanacaklarını da çok iyi bilirler.
Erdoğan istese de istemese de en geç beş yıl sonra yine seçim yapılacak.
Bizim istediğimiz de bu değil mi?
Ülkeye hukuk gelmesi ve adaletin tesis edilmesi.
Erdoğan kaybederse ilelebet kaybetmiş olacak, ama biz kaybetsek dahi tekrar odaklanmamız ve çalışmamız gereken bir seçenek olacak.
Tıpkı yaşadığımız durum gibi.
Zaman bizim lehimize ilerliyorken, seçimi kazanan olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın aleyhine işlemektedir.
Erdoğan nasıl seçim ile geldiyse aynı şekilde seçim ile gitmelidir.
Yönetimi esnasında felçli duruma getirdiği adalet mekanizması tekrar ayağa kaldırıldıktan sonra hukuk kuralları çerçevesinde yargılanmalıdır.
Ne Yapmalı?
28 Mayıs seçimlerini unutmadan, ama ders alarak hedefimize odaklanmak ve mücadele etmek zorundayız. Bu bizim için bir seçenek değildir. Bilakis bir mecburiyettir. Eğer Türkiye’ye hukuk gelsin istiyorsak sendelemek ve yıkılmak bizim için söz konusu olamaz.
Erdoğan bu kadar yolsuzluğun merkezindeyken hala oyların yüzde 50’den fazlasını alıyorsa kendi ve kadrosu daha fazla mücadele ettiği içindir. Velev ki oyları çalarak kazandı, montaj yaptı, iftira attı. Bunların hepsi Erdoğan açısından “mücadeleye” dâhildir. Çünkü Makyevalist Erdoğan açısından “Hedefe götüren her yol mubahtır”.
Bizim Türkiye ile ilgili hayalimiz Erdoğan’dan çok farklı.
Biz dil, din, ırk, mezhep odaklı siyaset istemiyoruz.
İnsanlar kutuplaşsın istemiyoruz.
Kimse düşüncesinden dolayı suçlu ilan edilmesin ve yaftalanmasın istiyoruz.
İnsanların yaşamaktan mutlu olduğu bir Türkiye istiyoruz.
Bunları gerçekleştirebilir miyiz, bilmiyorum, ama gerçekleştirmek için çok çalışmak, ümidimizi yitirmemek bizim üzerimize borçtur ve bu ülkeye vefanın da göstergesidir.
Depremden sonra enkaz altında açlıktan ve soğuktan dolayı ölen bebeklere karşı,
Kendisini Galata Kulesinden atan KHK’lı ailenin çocuğuna karşı,
Emekli maaşı yetmediği için bayat ekmek kuyruğunda gözyaşlarını tutamayan “dede”ye karşı,
Hangi ideolojiden olursa olsun yıllardır cezaevlerinde esaret altında tutulan on binlerce insana ve bilhassa askeri öğrencilere karşı borcumuz var.
Tüm bunları zihnimizin bir köşesinde tutarak sanki 28 Mayıs’ta Erdoğan’a kaybettirmişiz gibi yeni döneme “Nerede Kalmıştık?” diyerek başlamalıyız.
Sonuç itibariyle başarılı olur muyuz bilinmez ama “yarınki gün” çocuklarımızın, mağdurların ve onların çocuklarının yüzüne rahatça bakabilmek için direnmek, mücadele etmek ve dik durmak zorundayız.