Yaklaşan seçimlerle bağlantılı olduğunda şüphe olmayan İstiklal Caddesi eyleminin, şu aşamada kim tarafından yapıldığının bir önemi yok. Tabii ki bunlar araştırılmalı, failler, azmettirenler, talimat verenler tek tek yakalanmalı. Fakat bundan önemli olan, öncelikle ve ivedilikle konuşulması gereken mesele şudur: Böyle bir saldırı yapılacağına dair bir istihbarat var mıydı yok muydu? İstihbarat var idiyse ne tedbir alındı? İstihbarat yok idiyse bu zafiyetin bedelini kim ödeyecek?
Ülkeyi yönetenlerin yas tutmaktan ve ona buna ayar vermekten daha önemli sorumlulukları olmalı. Mesela, tedbir alma sorumluluğu. Mesela tedbir alamadığı yerde hesap verme sorumluluğu. İhmal gösteren yöneticiler ve bürokratlar hesap vermek yerine ona buna ayar veriyorlar.
Her zaman alıcısı bulunan “Kahrolsun Amerika” sloganına sığınıp iktidarın bu konudaki zafiyetlerini saklayan bir İçişleri Bakanı ve ona bağlı güvenlik bürokrasisi ile terörle mücadele falan edilmez. Bir taraftan halkın doğru habere ulaşma özgürlüğünü kısıtlarken, bir taraftan da teyit edilmemiş bilgilerle toplumda kin, nefret ve düşmanlık oluşturacak açıklamalar yapmak devlet ciddiyetiyle bağdaşmaz.
Biliyorum, bu ülkede devlet aklı kaybedileli çok oldu, ama bu kayba alışmamalıyız. Yöneticilerden sağduyu, aklı selim ve profesyonel bir zekaya dayanan icraatlar istemek, sorumluların hesap vermesi için kamuoyu baskısı oluşturmak her vatandaşın en doğal hakkıdır. Siyasal muhalefetin de böyle bir hakkı var, ama onlar sanki çoktandır bu haklarından iktidar lehine feragat etmiş gibi bir vaziyet takınıyorlar.
Bombanın Mesajı Ne?
Saldırıda ölenlere Allah’tan rahmet, yaralılara da acil şifalar diliyoruz. Şu bir gerçek ki, İstiklal Caddesinde o bombayı patlattıranlar açısından ölen vatandaşın sayısının hiçbir önemi yok. Onlar açısından bomba doğru bir yerde ve doğru zamanda patlatıldı. Failleri açısından durum böyle. Peki ya siyaset cephesindeki durum?
İktidar ölen canların acısını hissediyor mu? Yoksa pişkin pişkin meselenin iç politika malzemesi olabilecek işlevsel yönlerini mi didikliyor? İktidarın hiçbir yaraya merhem olmayan, hiçbir acıyı dindirmeyen açıklamaları durumun tam da böyle olduğuna dair kanaati güçlendiriyor.
Ne iktidar ne de muhalefet cephesinde 2023 Türkiye’sinin yönünü tayin edecek, kamuoyuna ilan edilen somut stratejiler ortaya konmuş değil.
Gerçi iktidar, her zamanki gibi iktidar olmanın avantajlarını kullanıyor. Toplu Konut Projesi, EYT’lilere yönelik iyileştirmeler, halkta karşılığının olmadığı sanılsa da devleti kutsama refleksine su taşıyan TOGG projesi ve devlet kasasında son kuruş kalana kadar seçmenin cebine seçimlere kadar olabildiğince fazla para koyma hedefi gibi iktidarın somut seçim çalışmaları var ve bunlar her zamankinden daha hoyratça.
Muhalefet partileri ise “altılı masa” macerasını yaklaşan seçimlere ve 2023 Türkiye’sine yön verecek bir mecraya hala sokamadılar. Bundan başka bir argüman da üretebilmiş değiller. Ayrıca iktidara karşı onun söylemlerini oburca tüketerek mücadele etmek gibi vahim bir yanlışın da içerisindeler. HDP’ye ve Kürtlere yaklaşım politikaları ortada. Çıkış yolu arayan muhalefet, yola devam etmekte iktidar reçetelerine başvurmak gibi talihsiz bir kararlılık içerisinde bulunmaya devam ederse, maalesef kaybeden yine Türkiye olacak.
Tabii ki bunların hiç birisi Türkiye Cumhuriyeti Devletini yönetenlerin ve yönetime talip olanların bölgesel ve küresel politikalardaki tavrını “ilgili” kamuoyuna göstermek için yeterli değil. Zannediyorum bu bombanın patlamasının en önemli nedenlerinden birisi de tarafların bu yöndeki politikalarını netleştirmeye zorlamak. Bu noktada, İstiklal Caddesinde patlayan bomba ile hem iktidara hem de muhalefete şu sorulara cevap vermeleri için bir fırsat tanındığını düşünebiliriz:
- Artık kararınızı verin, seçim stratejiniz net olarak nedir?
- Artık açıklayın, Cumhurbaşkanı adayınız kim?
- Seçime Kürtlerin desteğini alarak mı yoksa Kürtleri düşmanlaştırarak mı gideceksiniz?
- Kürtlerle birlikte yaşamaya, ülkeyi birlikte yönetmeye dair düşünceniz nedir?
- Mültecilere karşı tutumunuz yapıcı mı olacak ya da “defolun” söyleminin şakşakçısı mı olacaksınız?
- Suriye’de uluslararası mutabakatlara uygun davranmayı mı taahhüt edeceksiniz, yoksa bildiğinizi mi okuyacaksınız?
- Rusya mı, ABD mi? İttifak sıralamanızı belirlediniz mi? Cevabınız?
Bunlara belki birkaç tane daha eklenebilir. Bu sorulara verilecek cevaba göre ikinci, belki üçüncü bombanın patlayıp patlamayacağına karar verilecektir. Kim tarafından? Tabii ki ilk bombayı patlatanlar. Onlar kim? Bundan sonrası komplo teorisi. Şimdilik, hadiselere yön veren, ülkenin yönetimini manipüle etme gücüne sahip iç ve dış güç odakları ya da kısaca (çok eskitilmiş bir tabir olsa da) “derin yapı” demekle yetinelim.
Algıyı Yöneten Seçimi Kazanır
Önümüzdeki seçimi, algıları en iyi kim yönetebilirse o kazanacak: İktidar, muhalefet ya da “derin yapı”.
Şimdiye kadarki seçimlerde de hep bu mekanizma işledi. Ve çoğu zaman, derin yapıların yönettiği algıya uygun sonuçlar ortaya çıktı. En yakın örnek olması açısından 2015 yılındaki seçimleri Haziran-Kasım döneminde patlayan bombaları hatırlamak yeterli olacaktır. Maalesef 2023 seçim sürecine de benzer motivasyonlarla giriliyor.
İktidar ya da muhalefet, bundan sonra kim bağımsız bir irade ortaya koyarak bu süreci ve tabii ki halkın algısını yönetebilirse seçimin galibi olacak.
Algı yönetimi derin güçlere terk edilirse, o zaman da bunlarla kim ittifak yapmayı göze alırsa ipi bu “koalisyon” göğüsleyecek.
Ve acı gerçek! Ne iktidar ne de muhalefet derin yapılarla ittifak yapmamaya dair net bir duruş ortaya koyarlarsa muhtemelen daha çok canlar yanacak.
İktidar bu kısır döngüden çıkabilmenin yolunu açma cüretini gösteremez. Koltuk sevdası, yönetim hırsı, paranın cazibesi, siyasal ve bireysel ihtiraslar, yargılanma korkusu her türlü kirli ittifaka yeşil ışık yakmalarını sağlar. Tıpkı bugüne kadar olduğu gibi.
Akan kanda, dönen dolapta iktidarın doğrudan ya da dolaylı olarak parmağı var mı yok mu sorusuna cevap aramak şu aşamada hiçbir işe yaramaz. Zira bunu ortaya koymak için uzun soluklu soruşturmalara ihtiyaç var. Seçimlere doğru daralan zaman bu araştırmanın sonuçlanması için yeterli değil. Zaten siyasal ve hukuki konjonktür de bunun için elverişli değil. Belki daha sonra.
Bu kısır döngüden çıkabilmenin işlevsel bir yolunu bulma görevi muhalefetin omuzlarındadır. Muhalefet, seçim stratejisini iktidarın kirli çamaşırlarını ortaya dökmek üzerine kurmanın 20 yıldır işe yaramadığını artık anlamış olmalıdır. Bunun yerine muhalefetin kendi yıldızını parlatacak pozitif söylemlerle ve somut adımlarla yola devam etmesi gerekiyor.
Gerekirse bedel ödeyerek, ama cesaretle ve kararlılıkla muhalefet bu yolu açmak zorundadır. Türkiye’nin, antidemokratik dehlizlerden, karanlık girdaplardan, hırsızların, arsızların, despotların ve derin yapıların hegemonyasından kurtulabilmesi için bu cesarete ihtiyacı var.