Bir asker için yemin töreni günü, hayatı boyunca unutamayacağı özel bir zaman dilimidir. İçten duygularla vatana/millete sadakatle hizmet edeceğine dair yemin eder ve yeminini müteakip mesleğini icra etmeye resmen başlar.
Her yıl tarihler 20 Temmuz’u gösterdiğinde yüzlerce asker, Berlin Bendlerblock’ta, Federal Savunma Bakanlığı ofisinin de bulunduğu yerde yapılan törende yemin eder.
2020 yılında bu törene katılan zamanın Federal Savunma Bakanı Annegret Kramp-Karrenbauer, yemin edecek askerlere hitaben: “Katılmak üzere olduğunuz ordu, 20 Temmuz’daki bu temelin üzerinde duruyor.” demişti. Bir önceki Savunma Bakanı’nın burada kastettiği 20 Temmuz 1944’te Hitlere karşı yapılan suikast girişimiydi.
Bu yıl da törene her zamanki gibi üst düzey katılım gerçekleşti. Federal Savunma Bakanı Christine Lambrecht de törene katılanlar arasında yer aldı. Lambrecht törende yaptığı konuşmada, “Alman Silahlı Kuvvetleri açısından, askeri görevlerine başlayanları Anayasamızın değerlerine, demokrasiye sadakatle hizmete yönlendirmek için daha uygun bir gün yoktur.” dedi. Suikastın başarısız olduğunu, ancak bu girişiminin başlı başına çok yüksek bir ahlaki değeri olduğunu vurguladı. Savunma Bakanı, ayrıca 20 Temmuz 1944 tarihinin Alman Silahlı Kuvvetleri’ne doğrudan aktardığı bir mirası olduğunu belirtti ve “Bugün Alman askerlerinin bir pusulası var: Vicdan itaatten önce gelir.” dedi.
Yemin töreni için bu tarihin ve bu mekânın özellikle seçildiği ordunun resmî sitesinde açıkça beyan edilmektedir. 20 Temmuz 1944, Adolf Hitler’e yönelik suikast girişiminin gerçekleştirildiği tarih iken; Bendlerblock ise Hitler’e karşı suikast girişiminde bulunan askerlerin komuta merkezi, aynı zamanda vurularak cezalandırıldıkları mekân idi.
Bu askerler aslında bir zamanlar Hitler rejiminin bir parçası iken; artık İkinci Dünya Savaşı’nı sona erdirmek istiyor, insanlığını yitirmiş bir tirana, tüm unsurlarıyla acımasız bir diktatörlüğe dur demek istiyorlardı. Diktatöre itaat ile direnme arasındaki ince çizgide taraflarını böylece belli etmek isteyen Claus Schenk Graf von Stauffenberg ve arkadaşlarının bu eylemi, Hitler sonrası Almanya’da ilk defa suikastın onuncu yıl dönümünde, dönemin Devlet Başkanı Theodor Heuss tarafından, “Bir ihanet değil, tam aksine onur” şeklinde ifade edildi.
Adolf Hitler bombalı saldırıdan hafif yaralarla kurtulmayı başardıktan sonra, hemen ertesi gün radyodan konuşmalar yayınlanmıştı. Hitler ile Hitlerin Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanı Goebbels, yaptıkları konuşmalarda girişimde bulunanları “Çok küçük hırslı, vicdansız ve aynı zamanda mantıksız, kriminal aptal subaylardan oluşan bir klik” olarak nitelendirdiler ve propaganda malzemesi yaptılar.
“İtaat, Sınırını Vicdanda Bulur”
Günümüzde Hitler’e suikast düzenleyenlerin vatan haini olmadığı konusunda toplumun geneli ikna olmuş gibi görünürken, tüm bu yaşananlardan dersler çıkaran Almanya’da mesleğe yeni başlayacak askerlere ise daha en baştan, “İtaat, sınırını vicdanda bulur.” dersi veriliyor. Alman Askerlik Kanunu’nda ise itaatin sınırları, “Asker, insani değerleri zedeleyen bir durumda itaat etmek durumunda değildir ve verilen emirleri de uygulamak zorunda değildir.” şeklinde çiziliyor.
Dahası bir zamanlar diktatörlüğü dibine kadar yaşayan Almanya’da, direnme hakkı sadece askerlere tanınmıyor. Anayasayla bütün vatandaşlara direnme hakkı veriliyor.
Madde 20 (4): “Bütün Almanlar, başka bir çare mümkün değilse, bu düzeni kaldırmayı deneyen herkese direnme hakkına sahiptir.”
Aslında vatandaşlara anayasayla tanınan bu direnme hakkının, güçler ayrılığı ilkesinin ideal bir şekilde uygulandığı, tam anlamıyla demokratik hukuk devleti olan Almanya için sembolik bir anayasa maddesi olduğunu söyleyebiliriz.
Hukuk devletinde tüm erkler hukuka bağlıdır. Hukuk devleti aynı zamanda vatandaşlarına hukuk güvenliği sağlayan devlettir.Örneğin; yürütme erki yani seçilenler de hukuka bağlı değil iseler yargı önünde hesap vermek durumundadırlar. Bağımsız bir yargının görevini yaparken, bir belediye başkanından başbakana kadar istisnasız herkese eşit bir şekilde hesap sorabildiği böyle bir sistemde direnme hakkının kullanılmasına pratikte gerek de kalmaz.
Direnme hakkı aslında lastik gibi esnek bir konu. Burada sadece kıyaslama mahiyetinde bir zamanlar Türkiye’de de anayasada direnme hakkından bahsedildiğini belirtmiş olalım. 27 Mayıs darbesinden sonra hazırlanan 1961 anayasasının başlangıç metnine bakacak olursanız artık meşruiyetini kaybettiği iddia edilen hükümete karşı Türk Milleti adına direnme hakkının kullanıldığından bahsedilmektedir.
Pozitif hukuki düzenlemeler ile sınırları net olarak belirlenemeyecek kadar karmaşık bir konu olan direnme hakkının, Türkiye gibi ülkelerde halka nasıl ucuz bir şekilde pazarlandığını ise, bu zamana kadar 27 Mayıs darbesine direnme hakkı bağlamında yapılan güzellemelere/meşrulaştırma çabalarına bakarak anlayabilirsiniz.
Şahsen hiçbir zaman bir tirana bile bombalı veya herhangi bir şiddet içerikli saldırı yapılmasını tasvip etmem. Bununla beraber kendimi Stauffenberg’i yargılama makamında da görmüyorum. Tarihçi değilim ve tarihi olayları yaşandıkları zamanın bağlamından kopararak değerlendirmemek gerektiğini de biliyorum. Dilerim ki meşru olmayan ya da meşrutiyetini kaybeden iktidar sahipleri ve tiranlar dahi eylemlerinin hesabını demokratik ve hukuki yollardan bağımsız mahkemeler önünde versinler.
Son olarak önemli gördüğüm başka bir noktayı da vurgulamak istiyorum. Adalet duygusu yerle bir edilirse ve baskıyla birlikte artık insanlar nefes alamaz hale gelirlerse anarşizme sürüklenen bazı yığınları kontrol edemez hale gelirsiniz. Herkesin kendi adaletini kendisinin sağlamaya çalıştığı böyle bir durumun getirdiği kaos ise yeni adaletsizlikleri doğurur. Böyle bir kısır döngüden çıkmak ise yıllar alır.
En iyisi Mehmet Akif’in mısralarını[i] hatırlayalım ve tarihi tekerrür ettirmeyelim. Medeni bir toplum olma yolunda biz de tarihimizle yüzleşelim ve çok geç olmadan samimi bir şekilde dersler çıkaralım.
Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
Tarih’i, tekerrür diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?