Maneviyatsız Din – Yeni Fundamentalizm

15 Temmuz 2016 travmasının hemen ertesi günlerinde “demokrasi nöbeti” adı altında Türkiye’nin birçok ilinde sokak gösterileri yapılıyordu. Sıcak yaz günleri olması dolayısıyla yürüyüş ve gösteriler için daha ziyade akşam saatleri tercih ediliyordu.

Ankara’nın Sincan, Etimesgut gibi kenar ilçelerinde akşam namazını müteakip cami cemaatinin dağılması ile birlikte, camilerin yakın çevresindeki yeşil alanlarda bekleşenler, kalabalık gruplar halinde yürüyüşe geçiyorlardı. Yürüyüş esnasında en revaçta slogan “Ya Allah, Bismillah, Allah u Ekber!” oluyordu. Slogan atanların bazılarının bir ellerinde alkollü içki kutuları vardı ve diğer ellerini havaya savurup milliyetçi ya da İslamcı bir partinin işaretini göstererek yürüyorlardı.

Türkiye günlerce bu tuhaf görüntülere sahne olmuştu.

Anthony Giddens’ın, “Köktencilik, inançların içeriğinden daha çok inançların nasıl savunulacağı ve temellendirileceğiyle ilgilidir.”[i] cümlesiyle temas ettiği bir durumdur bu.

Aslında bu manzara, maneviyatsız din anlayışını içselleştirmenin sonucunda ortaya çıkan tipik bir yeni fundamentalist reaksiyondu. Tabii bunun böyle olduğunu o zaman hiç kimseye, bugün de birçoklarına izah etmek mümkün değil.

Kendini dindar/muhafazakâr olarak tanımlayan kesimin bu tarz bir maneviyatsız din anlayışı, söylemden ziyade gündelik hayat pratiğinde etkisini göstermektedir. Öyle ki bu etki, dindarlık söylemiyle maneviyatsız yaşayış arasında, söylem ve eylem çelişkisi biçiminde belirginleşmektedir. Bu duruma dair gündelik hayatın içerisinden, yukarıdakinden başka örnekler bulmada zannediyorum kimse zorluk çekmeyecektir.

Gerek 20 yılı aşkın AKP Hükümetleri gerekse bunun öncesindeki yerel yönetim süreçlerinde Erdoğan, hiçbir zaman entelektüel bir seviyenin temsilcisi olamamıştır. Fakat hitabet ve retorik becerisi sayesinde bu açığını kapatmayı da rahatlıkla başarmıştır. Nitekim 15 Temmuz günü halkı sokağa dökmeyi başarabilmesinin altında da bu becerisi yatmaktadır.

*****

Yukarıda bir örneğini vermiş olduğumuz “Yeni fundamentalist” yaklaşım son çeyrek yüzyılın Türkiye’sinde üç alanda görünür hale gelmiştir:

  • Siyasette Siyasal İslam,
  • Düşüncede Selefîlik,
  • Eylemde cihatçılık.

Tabii ki bu üç alanı birbirinden ayrı düşünmemek gerekiyor. Seçim meydanlarında, açılış törenlerinde ve resmi merasimlerde yapılan konuşmalar, KHK’lar marifetiyle ortaya çıkan düzenlemeler, Suriye politikası esnasında görünür hale gelen cihatçılık ve hilafet meselelerini hatırlayalım. Erdoğan hem yerel hem de uluslararası arenada yürüttüğü politikalarda bu üçlü bileşimle hareket ediyor.

Erdoğan’ın entelektüel bir donanıma sahip olmayışının sonuçlarını bu politikaların yürütülmesi esnasında da görmek mümkün. Yakın zaman önce bir Türk gazeteciye verdiği röportajda[ii] Olivier Roy bunun ilginç bir örneğini aktarır:

“Erdoğan Türkiye’nin kalbini ve zihnini İslamileştiremedi, o yüzden taşları İslamileştiriyor. Ayasofya hadisesinin özeti budur. Bunun da ötesinde bu hamlede iki boyutlu bir hesap hatası mevcut. Ayasofya bir Ortodoks Kilisesi. Rusya, daha doğrusu Putin, Ortodoksluğun en büyük koruyucusu olarak kendisini atamış durumda. Yani Ayasofya, Papa’dan öte Rusya’yı rahatsız eden bir gelişme. O Rusya ki Türkiye’nin içinde bulunduğu Suriye ve Libya krizlerinin başat aktörü. İkinci yanlış hesap ise dinlerarası diyalog alanında. Son dönemde çok dikkat çekmeyen gelişmeler oluyor. Müslüman ve Hıristiyanlar arasındaki diyalogu Araplar yönetmeye başladı. Bundan 1.5 yıl önce Abu Dhabi’de bir Katolik Kilisesi [St Joseph Katedrali] açıldı. Açılışa Mısır’daki El Ezher Camii’nin baş imamı, Birleşik Arap Emirlikleri’nin iki veliaht prensi ve Papa katıldı. Bu ne büyük bir ironidir ki, Türkiye Hıristiyanlara kapanırken, Körfez ülkeleri açılıyor.”

Roy’un dikkatlerimizi çektiği bu gelişmeleri sadece Erdoğan’ın entelektüel donanımdan yoksun oluşu ile açıklamak da yeterli olmayacaktır. Bir taraftan da Erdoğan’a özgü çıkarcı fundamentalist yaklaşımlarını göz önünde bulunmak gerekecektir.

Siyasal İslamcılığı bir kavram olarak ele aldığımızda teorik bir çerçeve çizmek pekâlâ mümkün olabilir, fakat Türkiye’deki siyasal atmosfer içerisinde ortaya çıkan Siyasal İslam söylem ve uygulamaları teorideki izahlardan bağımsız bir biçimde gelişmektedir.

İşte bu noktada fundamentalizm de Erdoğan Türkiye’sinde, onun pragmatik ve çıkarcı politikaları ile kısa zaman içerisinde geleneksel ideolojik zemininden koparılmıştır. Böylelikle fundamentalizm Erdoğan döneminin Siyasal İslam anlayışına, ekonominin devlet bürokrasisinden bağımsız olarak yönetimine ve bireysel çıkar üretimine katkı sunan işlevsel bir aparatına dönüştürülmüştür. İşte Erdoğan Türkiye’sindeki “yeni fundamentalizm” uygulaması tam olarak budur.


[i] Anthony Giddens, Sosyoloji, Kırmızı Yayınları, 2012, s.618

[ii] https://www.gazeteduvar.com.tr/politika/2020/07/21/prof-olivier-roy-erdogan-zihinleri-islamilestiremedigi-icin-taslari-islamilestiriyor