Toplumda biriken nefret ve stres bir şekilde patlıyor. Daha da patlayacağa benziyor. Ortaya çıkan bu tablodan nasibini alan bir meslek grubu da doktorlar. İstatistiklere göre yakın zamanda yaklaşık dokuz bin doktor özel hastanelerde çalışmak için görevinden istifa etmiş. Bin dört yüz tanesi ise şansını yurtdışında denemeyi seçmiş. Yüzlercesi de sırada.
İstifaların nedenleri arasında yoğun mesai ve hasta yakınları tarafından başvurulan şiddet geliyor. Sadece geçtiğimiz yıl şiddete uğradığı için şikayetçi olan sağlık çalışanı sayısı on üç bin. Bunlara maaşlardaki düşüş de eklendiğinde kim tutar Türk hekimlerini.
Bu problem karşısında hükümetin aldığı önlem ise hiçbir derde deva olmayacak cinsten; Hekim emeğini ucuzlatmak için yabancı hekim istihdamı. Sağlık Bakanlığının verilerine göre geçtiğimiz yılda aile hekimliklerinde sözleşme imzalayan her on doktordan yedisi yabancı uyruklu ve bu doktorlar kadrolu doktorlara göre daha düşük ücret alıyorlar.
The New York Times yazarı Carlotta Gall birkaç gün önce köşesinde Türkiye’deki doktorların durumuna ve yaşanan beyin göçüne (brain drain) dikkat çekti. Dile getirdiği olaylar ise insana “Nasıl olur?” dedirten türden. Uzun süren mesai ve nöbetten sonra trafik kazasında hayatını kaybeden genç bir doktor, bir hasta yakınının karnından ve elinden bıçakladığı başka bir doktor ve karnına tekme atılan genç bir hemşire çarpıcı örneklerden sadece birkaçı.
İngiliz gazeteciye göre Erdoğan’ın büyük umutlarla hayata geçirdiği sağlıkta dönüşüm programı ve hekimlerin düştüğü çıkmaz maalesef birbiriyle çelişiyor. Şiddetin gizli faili ise hükümetin öve öve bitiremediği “performans sistemi”. Gün içinde olabildiğince çok hasta bakmaları istenen doktorlar muayeneyi hızlı bir şekilde tamamlamak zorunda kalıyorlar. Her hastaneye erişim imkânı olduğunu gören halk önce memnun oluyor ancak beş dakikaya kadar düşen muayene süreleri ve doktorların hastalarına yeterince zaman ayıramamaları özellikle hasta yakınlarında gerginliğe yol açıyor.
Son yıllarda yurtdışına giden doktorların azımsanmayacak bir kısmını ise kırk yaş üstü hekimler oluşturuyor. Onların sıraladıkları nedenlerden biri de kariyerlerine ek olarak çocuklarının gelecekleri. Yıllarca doktorluk yapmış olsalar da maalesef yarınlara umutla bakamıyorlar.
Geçtiğimiz günlerde Deutsche Welle (DW), Kamu Hastaneleri Hizmetleri Başkanlığı, hekimlerin günlük muayene edecekleri hasta sayısının yetmiş iki olacak şekilde planlanmasına dair kararını gündeme getirdi. Türk Tabipleri Birliğinin (TTB) bu talimata dair yorumu ise “Emir komuta ile tedavi olmaz” şeklindeydi.
Araştırmalara göre Almanya’da bir doktorun bir hafta içerisinde gördüğü hasta sayısı Türkiye’deki bir doktorun günlük hasta sayısına eşit. DW’ye konuşan bir doktorun anlattıkları ise trajikomik bir fıkra gibi. Alman meslektaşları “Türkiye’de günde kaç hasta muayene ediyordun?” diye sorduklarında genç doktor “Bazen beş yüzü buluyor” diye cevaplamış. Bunu duyan Almanlar, Almancası pek de iyi olmayan genç doktora “Galiba beş yüz ile elliyi karıştırıyorsun!” diye çıkışmışlar. Maalesef genç hekimin hesabında bir hata yokmuş. Bu anekdot Türkiye’deki sağlık sisteminin, hekimlerin yaşadıklarının ve beyin göçünün nedenlerinin kısa bir özeti niteliğinde.
Human Rights Watch’un raporuna göre hükümetten farklı düşünen doktorlar halk arasında endişe, korku ve panik yaratmaktan tutun da terör örgütünün propagandasını yapmaya kadar ciddi suçlamalara maruz kalıyorlar.
Atatürk’ün ‘Beni Türk hekimlerine emanet ediniz’ sözünü gerçekten söyleyip söylemediği tartışıladursun, gerçekten gelecekte sağlığımızı emanet edeceğimiz hekim bulup bulamayacağımız sorusu akıllara gelmiyor değil.