Amerikan filmlerinin çoğu zaman siyasi yönlendirme içerdiği ve yaşanacak birçok olay öncesi subliminal mesajlarla kamuoyunu hazırladığı hep söylenegelmiştir. Gündelik hayatımıza varana kadar birçok konuda bizleri etkilediğini söylemek de yanlış olmasa gerek. Özellikle sosyal medya çağında ve korona sürecinin etkisiyle komplo teorileriyle fazlasıyla iç içe olduğumuz bu zamanlarda. Bu durum Amerikalı uzmanlar tarafından “Hollywood Effect” yani Hollywood Etkisi olarak adlandırılır. Bizim Hollywood’umuz ise Yeşilçam filmleri. Siyaseti çok etkilememiş olsa da insanımız ve toplumumuz üzerinde ciddi etkileri olduğu yadsınamaz.
Orta yaş ve üzerinde bulunanlarımız hatta şimdiki genç kuşak bile deyim yerindeyse Yeşilçam filmleri ile büyüdük. Birçok kötü karakteri bile hepimiz özümsedik, benimsedik. Özellikle ilk perdeye çıktıkları yılların kasvetli havasında yüzümüzü güldüren yegâne araçlardı. Filmler kendi dönemlerinin eksiklerini ortaya koyup düşünce yapısını eleştirse de günümüzle benzer pek çok yanı olduğunu görürdük. Yeşilçam filmlerini izlediğinizde bu dönemle ilgili de çok ciddi benzerlikler görebiliyorsunuz. Özellikle Kemal Sunal ve İlyas Salman’ın filmlerinde gördüğümüz meşhur tiplemeler vardı.
Filmler Komik Ama …
Temiz ve saf Anadolu insanı olan ana karakterin sık sık insanlar tarafından kaldırılması, iyi niyetinin suiistimal edilmesi, haklarının elinden alınması ve bunun sonucu olarak çektiği sıkıntılar gösterildi. Çözüm yolu olarak ise bunu yapanlardan daha yalancı, daha düzenbaz ve daha hilekâr olmasıyla ancak hakkını alabildiği mesajı verildi (Tokatçı, Banker Bilo vb.). Birçok filmde ise sevilen karakter zaten yalancı, bencil ve düzenbaz. İyilik yaparken bile karşılık bekleyerek ve başkalarından çalarak yapıyor (Kapıcılar Kralı).
Yine birçok film çalışarak zengin olmanın mümkün olmadığını, zengin olmanın yolunun, gayri meşru ama kolay yoldan para kazanarak veya ancak şans oyunları ile mümkün olabileceği mantığıyla sonuca varıyordu. O dönemle ilgili olarak gerçekleri aktarma anlamında bunlar doğruydu belki, ama küçük çocukların bile sık sık izlediği filmlerde izleyicinin sevdiği karakter tarafından topluma verilen mesajlar çok yanlıştı. Özendirici ve toplumun ahlaki yapısına etki edici filmlerin etik açıdan da doğru iletimlerde bulunması gerekirdi. Şu anda otuz yaşının üstünde olan hemen her vatandaş o insanları severek ve örnek alarak büyüdü. Şimdiki genç nesil ise, mafyatik ve şiddet içeriği oldukça yoğun, çok kolay silaha ve güce başvuran temaların ve karakterlerin yer aldığı dizilerle yetişti. Sahip olamadıklarına şiddetle veya her yolu meşru gören bir zihniyetle ulaşmayı normal gören bir genç neslimiz oldu.
Bunun bir sonucu olarak, günümüzde insanların birbirini kandırması ve iyi hile yapması meziyet olarak kabul ediliyor. Toplum içinde temiz ve iyi niyetli insanlar ‘enayi’ olarak adlandırılıyor. Hatta iyi anlamdaki ‘saf’ kelimesi bile çoğunlukla eksiklik gibi vurgulanıyor. İnsanlara iyilik yapıldığında ya da karşılık beklemeden yardım edildiğinde başka amaçlara yorumlanıyor, çıkar beklenmeden yardım edilmesi abes karşılanıyor. Alın teri ile para kazanmanın neredeyse imkânsız olduğu, ancak dalavere ve yalakalıkla belirli makamlara ve imkanlara kavuşulacağı düşünülüyor. İnsanlar birbirlerinin avantaj ve imkanlarına karşı hazımsızlık ve fasit duygularla bakıyor. Hatta başarı kazanan kişinin yakın çevreden veya akraba olması kıskançlığın dozunu artırıyor. Bir kişinin zorda veya muhtaç olması bir başkası için yardım vesilesi değil fırsat olarak görülüyor.
Ahlak Para Etmiyor, Dürüstlük Değer Görmüyor
Bugün insanlar hak etmediği makamlara gelebilmek için rakip olarak gördüklerine gözünü bile kırpmadan iftira atarak saf dışı ediyor.
Zorda kalan yakınlarına yardım etmektense tefeci gibi faizle veya ipotekle borç veriyor.
Fiyatı artan ürünü stokluyor ve daha yüksek fiyata karaborsadan satıyor.
Taciz, tecavüz, kadına ve çocuğa şiddet ile öldürme vakaları hiç olmadığı seviyelere yükseliyor.
Toplumda ahlak ve dürüstlük değerleri insanın önünü kesen engeller olarak görüldüğü için hızla terkediliyor. Ahlakı ve dürüstlüğü olmayan toplumlarda Adalet kavramı değerini yitiriyor ve güçlülerin sopası haline geliyor. Adalet ve eşitlik olmadığı için insanlar emeklerinin karşılığını alamıyor. Emeğinin karşılığını alamayan insanlar hedeflerine ulaşabilmek için kolay yoldan para kazandıran gayr-ı meşru işlere veya şans oyunlarına yöneliyorlar. Bu durum da doğal olarak aile ve toplum düzeninin temelden yıkılması sonucunu doğuruyor.
Şans Oyunları Bozulan Ekonominin Termometresi
Dünyanın neresinde olursa olsun o ülkenin gelir adaletini veya emeğin karşılığının alınıp alınmadığını şans oyunları oynatan işletmelerin sayısından anlayabilirsiniz. Elbette ki o ülkelerdeki şans oyunları ikramiyeleri de fakirlere isabet etmiyor. “Kumarda sadece oynatan kazanır” tabiri Milli Piyango’nun yeni sahipleri sayesinde bu gerçeğin ete kemiğe bürünmüş halidir.
“Nasılsanız öyle yönetilirsiniz” prensibinin sonucu olarak ülkeyi yönetenlerin; hırsızlık, yolsuzluk, kaçakçılık, vergi kaçırma ve torpil gibi işlediği her cürüm insanların gözünde ciddi suçlar olarak yer etmiyor.
AKP ve onu destekleyen büyük bir kesim bu ve benzeri zihniyeti benimsemiş durumda, gözü doymayan bir hırsla, hak-hukuk prensibi gözetmeksizin ceplerini doldurmanın peşinde. Ülkeyi ve partileri yönetenler elbette ki kendilerini destekleyenlerin düşüncesini iktidara yansıtıyor.
Sözlerimle kesinlikle iyi niyetli ve gerçeği göremeyen saf Anadolu insanını kastetmiyorum. Kastettiğim kitle “Çalıyor ama çalışıyor” mantığıyla hareket edenler, “Devletin malı deniz yemeyen domuz” diyenler, liyakate bakmaksızın torpille iş yapanlar ve siyasi iktidar ne söylerse söylesin doğru kabul ederek, araştırmadan, masum insanlara iftira atmaktan geri durmayanlardır. Sadece AKP’liler değil elbette bu durumda olan. Diğer partilerin hemen hepsi de aynı imkanlara sahip olduklarında ne kadar ileri gidebileceklerini her fırsatta gösteriyorlar. Bu konu temelde parti ile ilgili değil insanlık ve ahlakla ilgili.
Sinemanın toplumu şekillendirme açısından olumlu yönleri de var elbette. Hollywood filmlerinde demokrasi ve temel haklar adına çok güzel örnekler görmek mümkün. Dillere pelesenk olmuş bir replikle konuya açıklık getirebiliriz. Ne kadar suçlu olursa olsun her insanın haklarının olduğu ve alt veya üst düzey fark etmeksizin memurların onlara tepeden bakmasına izin vermeyen basit bir ifade: “Ben vergisini veren bir vatandaşım. Sen benim vergilerimle maaş alıyorsun”. Ne yazık ki bu konuda da pek başarılı olduğumuz söylenemez. Televizyon ekranlarında veya sinema perdesinde devamlı devleti kutsayan, ihtiyaç halinde tüm hakların rafa kalkabileceği mesajını veren, tarihi ve önemli şahsiyetleri hemen her bölümde kafa kesen kişiler olarak gösteren, tek adam özentili bir medyamız var.
Sorumlular Yanlış Yerde Aranıyor
Ülkemiz, siyasi, ekonomik, ahlaki ve sosyal olarak dibe vurmuş durumda. Vukua gelen bunca sıkıntı ve zorluğun mesullerini de “dış güçler” veya “kader” diye nitelemek, failleri korumak ve kendini kandırmaya devam etmekten başka bir şey değil. Tüm bunların failleri; ülkeyi yönetenler, yönetenlere sessiz kalanlar ve destekleyenlerdir. Her koyun kendi bacağından asılıyor olsaydı bu satırları kaleme alma ihtiyacı hissetmezdim. Gel gelelim bu durumdan en çok masum insanlar ve geleceğimiz zarar görüyor. Bu zihniyet devam ettikçe daha da çok görecek gibi…
Madem Türk sinemasından başladık finali de sinema sahnesiyle bitirelim. AKP hükümeti, Avrupa Birliğine gidiyoruz, diyerek tüm varlığımızı alıp bizi kamyona bindirdi. Sonra da Ortadoğu’nun kanlı coğrafyasına getirip bıraktı. Durumu anladığımızda ise artık çok geçti. Kimileri ise ısrarla bulunduğumuz hali anlamak istemiyor…