Baskı ve korku yönetiminin her geçen gün hayatımızı kontrolü altına aldığı bu dönemi gelecekte “Kara Kararnameler Dönemi” olarak anacağımız aşikâr.
Nitekim Olağanüstü Hal (OHAL) süreçlerinde Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK), sonrasında ise Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri (CBK) demokrasi tarihinde baskıcı yönetim ve liderlerin kullandığı vazgeçilmez araçların başında yer almışlardır.
Bir bakıma bir kişinin kendi keyfi değerlendirmesi ve kararıyla ülkeyi meclissiz ve adeta fermanlarla yönetme biçimi de denebilecek bu uygulama, 1933 Almanya’sında Hitler tarafından da ustaca kullanılmış ve tüm kurumlar susturularak tek adam üzerinden yönetilen ülke, usulca hazin bir felakete sürüklenmişti.
Bu yazıda okurlara Erdoğan’ın 15 Temmuz 2016 tarihiyle başlayan “Kara Dönemini”, Türkiye Büyük Millet Meclisini (TBMM) devre dışı bırakarak KHK, Kanun ve Yönetmelikleri kullanmak suretiyle ülkeyi nasıl bir felakete sürüklediğini, bu yasal araçları kendi şahsi iktidarı için ne şekilde kullandığını anlatmaya çalışacağım.
Gelin öncelikle istatistiklerle Erdoğan’ın “istisnai yasal düzenlemeleri istismar meselesine” biraz daha ayrıntılı bakalım.
Kararnamelerin Dünü
Yakın dönem Türk Siyaset tarihinde ilk Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi Kenan Evren döneminde 18 Ağustos 1983 tarihli Resmi Gazetede yayımlanmıştır.
Kenan Evren görev süresinde sadece bir adet Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi yayımlarken, Resmi Gazete verilerine göre Erdoğan daha şimdiden 83 adet Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi yayımladı. Bununla da kalmayan Erdoğan, kendisini yasama erki yerine koyarak Meclisi işlevsiz hale getirdi.
TBMM 27. Yasama döneminde 2 bin 110 maddeyi içeren yasa tekliflerini kabul ederken, Erdoğan aynı dönemde tek başına 2 bin 311 maddelik yasal düzenlemeyi uygulamaya koydu. Dahası, Erdoğan birçok kez Anayasa ile kendisine verilen yetkinin dışına da çıkarak Anayasa’ya aykırı CBK’leri yayımladı.
Erdoğan’ın KHK karnesine baktığımızda ise görev süresi boyunca 37’si 15 Temmuz 2016 tarihi sonrasında olmak üzere toplam 72 KHK’nin altına imza attığını görüyoruz.
Peki, bu konu neden bu kadar önemli?
Erdoğan Anayasa’da istisnai olarak tanımlanmış bu yetkileri “tek adam” rejimine giden yolda nasıl rutin bir uygulamaya dönüştürdü ve tüm bunların sonuçları neler olabilir?
Buyrun…
Anayasa’nın 104. Maddesi Cumhurbaşkanı’nın görev ve yetkilerini düzenlerken Cumhurbaşkanına “yürütme yetkisine ilişkin konularda” Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkarabilme yetkisi vermiştir. Bununla birlikte Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlar arasında çelişki ya da farklı hükümler bulunması durumunda kanun hükümleri uygulanıyor. Yine Anayasaya göre TBMM’nin aynı konuda bir kanun çıkarması durumunda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale geliyor. Buradan da anlaşılacağı üzere etkili bir meclis Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi karşısında dengeleyici unsur olarak konumlanıyor.
Kararnamelerin Bugünü
Mevcut koşullarda ise Cumhurbaşkanı’nın liderliğini yaptığı AKP, TBMM çoğunluğunu teşkil ettiği için TBMM dengeleyici vasfını yitirerek Cumhurbaşkanının talimatıyla yönetilen bir kurum görüntüsü sergiliyor. Bununla birlikte müteakip seçimlerde ortaya çıkması olası bir koalisyon, meclise Cumhurbaşkanı karşısında dengeleyici hüviyetini yeniden kazandırabilir. Tam da burada oldukça hassas bir nokta var ki o da, Cumhurbaşkanlığı kararnamesine yönelik bu sınırlamaların olağanüstü hal ilanı durumunda geçerli olmadığı gerçeğidir.
Erdoğan’ın 20 Temmuz 2016 tarihinde ilan ettiği OHAL durumunu, tüm yetkileri eline aldığı 24 Haziran 2018 seçimleri sonrasına kadar uzatmasının ve 18 Temmuz 2018’de tamamen yürürlükten kaldırmasının altında da bu gerçek yatıyor. OHAL durumunda KHK’ler ile bütün kontrolü elinde tuttuğu ve TBMM’yi işlevsiz hale getirdiği gibi OHAL sonrasında da Erdoğan için Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri “ihtiyaç duyulduğunda” aynı maksada hizmet etmek için biçilmiş kaftan vazifesi görüyor.
KHK ve CBK’leri Erdoğan’ın “muhtemel” bir OHAL durumunda kendi iktidarını korumasına imkân tanıyacak nitelikte dizayn edildiğini söylemek abartı olmaz sanıyorum. Erdoğan’ın 16 Temmuz sabahı Boğaziçi Köprüsünde silahsız Askeri Lise öğrencilerini sorgusuz sualsiz boğazlayanları “sorumsuzluk zırhına” aldığı 696 Sayılı KHK’si bütün bu çabaların ilk resmi kanıtı ve temel taşı olmuştur. Bu KHK’de “Resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmi bir görevi yerine getirip getirmediklerine bakılmaksızın 15.07.2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişiler hakkında da birinci fıkra hükmü uygulanır” ifadesi karara bağlamıştır.
Yani Erdoğan açıkça 15 Temmuz 2016 olaylarının bastırılması kapsamında hareket eden sivillerin de, resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmi bir görevi yerine getirip getirmediklerine bakmaksızın bu fiilleri sebebiyle hukuki, idari ve cezai sorumluluk altında olmayacaklarına, bunlardan dolayı hukuki ve cezai bir takibata uğramayacaklarına hükmetmiştir.
“15 Temmuz’un devamı niteliğindeki” ifadesi ise özellikle kullanılmış ve gelecekte herhangi bir zamanda bir OHAL durumuna açık kapı bırakılarak, bu muhtemel karışıklık ortamında sokaklara dökülmesi için halk motive edilmeye çalışılmış ve suç işlemeye bizzat Cumhurbaşkanı tarafından teşvik edilmiştir…
Bir sonraki yazıda son dönemde Erdoğan tarafından hayata geçirilen tehlikeli bazı Kanun ve Yönetmeliklerin yukarıda ifade edilen 696 Sayılı KHK ile olan “derin” bağlantısı ve bu olaylar zincirinin ülkeyi götürdüğü noktayı konuşuyor olacağız…