80 ihtilalinin uluslararası boyutu var mıydı? Veya varsa ne kadar kapsamlı ve detaylı idi? İçine koyabileceğimiz ve hala üzerinde şüpheler barındıran o meşhur “Sizin çocuklar başardı” ifadesinden öteye geçilemedi. Tabii o gece saat 3’te başlayıp 4’te hedefine ulaşmış darbenin takibi için, Genelkurmay Başkanlığı gibi sabaha kadar ışıkları yanan ve ülkesinin başbakanına “çocuklar başardı” mesajını ileten hangi büyükelçilikler vardı?
Bu soruların bir çıt ötesinde de Tahsin Şahinkaya’nın Amerika’daki mevkidaşı ile darbeden bir gün önce yaptığı sabah kahvaltısı var. Yıllar sonra konu ile ilgili sorulara Şahinkaya, “Kimseden emir almadım, almam da” gibi çok askeri bir cümle ile cevap verdi. Emir almadı ama “haber” verdi mi? Bilmiyoruz diyelim, geçelim!
80 ihtilali askeri plan/hiyerarşi açısından tarihe “hedefine” ulaşmış son darbe olarak geçti. 12 Eylül 1980’den 15 Temmuz 2016’ya 36 yıl sonra askeri açıdan hedefine ulaşmayan, ama siyasi açıdan hedefine tam ulaşmış bir “15 Temmuz” var karşımızda.
15 Temmuz’un başarısı, hayallerde bile olmayan kazanımlarla Erdoğan’a “Allah’ın lütfu” olarak yaradı. Tabii askeri açıdan gariplikler, tuhaflıklar çok mu çok! Bunlar bir kenarda piştikçe pişiyor, gelişiyor. Ya 15 Temmuz’un uluslararası boyutu? O gece sabaha kadar çalışan ve olayları an be an takip eden büyükelçiler? Hangi büyükelçi kendi başbakanına kim bilir neler dedi? 80 ihtilalindeki gibi bir cümleyi hangisi kurdu?
“Bizim çocuklar başaramadı mı, yoksa? Planlandığı gibi oldu,” mu dediler. Yalnızca büyükelçilik üzerinden konu irdelenirse “sığ” kalacağı kesin. Üzerine mevkidaşı ile “yemekli görüşmeleri” de eklemek lazım. Belki doğrudan, belki dolaylı “Temmuz 2016”nın yurtdışı gezi ve temasları da acaba bizi, “yahu bu gezi, bu tarihte, bu kişilerle temas garip,” noktasına taşır mı?
Uluslararası boyutu ile ilgili ne var elde yan yana getirilebilecek? Aslına bakılırsa çok malzeme yok, ama gene de görmezden gelinmeyecek açıklamalar, ifadeler, şahıslar yok da diyemeyiz.
Bunlardan en çok göze çarpan birisini burada dile getirmekte fayda var. İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi Richard Moore, hani bugünlerde İngiliz gizli servisinin, MI6’nın yöneticisi olan büyükelçi. Çok renkli bir kişilik, basına yansıdığı kadarı ile. Onun ile 15 Temmuz arasında bir bağ kurmayacağım, ama yalnızca 15 Temmuz sorunsalına dair bir farkındalık ortaya koyacağım.
3 yıl ülkemizde elçilik yaptı ve nerede ise “native”, “yerel” olacak kadar Türkçe konuşuyor, yazıyor veya tweet atıyordu Moore. Aklınıza gelir mi bilmem ama efsane Beşiktaş direktörü Gordon Milne neredeyse 10 yıl kaldı ülkemizde tek kelime Türkçe konuşmadı. Bu arada büyükelçinin fanatik bir Beşiktaşlı oluşunu da unutmamak lazım. Tabii ki millet ile büyükelçiyi kıyaslamıyorum. Hatta büyükelçiye saygı duyuyorum. Twitter’da da karşılıklı laf yetiştirecek kadar, hem Türkçe, hem de sosyal bir zekaya ve beceriye sahip. Ülkemizi ve insanımızı da çok iyi tahlil etmiş. “Türk insanı komploları seviyor, ama biz ülkenizi bölmek istemiyoruz,” şeklinde beyanı bile var.
3 yıl gibi kısa bir sürede tahlil, iletişim gibi hususlarda yakaladığı seviye ile çok başarılı bir devlet adamı portresi çiziyordu. Zaten sonrası da malum. MI6’nın başına geçti. Şimdi size büyükelçi ile ilgili birkaç garip durumu yan yana getireceğim. Bu kadar övgüyü hak eden bir devlet adamı portresinde aşağıdakilerin de mutlaka bir anlamı olmalı.
15 Temmuz gecesi için davalardan ve basına çokça yansıyan “Düğündeydim, yemekteydim,” ifadesine yakın bir 15 Temmuz gecesi var büyükelçinin. O da Ankara’da değil, İstanbul’da “veda kokteylinde.” Garip mi?
Aynı büyükelçi iki gün sonra Erdoğan’ın Marmaris’te kaldığı oteli ziyaret ediyor. Tatil maksatlı değil. Tetkik maksatlı, kendisi ifade ediyor. O dönemin kabinesindeki hiçbir bakanın veya bürokratın yapmadığı bir iş. Niye gitti? Bu da mı garip değil?
Olaydan 4 gün sonra 19 Temmuz’da yanında İngiliz bakan ile TBMM’yi ziyaret ediyor. Başbakan ile görüşüyor.
Hiç durmamış. Gerçekten mekik dokumuş.
O gece ile ilgili İran Dışişleri Bakanının “Sabaha kadar Türk mevkidaşım ile temastaydık, 15 Temmuz’u yakın takipteydik,” açıklamasına benzer bir açıklaması var. “Gece, Çavuşoğlu’nu aradım, sabaha kadar telekonferans yöntemi ile İngiltere Başbakanı ve Dışişleri Bakanı ile görüşme halinde idik.” Belki de bu da garip gelmedi size.
Olaydan hemen sonra “Kanıtım yok, ama Gülencilerin darbenin sorumlusu olduğunu düşünüyorum,” diye bir açıklaması oldu ki, bu çok önemli bir açıklama idi. Şimdi yaptığı görevde başka bir mevkidaşı olan Alman istihbarat servisinin başkanı ise, “Elde yeterli kanıt yok,” dedi. Büyükelçi daha sonra açıklamasına, “Terörist diyemem,” diye ekleme yaparak aynı ifadeyi tekrarladı.
Acaba şimdi MI6’nın başında birisi olarak ne düşünüyor, demek çok büyük bir yanlışlık ve akıl tuzağı olur. Çünkü o gün de bugün de “bildiklerini ve söylediklerini” aynı kefede yorumlamak lazım. İngiltere büyükelçisinin o günkü durumuna ve davranışlarına, çokça duyduğumuz, “Londra’daki birkaç tefeciyi” koyalım. Erdoğan’ın 15 Temmuz 2016’dan bu yana bir kez bile “heeyt” demediği tek ülke olan “İngiltere”yi koyalım. Ardından AKP’lilerin Londra’da emlak piyasasında veya iş dünyasındaki gösterişli tavırlarını ekleyelim. Daha bir sürü “şey”, koy üzerine gider. Yani Türkiye-İngiltere ilişkilerinin Erdoğan üzerinden gideri var.
Ortadoğu’nun kadim partneri, İngiltere! Büyük devlet ve emperyal bir güç. Stratejik planlarını, ilişkilerini, yıllara göre değiştirmediği kesin. Yani “1 yıllık” bir Türkiye planı hiç olmadı. Ama böylesi bir ülkenin 2016 yılında hiç planı yoktu demek de çok hafif kaçar. Aynı Amerika, aynı Rusya, aynı İran gibi.
Bir sonuca varmaya kalkarsak; 15 Temmuzun yurtiçi kodlarını çözme dairesi çok saygıdeğer bir uğraş, ama yurtdışı kodları hiç mi ilgiyi hak etmiyor. Erdoğan, 15 Temmuz’un taşlarını yalnızca Fidan, Akar, SADAT gibi yurtiçi aktörlerle mi döşedi? Yoksa Süleyman Kâsımî gibi öldürüldüğünde neredeyse ulusal yas ilan edilecek kadar güçlü yurtdışı bağlantıları mı mevcuttu?