Harp tarihi okurları iyi bilir ki, hiçbir zaman, tek bir askerin eline alacağı tüfek ve teçhizatla yapacağı münferit hareketler, topyekûn bir savunma için fazla bir şey ifade etmeyecektir. Ancak, belirli bağlarla yan yana gelen askerlerin teşkil edeceği bölük, tabur ve sair birliklerle gerçek anlamda bir savunma hattı oluşturulabilir.
Müşterek doktrin, taktik ve teknikler doğrultusunda sağlanan ortak bakış açısı başarıya giden yolda büyük katkı sağlar. Sözün özü, kolektif bilinç etrafında birleşemeyen toplumun; münferit eylemlerle yükselişe geçmesi mümkün değildir. Sosyal hayat içerisinde, farklı dalga boylarındaki algı yönetimi rüzgârları, durmaksızın dağınık kitleleri savurmaya devam edeceğinden, “millet bedeni” manipülasyonlardan ötürü hastalıklara açık hale gelecektir.
Önceki yazı dizilerimizden “Durumsal Farkındalık” bölümünde, bireyin düşünce dünyasında başlayan değişimin, zamanla kartopu gibi büyüyerek zihin yapısını önemli ölçüde şekillendirdiğine, “Entelektüel Kapasite” bölümünde ise bu tekâmülün gerçekleşmesi ile elde edilen müktesebatın durumsal farkındalık ile taçlandırılmasının ideal toplum modelinin inşasındaki önemine değinmiştik. Şimdi de birbirini tamamlayan bu kavramların sonuncusu olan “Kolektif Bilinç” bölümünde, toplumun kendisine odaklanacağız.
Kolektif Bilinç, bir grup tarafından paylaşılan ortak duygu, düşünce, değer, davranış ve bilgilerin bütününü kapsayan bir terimdir. Öncelikle teorik çerçeve üzerinde duralım. Ardından konunun pratiğinin masaya yatırıldığı bölümlere geldiğimizde, kolektif bilinç kavramı etrafında şekillenen bir toplumun birçok önemli misyonu nasıl kolaylıkla yerine getirilebildiğine şahitlik edelim.
Modern sosyolojinin kurucularından biri olarak kabul edilen Fransız Sosyolog Emile Durkheim (1858-1917) yapmış olduğu çalışmalarla Kolektif Bilinç kavramının anlaşılmasına önemli katkılar sağlamıştır. Durkheim, çalışmalarında “birlikte yaşama iradesi”nin önemini ortaya koymuş, toplumların ve ulusların güçlü ve sarsılmaz bağlarla yollarına devam edebilmeleri için sahip olmaları gereken disiplinlerin altını çizmiştir.
Durkheim, sosyolojiyi kendi olgularını kendi dinamikleri içinde işleten bir bilim durumuna getirmiştir. Auguste Comte’un fiziği, Herbert Spencer’in biyolojiyi örnek alarak toplumsal olaylar hakkında yaptıkları değerlendirmeleri doğru bulmamıştır. Durkheim’e göre her bilim dalı kendi çerçevesi içerisindeki olgulara yönelmelidir. Bir bilim dalı üzerinden başka bir bilimsel disipline açıklık getirmeye çalışmak faydasız bir çabadır. Toplumsal olaylar, sadece bireye bağlı olan ve onunla başlayıp onunla biten süreçler değildir. Her birey, toplumun değer yargıları içerisinde bir şekilde yerini alır ve uyum sağlar. Din, ekonomi, hukuk, ahlâk ve sanat türündeki olgular toplumun genel karakterini şekillendirir. İnsanlar genel doğruları tartışıp araştırmadan, bunları bir çırpıda toplumdan almaya eğilim gösterirler.
Durkheim, Fransa’nın 1871 yılında Prusya’dan aldığı yenilgi sonrasında toplumsal olarak ağır travmaların meydana geldiği bir atmosferde yaşamıştır. Fransız halkının moral bakımından çöküntüye uğradığı ve geleceğe dair ümitlerinin solmaya başladığı bir dönemde, toplumu ayağa kaldıracak sosyolojik formüller araştırmıştır. Kendisi inanç olarak agnostik (Tanrı’nın varlığının veya yokluğunun bilimsel olarak bilinemeyeceğini ileri süren felsefi akım) olmasına rağmen din ve ahlakın kolektif bilincin oluşumunda iki önemli bileşen olduğu düşüncesini benimsemiştir. Ahlakın sadece dinle ilintili bir olgu olmadığını öne sürerek, laik toplumlar için de toplumsal bağların güçlendirilmesinde önemli bir etken olabileceğini düşünmüştür.
(Devam edecek)