Hayat kalitesini artırmak ve toplumu iyileştirmek bilimin amaçları arasındadır. Fakat sanki sırf bu amaçlar gerçekleşmesin diye, geçmişten günümüze bir takım politikacılar ve hükümetler sosyal bilimleri ve yöntemlerini, kendi bireysel menfaat ajandalarına uygun bir şekilde suistimal etmişlerdir. Kitlelerde istenen davranış ve tutum değişikliğinin oluşturulması ve iktidarda kalabilme amacıyla çok kere siyasal hedefleri olan bir ideolojinin dizaynına çalışılmaktadır.
Başarıya ulaşma yolunda hedeflenen ilk aktör ise toplumu oluşturan bireylerdir. Bu yazı dizisinde, güç sahiplerinin “birey”i yıkma/dönüştürme gayretlerini ve bireyin korunma/savunma mekanizmasını nasıl işlettiğini irdeleyerek, bir takım tespit ve çözüm önerilerinden bahsedeceğiz.
Teknolojiyle birlikte en etkin araç olarak kullanılan kitlesel iletişim yöntemlerine ve art niyetli aktörlerin bunları nasıl ustaca birer araç haline getirdiğine bir önceki yazı dizimizde değinmiş ve ‘Farkında olma’ durumunu örneklerle pekiştirmeye gayret etmiştik.
Şimdi de farkındalık ve değerlendirmenin olmazsa olmazı ‘eğitim, birikim ve entelektüel kapasite’ konularına göz atacağız.
Bu kapsamda, aslında ülke yönetiminin bir nevi denetimini yapan bireylerin, sahip olmaları gereken (ya da arzulanan) asgari donanımı ortaya koyarak, birey üzerinden toplumsal gelişim adına neler yapılabileceğini de irdeleyeceğiz.
Bu konuda kat edilen mesafe ile de mevcut iktidarın yıllardır toplumu ve gelecek nesilleri nasıl ve neden cahilleştirmeye çalıştığı daha iyi resmetmiş olacağımızı düşünüyoruz.
Tecrübe veya teknik bilgi gerektiren alanlarda, mutlaka bir uzmanın işin başında olması herkes tarafından istenir. Yani, Ameliyatımızı yapan kişinin yetkin bir doktor, arabamızı tamir edenin iyi bir usta, çocuğumuzun başında ise başarılı bir öğretmenin olmasını isteriz.
Bu anlamda, koskoca bir ülkenin kurumlarında ve yönetiminde görev alacak memur, yönetici, bürokrat veya siyasetçilerin de işlerinin ehli olmasını arzularız.
Güncel duruma değinmeden önce bazı kavramlardan bahsetmekte yarar var. Önümüze konan ve aralarından seçim yapmamız istenen adayların vazife almak için uygun/ehil olup olmadıklarını değerlendirebiliyor muyuz?
Seçilmeleri halinde ekonomi, eğitim, sağlık, dış politika vb. alanlarda sergiledikleri performansı ölçme süzgeçlerimiz ne durumda?
Bu işlerin layıkıyla üstesinden gelebilecek yeterli entelektüel birikim, eğitim ve bakış açısına sahip miyiz?
Bu bağlamdaki soru şu: Seçimler ya da değişimler, toplumsal taleplerin belirli bir eşiği aşmasıyla mı meydana gelir? Yoksa sınırlı sayıdaki aydın tarafından mı domine edilip toplumun genelinde bu ihtiyaç duygusu uyandırılır?
Diğer bir soru da şu: Devlet yönetim paradigmasının merkezinde bulunan demokrasi anlayışının, seçim vb. uygulamaların güç sahiplerince suistimal edilmesi konusuna üzerinde yeterince düşünüyor muyuz? Antik çağ filozoflarının dahi en önemli eleştirileri bu konu üzerinde yoğunlaşmıştır.
Zihinsel İşlemcimiz ve İşletim Sistemimiz
Toplumsal bilincin yapı taşı olan entelektüel kapasite, kitabi tabirlerle ifade edecek olursak; disiplinli düşünme, öğrenme, planlama ve yürütme yeteneğimizdir. Bir bakıma bünyemizdeki işlemcimiz ve işletim sistemimiz olarak da düşünebilir.
Entelektüel kapasite kavramını anlamak ya da açıklamak adına “vizyon” kavramına da çok kısa göz atmak yararlı olacaktır. Vizyon kelimesi Fransızca kökenlidir. Sözlük anlamı olarak görme, görünüm, geniş ve ileri görüş gibi anlamları bulunmaktadır. Zaman içerisinde gösterilen farklı gelişim çabalarının ve kazanılan farkındalıkların bileşkesidir.
Kişi etraflıca görüp tanıyamadığı şeyler arasından seçim yapamaz, sağlıklı yorum üretemez. Göremediği yolda düzgün yürüyemez. Renk körlüğü varsa gökkuşağını eksik görür. Kısacası vizyonu olmayanların misyonu da olmaz. Bu bağlamda diyebiliriz ki, entelektüel kapasitenin omurgasını kişisel gelişim, bilgi birikimi ve eğitim oluşturur.
Bir sonraki yazımızda güç zehirlenmesi yaşayan iktidar erklerinin, kendileri için en büyük engel ve potansiyel tehdit olarak algıladıkları eğitimli insan ve eğitim kavramlarına değineceğiz.