Bir bina inşa edilirken, yapı ürünlerini birbirine tutturmak için onlarca malzeme kullanılabilir. Modern zamanlarda erişimi kolay ve kullanımı pratik olduğundan ötürü akla ilk olarak çimento gelmektedir. Ancak girdirme usulü, demir, tutkal ve sicim bağlama gibi daha onlarca yöntem vardır.
Bir toplum inşa edilirken de onu ayakta tutan etkenlerden bahsedilir. Kimi zaman vicdan, kimi zaman ahlak ve kimi zaman da din bu işlevi görse de ne vicdan azabının ne toplumsal kınamanın ve ne de cehennem korkusunun bir toplumu tek başına ayakta tutması şimdiye kadar mümkün olmamıştır. Bir toplumu ayakta ve o toplumdaki insanları bir arada tutabilecek olan en güçlü etken “hukuk”tur.
Başlıca hammaddeleri kalker ve kil olan çimento, belli miktarda kireç ve başka bazı elementler de eklenerek özel fırınlarda yaklaşık 1400-1500 °C sıcaklıkta pişirilerek üretilir.
Hukuk için de benzer bir durum söz konusudur. Her ne kadar soyut gibi görünse de insanların ve toplulukların birbirleriyle ilişkilerini düzenlemesinden dolayı başlıca hammaddesi insan olan hukuk da yüksek oranda “bağlayıcılık”, eser miktarda “düzen” ama muhakkak devlet gücüyle desteklenen “müeyyide (yaptırım)” ile karıştırılarak tamamen “güven” ortamında pişirilir.
Artık hukuksuz bir toplum olamayacağı gibi; bu sayılan katkı maddeleri olmadan ve güven denilen o fırında pişirilmeden servis edilmeye çalışılan o birleştirici güce de “hukuk” denilemez!
Aslına bakarsanız hukuk, gözle görülmez elle tutulmaz soyut bir kavram değildir. Hayatın her alanında kanlı canlı içimizde ve aramızdadır. “Somut hukuk” derken kastettiğim elbette ki Türkiye’de son on yılda sayısı neredeyse üç katına çıkan “hukuk fakülteleri”, yeni yeni inşa edilen görkemli “adalet sarayları”, çoklu baro sistemi, devasa hapishaneler veya her yerde insanların karşısına çıkıp “ben hakimim-savcıyım-polisim-jandarmayım” diye bağıranlar değildir.
Hukuk bize somut olup olmadığını; harcı yanlış hükümlerle ve siyasi saiklerle karıldığında, içine rüşvet-yolsuzluk-kayırmacılık gibi yabancı dolgu maddeleri karıştırıldığında veya bize artık bir ideal gibi görünen “güven” denilen o fırında istenilen derecede pişirilmediğinde gösterir.
Haksızlıkların ve hukuksuzlukların henüz kendisini yakmadığını ve bunların kendisine hiç uğramayacağını düşünenler; ancak ekonomik güçleri zayıflayıp da pazar fiyatları ceplerini yaktığında, hak ettikleri bir işe giremediklerinde veya çalışmalarının karşılığını alamadıklarında, kendilerini bir anda haksızlıklar sarmalında bulduklarında, toplumun ve ülkenin itibarı sıfırlandığında, suçlular kol gezip de suçsuzlar cezaevlerini doldurduğunda, hakları ve özgürlükleri bir bir elden gittiğinde… hukukun aslında somut ve görünür olduğunu anlarlar. Hukukun ekmek gibi, su gibi bir madde olduğunu anlarlar!
İşte bu sebepten “Adalet, mülkün (devletin) temelidir!” Toplumun çimentosudur. Uygun koşullarda bulunmadığında çürüyüp kokacak olan, insan etine dökülecek olan tuzdur.
Zaten bir türlü hukuk iklimine giremeyen Türkiye, son yıllarda tamamen bir çöl iklimine teslim olmuş durumda.
The World Justice Project’in (WJP) hazırladığı ve geçtiğimiz ay yayınlanan “2021 Hukukun Üstünlüğü Endeksi (Rule of Law Index)”ne göre Türkiye, 139 ülke arasında 117’inci sırada yer aldı.
Bu tablo, ülkelerin hukuk fakültelerinden mezun olan hukukçuların sayısına, adalet saraylarının görkemlerine, hapishanelerindeki mahkumların kariyerlerine ve akademik geçmişlerine göre değil; devlet yetkililerinin üzerindeki kısıtlamalara, yolsuzlukla mücadele, şeffaflık, temel haklar, kişilerin can ve mal güvenliği, hukuki ve idari düzenlemelerin uygulanması ve vatandaşların adalete erişebilirliği başlıklarına göre hazırlandı.
Adliye koridorlarındaki kokuşmuşluklar acilen tuzlanmadığı, adalet harcındaki yabancı maddeler ayıklanmadığı ve artık git gide derinleşen güvensizlik çatlakları kapanmadığı takdirde bütün bir toplum bu tablonun bedelini çok daha ağır ödeyecektir. Bu yüzden Türkiye’nin, yıkmanın çok kolay olduğu bu atmosferden çıkıp, yeniden hukuka, “yapmanın zor olduğu” iklime dönmesi gerekiyor. Kime ya da neye mal olursa olsun!
Aksi takdirde “Lego” parçalarından bile binaların yapılabildiği, çimento olmadan da çok sağlam yapıların inşa edilebildiği günümüzde; hukuk olmadan ne devletin ne toplumun ne de insanın ayakta tutulamayacağını; insanın çürüyeceğini, toplumun çökeceğini, binanın yıkılacağını, geçen zaman mutlaka bize ispatlayacaktır.
Bireyi ve toplumu bu darboğazdan çıkarmanın tek yolu, somut hukukun kitap sayfalarından taşması, adliye koridorlarına ve mahkeme salonlarına dolması ile mümkün olacaktır.