10 yıl önce 28 Aralık tarihinde Şırnak’ın Uludere ilçesine bağlı Ortasu beldesine yakın sınır hattında hava harekâtı sonucunda 34 vatandaşımız hayatını kaybetti. Bu olaya dair çok şey yazıldı, çok şey söylendi ve hala da yazılmaya, söylenmeye devam ediyor. Ben de olaydan 10 yıl sonra dengeleri ve güç aktörleri değişmiş yeni Türkiye şartlarından o döneme bir projeksiyon tutarak bu vahim olayı analiz etmek istiyorum.
“Roboski” hakkında günümüze kadar kaleme alınan yazı ve yorumları okuduğumuzda bu yorum ve analizlerde iki farklı görüşün ön plana çıktığını görmekteyiz.
İlk görüş, bunun başlamakta olan açılım sürecini akamete uğratmak amacıyla kaza süsü verilerek gerçekleşmesi sağlanmış derin devlet operasyonu olduğu yönünde.
İkinci görüş ise, üst düzey bir PKK militanının da aralarında bulunduğu grubun sınırdan geçtiğine yönelik gelen istihbarat üzerine TSK tarafından gerçekleştirilen hava harekâtı neticesinde bu vahim olaya neden olunduğudur.
Bu noktada bir parantez açmak ve bölgeyi bilen eski bir asker olarak kaza ihtimalini zayıf bulduğumu vurgulamak istiyorum. Uludere’deki kaçakçılık, korucu köyleri dahil geçim kaygısıyla yapılan rutin bir iştir. PKK’nın kullanmayı tercih etmediği güzergahlar üzerinden yapılır. Ayrıca hemen her zaman en az 30-50 kişilik kalabalık gruplar halinde ve çok sayıda katır kullanılır. Çünkü kaçak getirilen asıl malzeme benzin ya da sigaradır ve bu yük katırlara yüklenir. Dolayısıyla bölgedeki askeri birliklerin ‘yanlış’ anlama ihtimali çok düşüktür. Üstelik bu insanların bir kısmının korucu olması istihbarat birimlerinin gelen haberleri teyit etme sürecini de oldukça kolaylaştırır. Kısacası, kanuna aykırı da olsa, köylülerin 100 yıldır yapageldiği rutin bir faaliyeti o gece de yaptıkları ve kendilerini her zamanki gibi güvencede hissettiklerini söyleyip parantezi kapatıyorum.
Öncelikle birinci açılım süreci olarak adlandırılan 2009 yılından başlayarak olay öncesi ve sonrasının önemli gelişmelerini olay-zaman cetvelinde inceleyelim.
Yıl: 2009
- 10 Mart – Ergenekon 2. iddianamesi mahkeme tarafından kabul edildi.
- 24 Mart – Abdullah Gül, Bağdat’a giderken uçaktaki gazetecilerle sohbeti sırasında Kuzey Irak için “Kürdistan” ifadesini kullanarak planlı bir sürecin işaret fişeğini attı. 2 ay sonra 9 Mayıs’ta Gül, “Kürt sorunu Türkiye’nin birinci sorunudur ve mutlaka halledilmelidir” şeklinde açıklama yaptı ve açılım sürecini resmen başlattı.
- 31 Mayıs – PKK, tek taraflı ateşkesi uzattığını kamuoyuna duyurdu.
- 31 Temmuz – İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Kürt Açılımı kapsamında yapılan temasları basına açıkladı. “Bir aylık süre zarfında yaptığım görüşme ve toplantılar süreç açısından son derece olumlu olmuştur” dedi.
- 5 Ağustos – Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Kürt açılımı ile ilgili DTP lideri Ahmet Türk’le bir araya geldi.
- 19 Ekim – Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla 34 PKK üyesi Habur Sınır Kapısı’ndan girip teslim oldu. Gelenleri karşılamak üzere Şırnak’ın Silopi İlçesi’nde yaklaşık 50 bin kişi toplandı.
- 15 Kasım – Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Milli birlik ve kardeşlik projemiz bir hedeftir. Demokratik açılım süreciyle bu hedefe ulaşacağız.” dedi.
- Tam bu sırada Anayasa Mahkemesi ilginç bir karar aldı. 11 Aralık tarihinde oybirliğiyle DTP’nin kapatılmasına karar verdi. Genel Başkan Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğinin düşürülmesi kararlaştırıldı.
Yıl: 2010
- 16 Ocak – Beşir Atalay çözüm süreci doğrultusunda hazırlanan ve 4 ayrı mekanizmadan oluşan “İnsan Hakları Paketi”nin başlıklarını açıkladı. Buna göre; cezaevlerinde Kürtçe gibi farklı dil ve lehçelerde görüşme yapılmasına imkân sağlandı. Özel kanalların farklı dil ve lehçelerde 24 saat yayın yapmasına izin verildi. Farklı dil ve lehçelerde enstitü, araştırma merkezi kurulması yönünde YÖK karar aldı. “Yaşayan Diller Enstitüsü” kuruldu. Yol kontrollerinin azaltılması ve yayla yasaklarının asgari seviyeye indirilmesi yönünde valiliklere genelge gönderildi.
- 8 Şubat – AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, çözüm süreciyle ilgili olarak “Ya biz bu meseleyi çözeriz, ya bu mesele bizi çözer” dedi.
- 25 Şubat – CHP İstanbul Milletvekili Nur Serter, “Devlet Habur’da teröristlerin ayağına götürülmüştür. AKP Habur’da teröre teslim olmuştur” dedi.
- 27 Mart – Kapatılan DTP’nin eski Genel Başkanı Ahmet Türk’e Samsun’da yumruklu saldırı yapıldı.
- 1 Mayıs – PKK’nın Tunceli’de karakol saldırısı sonucunda 4 asker şehit oldu ve 7 asker yaralandı.
- 14 Haziran – İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi PKK yöneticisi Duran Kalkan’ın “Genel af da çıksa silah bırakmayız” açıklamasını haberleştiren Milliyet muhabiri Namık Durukan’ın Terörle Mücadele Kanunu’nu ihlal ettiğinden 1 yıldan 7 yıla kadar hapse mahkum edilmesini talep etti.
- 18 Haziran – Kandil ve Mahmur’daki kamplardan gelen 34 kişiden 13’ü hakkında tutuklama kararı çıktı. BDP Grup Başkanvekili Bengi Yıldız tutuklamalarla birlikte açılımın bittiğini söyledi.
- 13 Ağustos – PKK 20 Eylül’e kadar eylemsizlik kararı aldığını duyurdu.
- 12 Eylül – Anayasa değişikliği referandumu yapıldı.
Yıl: 2011
- 13 Eylül – MİT yetkililerinin, PKK’lılar ile Oslo’da yaptığı bir görüşmeye ait olduğu iddia edilen bir ses kaydı internette yayınlandı. Yayınlanan ses kaydında Hakan Fidan, hem Abdullah Öcalan’la hem PKK’lılarla Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla ve “özel temsilcisi” sıfatıyla görüştüğünü ifade ediyordu. Ses kaydının MİT Müsteşarı Hakan Fidan, MİT Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş, KCK üyesi Mustafa Karasu, PKK üyesi Sabri Ok, KONGRA-GEL Başkan Yardımcısı Zübeyir Aydar ve koordinatör ülke temsilcileri arasında geçtiği iddia edildi. Sızmanın PKK tarafından gerçekleştirildiği ortaya çıktı.
- 19 Ekim – İran sınırını geçerek Hakkari Çukurca’ya sızan yaklaşık 150 PKK militanının gerçekleştirdiği saldırı sonrası 24 asker hayatını kaybetti.
- 22 Ekim – Kazan Vadisine büyük operasyon başlatıldı. Operasyon neticesinde PKK’nın ciddi kayıplar verdiği kesin olarak basına yansıdı.
- 28 Aralık – Gelen bir istihbarat gerekçesiyle Şırnak’ın Uludere ilçesi yakınlarındaki Türkiye-Irak sınırında gerçekleştirilen bombardıman sonucunda 35 Kürt vatandaş hayatını kaybetti.
Olay Sonrasında Yaşanan Gelişmeler
- 7 Şubat – MİT Müsteşarı Hakan Fidan, eski Müsteşar Emre Taner ve eski Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş Özel yetkili İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından şüpheli sıfatıyla ifadeye çağrıldı.
- 10 Şubat – MİT Müsteşarı Hakan Fidan ifade vermeye gitmeyerek, Abdullah Gül ile görüşmek üzere Çankaya Köşkü’ne çıktı.
- 11 Şubat – MİT görevlilerini ifadeye çağıran Savcı Sadrettin Sarıkaya’nın soruşturması elinden alındı.
- 17 Şubat – MİT Kanunu TBMM’de değiştirilerek Cumhurbaşkanı’nın onayıyla resmi gazetede yayınlandı. Fidan’ın ve diğer MİT mensuplarının görevleri kapsamındaki konularla ilgili ifade vermesi Başbakanlık iznine bağlandı. MİT mensupları ifade vermeye gitmedi. Kamuoyunda bu süreç Cemaat-AKP çatışmasının başlangıç noktası olarak kabul edildi.
- 20 Ağustos – PKK’nın Gaziantep’te düzenlediği saldırıda 10 vatandaş hayatını kaybetti, 9’u ağır 66 kişi yaralandı.
- 2 Eylül – PKK’nın Beytüşşebap ilçe merkezine yaptığı saldırı sonucunda 10 asker şehit oldu, 7 asker yaralandı.
*****
Sizi bilmem ama ben yukarıda ki olay-zaman cetveline baktığımda “üçüncü bir tarafın” varlığını hissediyorum. Taraf ifadesini geniş anlamda kullandım, çünkü zıt düşünce yapılarında farklı gruplardan oluşan bir konsensüse dikkat çekmek istedim. Zaten 10 yıldır cevabı aranan soru da bu: Kim bu üçüncü taraf?
Tekrar o günlere gidersek, olay sonrası tartışmaların merkezinde olan TSK ile MİT arasında bir gerilimin oluştuğunu görürüz. Gerilim nedeni ise (iddiaya göre) MİT’in 28 Aralık gecesi PKK yöneticilerinden Fehman Hüseyin’in Kuzey Irak’tan Türkiye’ye geçeceği bilgisini Genelkurmaya bildirmesiydi. Erdoğan’ın, MİT raporunun olaydan on gün önce gönderildiğini söylemesine karşın, Genelkurmay MİT’in son ana kadar bilgi gönderdiğinde ısrar etti. Devletin iki köklü kurumundan biri diğerine tuzak kurdu anlamına gelen bu ısrar, doğal olarak ortamın gerilmesine neden oldu. Öte yandan aksi iddia olarak kapalı kapılar arkasında dillendirilen tez ise TSK içinde açılım sürecine ve AKP’ye karşı bir grup askerin karargâhı yönlendirip bu katliamı gerçekleştirdikleriydi. Şamil Tayyar’ın ‘Şifre bu Paşadır’başlıklı yazısı bu minvalde ilginç bir örnek olarak zikredilebilir.
Şamil Tayyar yazısında bazı sorular sorduktan sonra; “Kanımca, bu 3 sorunun cevabını en iyi bilen Genelkurmay’da birim yöneticisi Tuğgeneral Ali Rıza Kuğu’dur. Meclisteki Uludere Komisyonu’na mutlaka davet edilmelidir.” cümlesiyle bitiriyor.
Yazıyı Şamil Tayyar yazınca işaret ettiği taraf herkesin malumu. Fakat bugünden bakılınca, yazının resmin bir parçasına dikkat çektiği ama büyük resmi görmeyi engellediği kanaatindeyim. Şöyle ki; Silahlı Kuvvetlerde Tuğgeneral rütbesinde bir askerin çalıştığı pozisyon ne kadar kritik olursa olsun bu derece önemli sonuçlar doğuracak kritik kararları tek başına alması mümkün değildir. Kaldı ki yönlendirme yaptı diyelim, yönlendireceği komutanlar arasında Yaşar Güler gibi Uludere’de çalışmış bölgeyi çok iyi bilen generaller var. Yine karargâh kadrosuna baktığımızda düşünce yapıları farklı, adeta mozaik denebilecek bir yapı karşımıza çıkıyor yani yönlendirme ve karar alıcılara yanlış kararlar aldırmak farklı bir kurumdan destek gelmediği sürece kolay görünmüyor.
İddia o ki, bu kurum MİT idi!
Peki MİT kendi koordinesindeki bir süreci (çözüm sürecini) devam ettirdiği dönemde neden TSK’yı yanlış yönlendirsin? Tabii o dönem bu soruya tatmin edici cevap vermek zordu, ama köprünün altından çok sular aktı. Hükümetin Kürt sorununun çözümü için samimi olmadığı gün gibi ortaya çıktı. Ancak daha önemli bir gerçek daha ortaya çıktı: Eski(!) derin devletin bir kısmı AKP’ye eklemlenmişti. Bu eklenmenin temellerinin 2010 yılında atıldığı ile ilgili hâkim bir kanı mevcut. “2010’u nereden çıkardın” derseniz, referandumu kazanan AKP için yolun saptığı zorunlu istikamet, varmak istediği nihai hedefe ulaşmıyordu. Nihai hedef ülkenin yönetim sistemini değiştirip “Türk Tipi Başkanlık Sistemini” getirmekti.
Bu aşamada eski düşmanlar “Saray”a biat ederek başkanlık sistemine destek olacaklarının teminatını verdiler. Ve “üçüncü tarafı” oluşturdular. Bu aşamadan sonra ilk hedef TSK’ya yeniden hâkim olmaktı. Burada “üçüncü taraf” dediğim konsensüsü oluşturan yapıların gizli ajandalarının olduğunu ve ilk fırsatta birbirlerini tasfiye etme planlarını hazır beklettiklerini ayrıca not edelim. (Son YAŞ tasfiyeler gibi).
İşte Roboski üçüncü taraf dediğim bu yeni konsensüsün TSK’ya ilk tuzağıdır.