1957 yılında kurulan ve Avrupa Birliği’nin temeli olan Avrupa Ekonomik Teşkilatı (AET) ile Türkiye arasında imzalanan Ankara Anlaşmasından sonra dönemin Başbakanı İsmet İnönü AET için “Beşeriyet tarihi boyunca insan zekâsının vücuda getirdiği en cesur eser” açıklamasını yapmıştı.
Eski adıyla Avrupa Ekonomik Teşkilatı yeni adıyla Avrupa Birliği, sonradan sadece ekonomik gücün değil adeta hukuk, adalet ve insan haklarının da dünyadaki merkez üslerinden oldu. Bu durum Avrupa Birliği Temel Hakları Bildirgesinde şöyle tanımlanmıştır:
“Avrupa halkları, aralarında daha yakın bir birlik oluşturmak için ortak değerlere dayalı barışçı bir geleceği paylaşmaya kararlıdır. Ruhani ve manevi mirasının bilincinde olan Birlik, bölünmez ve evrensel değerler olan insan onuru, özgürlük, eşitlik ve dayanışma değerleri üzerine inşa edilmiştir. Demokrasi ve hukukun üstünlüğü ilkelerine dayanmaktadır. Birlik vatandaşlığını tesis ederek ve bir özgürlük, güvenlik ve adalet bölgesi oluşturarak bireyi, faaliyetlerinin merkezine yerleştirir.”
Her şey tıpkı bir ütopyanın gerçekleşmiş hali gibiydi. Avrupa’yı kasıp kavuran İkinci Dünya Savaşından sonra toparlanmış ve müthiş bir atılım yapmışlardı. Birlik ülkelerinin yetkilileri hukukun üstünlüğü, insan onuru ve haklarını dillerinden düşürmüyorlardı. Avrupa kıtasında bulunan ülkeler birliğe dahil olmak için can atarken diğer bölgelerde bulunanlar ise birliğin durumunu imrenerek seyrediyorlardı.
Kırılma Noktası
Takvimler 2021 yılının son günlerini göstermekteyken Rusya Ukrayna sınırına askeri yığınak yapmaya başladı. Tüm dünya olası bir Rusya – Ukrayna savaşını konuşurken Rusya bu söylemi batının kuruntusu olarak değerlendirdi.
Avrupa ülkeleri Rusya’nın Ukrayna’ya karşı bir operasyon başlatması durumunda Rusya’nın ağır bedeller ödeyeceğini ve bunun bir felakete yol açacağını açıkladılar.
Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski ile sık sık görüşen Avrupalı liderler sürekli olarak ve aleni bir biçimde yanınızdayız mesajlarını ilettiler.
ABD-NATO-AB üçgeninde öyle bir algı oluşturuldu ki, Rusya Ukrayna’ya karşı işgal girişimi başlatırsa karşısında NATO ve ABD’yi görecekti. İlişkiler Soğuk Savaş’tan bu yana, en kötü seviyeye evrildi. Söylem bazında Rusya’nın Ukrayna’ya karşı bir saldırı ya da işgal girişiminde bulunması gerçekten de Rusya için iyi olmayacaktı.
Başta Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski ve Ukrayna vatandaşları olmak üzere nerdeyse tüm dünya bu sözlerin güvenilirliğinden şüphe etmiyorlar ve inanıyorlardı. Arkalarında ABD-NATO ve koskoca Avrupa Birliği vardı.
Beklenen Oldu
ABD devlet Başkanı Biden, 17 Şubat 2022 tarihinde yaptığı açıklamada “Önümüzdeki günlerde Rusya Ukrayna’ya girecek” açıklamasını yaptı. Bu açıklamadan yaklaşık bir hafta sonra Rusya Devlet Başkanı Putin, zehir zemberek bir açıklamanın ardından askeri operasyon için talimat verdi ve Rusya’nın Ukrayna’yı işgali süreci resmi olarak başlamış oldu. Rus rublesi işgal girişiminin ilk günlerinde dolar karşısında çok ciddi değer kaybı yaşadı.
İşgal girişiminin ilk günlerinde gözler askeri operasyondayken, diğer taraftan da ABD, NATO ve Avrupa ülkelerinin operasyona dahil olup olmayacağı takip edilmeye başlandı. Ama önce Rusya için “felaketi olur” tehditleri savuran liderlerin açıklamaları şekil değiştirdi. Bu sefer Rusya’ya karşı yaptırım uygulayacağız demeye başladılar.
NATO’nun 30 üyesinden 28’inin Avrupa kıtasında olması ve bu 28 ülkenin de 22’sinin Avrupa Birliği üyesi olması doğal olarak, gelen destek açıklamalarını daha da güven duyulur kılıyordu.
Beklenen askeri operasyon desteği revize edildi ve yerini askeri ekipman desteğine bıraktı. Fakat söz konusu askeri ekipman desteği de beklenen seviyede olmadı. Avrupa ülkeleri, envanterlerinde bulunan 20-30 yıllık askeri silah, teçhizat ve ekipmanlarını Ukrayna’ya gönderdiler.
Yeni durumda Avrupa ülkeleri Rusya’dan doğalgaz alımını azaltarak yaptırım uygulamak istedilerse de Rusya bunu karşılıksız bırakmadı ve gaz satışını daha da kıstı.
Gelinen noktada Rus Rublesi işgal girişiminden önceki döneme göre daha da değerlendi. Rusya artık eskisine göre çok daha az gaz satıp daha fazla gelir eder oldu.
Konuşulanlar – Konuşulmayanlar
Rusya’nın işgal girişiminin başlamasının üzerinden 5 ay geçti. İlk günlerde tüm dünya Ukrayna’daki gelişmelere odaklandı. Tarafların özellikle de Rusya’nın günlük kayıp bilançosu üzerinden geniş geniş değerlendirmeler yapıldı.
Gün geçtikçe işgal girişimi ile ilgili gelişmeler medyada daha az yer bulmaya başladı. Bunun yerine, işgal girişiminin dünya ekonomisine verdiği tahribat konuşulur oldu.
Ukrayna limanlarında bekleyen tahıllar konuşulurken, ortalama günde 100 Ukrayna askerinin hayatını kaybettiği konuşulmaz oldu.
Avrupa kamuoyunda en çok konuşulan konu gaz fiyatlarının artacağı ve sanayiye etkisi iken, Ukrayna’da insanların içme suyuna dahi ulaşmada güçlük çektiği konuşulmaz oldu.
Almanya’da aylık toplu taşıma bilet fiyatlarının 9 Euro olması, Ukrayna’dan yaklaşık 9 milyon insanın yurdunu terk ederek mülteci olmasından daha fazla konuşuldu.
İnsanlar ülkelerine gelen Ukraynalı mültecilerden dolayı sosyal hayatlarında gerçekleşen değişikliği konuşurken, o insanların evlerini, ailelerini ve sevdiklerini geride bırakarak canlarını korumak için ülkelerine gelmiş olmaları konuşulmaz oldu.
Ukrayna’nın Rusya’ya kafa tutacak özgüveni ABD ve Avrupa ülkelerinin desteğini arkasında hissetmesi üzerine elde ettiği, fakat sonra adeta yalnız bırakıldığı konuşulmaz oldu.
Her fırsatta eski SSCB’yi tekrar kuracaklarını ve Ukrayna, Polonya üzerinden Berlin’e kadar gideceklerini söyleyen Rus yetkililerin açıklamaları Avrupa açısından bir tehdit unsuru olarak ortada duruyorken, Ukraynalı askerlerin bu süreçte Avrupa’nın güvenliği için can verdikleri ve Ukrayna halkının da mülteci olduğu konuşulmaz oldu.
Değerler Avrupa’sı
Yazının başında anlatılan, Ukrayna işgaline kadarki Avrupa ile Ukrayna işgalinden sonraki Avrupa’nın aynı değerlere sahip olmadıkları anlaşılıyor. Velhasıl Avrupa Birliği’nin, ilk temellerinin atıldığı Avrupa Ekonomik Teşkilatı dönemindeki gibi ekonomik bir refahı hedeflediğini, bu refahın kaybedilmesi durumunda, önceliği olduğu söylenegelen Avrupa Birliği Temel Hakları Bildirgesinde yer alan hususların göz ardı edilebileceğini, yani “önce insan” anlayışının terk edilebileceğini gösterdiklerini söylemek durumundayız.
Yazımı yine İsmet İnönü’ye ait bir sözle sonlandırmak istiyorum. Türkiye’yi İkinci Dünya Savaşı’na sokmayan İsmet İnönü, ağır eleştirilere maruz kalmıştı. Savaş bittikten sonra “Bizi ekmeksiz bıraktın” eleştirilerine, “Ekmeksiz bıraktım ama babasız bırakmadım” cevabını vermişti. Aradan geçen bu sürede bu sözün ne kadar haklı olduğu görülüyor.