Nükleer silahların devri
Soğuk Savaş’ın 1991’de tamamen sona ermesinin ardından bağımsızlığını kazanan ülkeler arasında yer alan Ukrayna, dünyanın en büyük 3 nükleer gücünden biriydi. Nükleer silahların azaltımı süreciyle başlayan görüşmelerde Kiev Hükümeti, 1.900 adet stratejik ve 2.650 ila 4.200 arasında tahmin edilen sayıda taktik nükleer silahı “güven koşuluyla” Moskova’ya devretti. Bugün Ukrayna’nın sahip olduğu nükleer silah sayısı Çin, Fransa, İngiltere, Hindistan, Pakistan, İsrail gibi ülkelerin toplamından katbekat fazladır.
1994 yılında imzalanan Lizbon Protokolü ve Budapeşte Anlaşması’nın sadece bir aldatmaca olması, Ukrayna’nın hem Batılı ülkeleri hem de Rusya’yı tekrar sorgulaması gerektiğini gözler önüne seriyor.
Batı ve Rusya arasında Ukrayna
1991’de Rusya, Ukrayna ve Belarus liderleri, Sovyetler Birliği’ni feshederek Bağımsız Devletler Topluluğu’nu kurdu. Moskova, böylece eski Sovyet ülkeleri üzerindeki nüfuzunu devam ettirmeyi amaçlıyordu. Kremlin yönetimi ayrıca eski kardeş cumhuriyetleri, ucuz doğal gaz arzı yoluyla kendisine bağlayabileceğine inanıyordu. Bu hesap tutmadı. Belarus, Moskova ile yakın bir ittifak kurarken, Ukrayna ise yönünü Batı’ya doğru çevirdi.
Sovyetler Birliği dağıldıktan sonraki ilk yıllar, Ukrayna ve Rusya arasında Kırım’daki Karadeniz Filosu’yla ilgili anlaşmazlıklar yaşandı.
Ekim 1991’de önce Ukrayna Parlamentosu, ardından Devlet Başkanı Kravçuk, filonun Ukrayna’nın kontrolüne geçmesi kararını onayladı. Bundan kısa bir süre sonra dönemin Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin, Karadeniz Filosu’nun Moskova’ya bağlı olduğunu öngören kararnameyi imzaladı.
1992’nin haziran ayında Ukrayna bayraklı devriye gemisi SKR-112’nin Odessa’ya gitmesi sonrası taraflar silahlı çatışmanın eşiğinden döndü. İki ülkenin Amiral Kuznetsov uçak gemisini paylaşamaması gerginliği iyice artırdı. Bir süre sonra suların durulmasıyla taraflar yeniden masaya oturdu.
İki ülkenin devlet başkanları Boris Yeltsin ile Leonid Kuçma, Rus Karadeniz Filosu’nun 2017 yılına kadar Kırım’da kalmasını ve iki ülke arasında dostluk, iş birliği ve partnerlik öngören anlaşmayı 1997 yılında imzaladı.
Putin’in başkan olmasıyla Moskova ile Kiev arasında, Putin döneminde ilk büyük diplomatik kriz yaşandı. 2003 sonbaharında, Rusya şaşırtıcı bir şekilde Kerç Boğazı’nda, Ukrayna’ya bağlı Tuzla adasına doğru bir baraj inşa etmeye başladı. Kiev bu adımı, “sınırı yeniden çizme ve Tuzla’yı ilhak girişimi” olarak gördü. Kriz giderek tırmandı ve ancak başkanların baş başa görüşmesinin ardından sorun çözüldü. Baraj inşaatı durduruldu, ancak iki ülke arasındaki Post-Sovyet dostluğu derin bir yara aldı.
Ukrayna’da 2004 devlet başkanlığı seçimlerinde Moskova yönetimi, Viktor Yanukoviç’i destekledi. Batı yanlısı siyasetçi Viktor Yuşçenko karşısında seçimi Moskova güdümlü adayın kazandığı açıklandı. Şaibeli olan seçim tekrarlandı. Tarihe “Turuncu Devrim” olarak geçen halk ayaklanması sonunda muhalif politikacı Yuşçenko, Devlet Başkanlığı koltuğuna oturdu. Onun görev süresi boyunca Rusya, 2006 ve 2009 yıllarında Ukrayna’nın doğalgaz musluğunu iki kez kapattı.
2008 yılında dönemin ABD Başkanı George Bush, NATO’ya üye olma hedefiyle Ukrayna ve Gürcistan’ı resmî bir hazırlık programına dahil etmeye çalıştı. Putin bu duruma derhal itiraz etti. Moskova, Ukrayna’nın bağımsızlığını tam olarak kabul etmediğini açıkça belirtti. Almanya ve Fransa, Bush’un planlarını engelledi. Bükreş’teki NATO zirvesinde Ukrayna ve Gürcistan’a üyelik sözü verildi, ancak somut bir tarih belirlenmedi.
NATO ile işler hızlı yürümediği için Ukrayna, Batılı ülkelerle ilişkilerini bir AB Ortaklık Anlaşması imzalayarak geliştirmeyi düşündü. Anlaşmanın imzalanmasına birkaç ay kala Moskova yönetimi, 2013 yazında Kiev’e büyük bir ekonomik baskı uyguladı ve Ukrayna’nın ithalat yapmasını engelledi. 2010 seçimlerini kazanarak iktidara gelen dönemin Ukrayna Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç, imza aşamasında olan AB ile ortaklık anlaşmasını askıya aldı. Bu, muhalefetin büyük protestosuna neden oldu ve sonunda Yanukoviç, Şubat 2014’te Moskova’ya kaçmak zorunda kaldı.
Kırım
Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya İmparatorluğu arasında savaşlara neden olan Kırım, 1783’te Çariçe Katerina zamanında Rusya’ya geçti. Sovyet lideri Nikita Kruşçev, 1954 yılında Kırım’ı Ukrayna’ya hediye edene kadar yarımada Rusya’ya aitti.
Kendisi de Ukrayna kökenli olan Kruşçev, Rusya’nın hakimiyeti altına girişinin 300’üncü yıl dönümünde Kırım’ı Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne verdi.
Her iki ülke de Sovyetler çatısı altında olduğu için o dönem fazla önemsenmeyen bu karar, SSCB’nin çökmesinin ardından Moskova ve Kiev için ciddi önem kazandı. Büyük önem verdiği Karadeniz Filosu’nun, Batı’ya yakınlaşma riski bulunan Ukrayna’da kalması Rusya’yı kaygılandıran bir konu haline geldi. Nüfusunun çoğunluğu Ruslardan oluşan yarımada 2014 yılında yapılan referandum sonucu Rusya’ya bağlandı. Halk arasında Rusya karşıtlığının zirve yaptığı, Rusça eğitimin yasaklandığı, Rus sosyal paylaşım sitelerine erişimin engellendiği, medyada Rus dilindeki yayınların sınırlandığı ülkede, Dostoyevski, Tolstoy gibi Rus yazarlarının eserleri de okul müfredatlarından çıkarıldı.
Rus nüfusun ve Rusya yanlılarının ağırlıkta olduğu ülkenin doğusundaki Donbass bölgesinde (Donetsk ve Lugansk), büyük ölçüde Moskova destekli milis örgütlenmeleri ile Batı’nın desteklediği Kiev yönetimi arasında silahlı çatışmalar yaşandı.
Bölgeyi kan gölüne çeviren çatışmalarda, önemli bölümünü sivillerin oluşturduğu on binlerce kişi hayatını kaybetti. Bölge nüfusunun ciddi bölümü göç etti. Şehirlerin altyapıları büyük zarar gördü. Rusya destekli Donetsk ve Lugansk “halk cumhuriyetleri” tek taraflı olarak Kiev’den bağımsızlıklarını ilan ettiler.
Şubat 2022’de Rusya’nın tüm komşularına karşı iyi davranmaya devam etmek niyetinde olduğunu ifade eden Putin, “Tekrar ediyorum, Ukrayna ile durum farklı. Bunun nedeni, ne yazık ki, bu ülkenin topraklarının üçüncü ülkeler tarafından Rusya’ya karşı tehdit oluşturmak için kullanılmasıdır. Hepsi bu kadar” dedi.
O anlaşmada yer alan Rusya, ABD ve İngiltere, Ukrayna’ya yönelik bir söz verdi. Anlaşma; Rusya ve taraf ülkelerin Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne veya siyasi bağımsızlığına yönelik tehditlere veya güç kullanımına karşı güvenliğe dair güvenceleri de içermekteydi.
Hatta o anlaşmada “İmzacı ülkelerin Ukrayna’ya yönelik bir tehdide ya da kuvvet kullanımına başvurmayacakları ve Ukrayna’nın bir tehditle ya da saldırganlıkla karşılaşması durumunda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni (BMGK) harekete geçirecekleri” vurgulanmaktadır.
2014 yılında Rus güçlerinin Ukrayna’ya bağlı Kırım’ı ilhak etmesi ve sonrasında Donbass ve Luhanks bölgesindeki isyanları hem silah hem de askeri olarak desteklemesi 1994 yılındaki o anlaşmayı tekrar gündeme getirdi. Putin, bu süreçte kendisine yöneltilen Budapeşte Memorandumu uyarısına da “O anlaşmayı ben imzalamadım” diyerek bunu kabul etmediğini dile getirdi. Ukrayna tam anlamıyla Moskova tarafından kandırılmıştı ve sahibi olduğu nükleer gücü yok pahasına Rusya’ya teslim etmişti. Putin’in NATO’ya yönelik nükleer güç tehdidinde bulunması, Rusya’nın oyunu istediği gibi kurgulamasının da önünü açmış oldu.
Ukrayna, Rusya’yla o anlaşmayı imzalamasaydı ve şu anda 6 bin nükleer başlık ve silaha sahip olsaydı, Putin, bu hamleleri yapar mıydı?