16 Haziran da Van’da hamile annesiyle sokakta yürüyen bir çocuğun Selahattin Demirtaş baskılı tişörtü giydiği için gözaltına alındığı haberi bazı medya organlarında yayınlandı.
Malum, Selahattin Demirtaş 4 Kasım 2016 tarihinde HDP Eş Başkanı Figen Yüksekdağ ve 9 HDP’li milletvekili ile birlikte Türkiye Anayasası’na göre “suç işlemek amacıyla örgüt kurmak”, “terör örgütü üyesi olmak”, “silahlı terör örgütüne üye olmak” ve “örgüt adına suç işlemek” iddialarıyla tutuklanarak Edirne F Tipi Cezaevi’ne gönderildi.
Birçok kişi Selahattin Demirtaş’ın Erdoğan’a yönelik “Seni başkan yaptırmayacağız!” söyleminin neticesi olarak tutuklandığını iddia etse de ben bu konuda farklı düşünenlerdenim. Terör örgütü içerisinde Öcalan’a karşı yıllardır bir lider figürünün çıkmadığı veya çıkamadığı bir gerçektir. Bölge halkı nazarında son yıllarda Selahattin Demirtaş’ın yadsınamaz bir yükselişi bulunmaktadır. Bu konudan en fazla rahatsız olan kişi Öcalan’ın kendisidir. Demirtaş, en son İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinde Öcalan’a rağmen HDP seçmenini sandığa çağırmış ve AKP’nin İstanbul hezimetinde ciddi rol oynamıştı.
Seçimleri kazanmak için terör örgütü liderinin mektubunu kamuoyuna okutan AKP, hakkında terör örgütüne üye olmak suçlamasıyla arama kararı bulunan Osman Öcalan’ın röportajını TRT de yayınlamıştır. Bu tarz bölge halkına yönelik politik manevralara karşı, 16 Haziran’da Van’da veya Türkiye’nin farklı şehirlerinde meydana gelen olaylarda gerçekleşen insan haklarına ve hukuka aykırı polisiye uygulamaların gerçekten üzerinde durulması gerekmektedir.
Burada dikkat edilmesi gereken husus, bu konuda yapılanların terörle mücadele kapsamında yapıldığının iddia edilmesidir. Aksine, son yıllarda yapılan terörle mücadele faaliyetlerinin birçoğunun elde edilmiş kazanımları tamamen geriye götürdüğü ve sıfırladığı sonucu inkâr edilemeyecek bir gerçektir.
40 yıldan fazladır yürütülmekte olan terörle mücadelede, güvenlik güçleri çok ciddi başarılar ve tecrübeler elde etmiştir. Bu doğru. Ancak kazanılan tüm tecrübeler, terörle mücadelenin; hukuki, siyasi, ekonomik ve silahlı mücadele şeklinde dört bileşeninin olduğunu da ortaya koymuştur. Sadece Silahlı Kuvvetlerce yürütülen faaliyetlerle kesin sonuçlu başarılar alınamayacağı artık tüm dünyada kabul edilmektedir.
Dünyadaki bölücü ve ayrılıkçı faaliyetlerin nasıl çözüldüğü incelendiğinde görülecektir ki, bu sorunlar tamamen silahlı mücadele ile değil, gerek İspanya (ETA), gerekse İngiltere (İRA) örneklerindeki gibi ilgili grupların siyaset ortamına çekildiği, hukuki ve ekonomik adımlar atılmak suretiyle çözüme kavuşturulduğu görülecektir. Buna karşın Erdoğan’ın, yıllardır hükümetlerin Kürtleri siyaset ortamına çekmek için yaptıkları tüm çalışmaları bir çırpıda çöpe atması da çok manidardır.
Terör örgütü PKK 1978 yılında, Lice’nin Fis köyünde Abdullah Öcalan ve kendisini destekleyen 21 kişi tarafından kurulduğu günden bugüne değin tek bir lider ve hemen hemen aynı yöneticiler tarafından yönetilirken, Türkiye Cumhuriyeti 16 Başbakan ve 1 Cumhurbaşkanı (Cumhurbaşkanlığı Sistemi) ile 27 Hükümet tarafından yönetilmiştir. Terör örgütü dünyada gelişen durumlara kendisini hemen adapte ederken, devlet her dönem farklı hükümetlerin farklı siyasi programları ile terörle mücadele etti. Hatta AKP hükümetleri döneminde bile, birbirine zıt eylem planları uygulandı.
90’ların Ergenekon ve JİTEM uygulamalarına karşı iktidarının ilk yıllarında mücadele başlatmakla övünen AKP, 7 Haziran 2015 seçimleriyle bir kırılma yaşamış terörle mücadele politikalarında geriye dönmüştür. 90’lı yılların beyaz Toros araçlarının yerini siyah Transporter minibüsler, JİTEM’in yerini de MİT in kurduğu özel operasyon birimi almıştır. Yine sokak ortasında insan kaçırmalar, işkenceyle insanları suçlayan ifade almalar geri gelmiş, insan hakları ve hukuk rafa kaldırılmıştır.
Gelinen noktada, her fırsatta “Kandili başlarına yıkarız!” diye tehdit savuran İçişleri Bakanı Soylu’nun gücü yalnızca tişört giyen çocuklara, kermes yapan hamile kadınlara veya arkadaşları için yürüyen vatandaşlara yetecek hale gelmiştir.
Malum çözüm süreci içerisinde bu ülkede hiç alışık olmadığımız ve tasvip etmediğimiz bazı uygulamalara şahit olduk. Birçok yanlışına karşın, sorunun siyaset içerisinde çözümlenmeye çalışılması belki de tek doğru şeydi. Ancak AKP, bu süreci sadece oy kazanmak maksadıyla yürüttüğünden ülkenin geri kalanını sürece dâhil etmemiştir. Neticede yürütülen politikadan sonuç alınamamış ve süreci buzdolabına kaldıran Erdoğan’ın yine kendisi olmuştur.
Yeni bir seçim yaklaşırken tüm muhalefetin ve Türkiye’deki aydınların belki de en çok dikkat etmeleri ve akıldan çıkarmamaları gereken husus, Erdoğan ve destekçilerinin seçimi kazanmak adına terörü ve bölgede yaşayan insanları bir kere daha manipüle edebileceğidir. Unutulmamalıdır ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda yer alan bütün bileşenlerin bu ülkenin kaderini belirlemede söz hakkı vardır. Türk’ü, Kürt’ü, Laz’ı, Çerkez’i… bu harcın birer parçasıdır. O nedenle harcın bileşenlerinin hepsini kucaklamak çözümün yegâne anahtarı olacaktır.