Jeopolitik gerçeklikler sadece askerleri ilgilendirmez. Siyasal karar vericilerin, askeri karar mekanizmasına dair en azından genel hatlarıyla temel kavramlara vakıf olmaları gerekir. Bu bakış açısından yoksun karar vericilerin stratejik yönden hatalı direktiflerinin sahadaki taktik başarılarla tolere edilmesini beklemeleri aslında düşünce üretme, politika geliştirme ve icrai adım atmadaki beceriksizliğin açık bir göstergesidir. Ülkemizdeki siyasal karar vericilerin bunun farkına varmaları ya da bu hatalarını kabullenmeleri pek mümkün görünmüyor. Bireysel ve siyasal hırsları buna mani oluyor. Bir örnek üzerinden konuyu genişletip, bu bağlamda son general istifalarına değinmek istiyorum.
Bir askeri harekât bölgesi açısından çok önemli bir faaliyet vardır: Muharebe Sahası İstihbarat Hazırlığı (MSİH). Askeri talimnamelerde bu faaliyetin nasıl yapılacağı detaylı bir şekilde anlatılmıştır. Bu anlatımlar içerisinde, bu görevin doğrudan ülkenin istihbarat teşkilatı tarafından icra edilmesi gerektiğine dair bir ibare bulamazsınız. İstihbarat teşkilatından istifade edilebilir, fakat bu sorumluluk ona devredilmez. Zira muharebe sahasına dair ihtiyaç duyulan istihbaratın, o sahada faaliyet gösterecek sıralı askeri birlikler tarafından derlenip toplanması gerekir.
Merkezi istihbarat teşkilatlarının, istihbarat işinin doğasından kaynaklanan, ketumiyete dayanan bir çalışma stilleri vardır. Elde edilen bilgiler istihbarat üretiminde kullanılmak üzere bu kurumsal yapı içerisinde ya işlemden geçirilir ya da arşivlenir. Dolayısıyla bu bilgiler sahada vazife alacak askeri unsurlarla bütünüyle paylaşılmayabilir.
İstihbarat teşkilatı tarafından, muharebe sahasına dair elde edilen kimi bilgilerin ilgili askeri unsurlarla paylaşılmadan sırf istihbarat üretimi için kullanılması düşüncesi, askeri harekâtın güvenliği açısından büyük bir sorundur. Çünkü taktik ve operatif seviyedeki askeri karar vericiler için hangi haber ya da istihbaratın, ne ölçüde kıymet taşıdığının ortaya konması önemlidir. Ve bunun en sağlıklı değerlendirmesini sahadaki askeri gereklilikleri tespit etme yükümlülüğü olan ve MSİH bilgilerine ihtiyaç duyan sahadaki aktörler yapabilirler. Bundan dolayı da MSİH’nın ve dolayısıyla da muharebe sahası yönetiminin doğrudan askeri unsurlar tarafından icra edilmesi gerekir.
Suriye’deki askeri harekât sahasında, bu konuda büyük problemler yaşandığını söylemek mümkün. Konuyla ilgili kaygılarımızı bir çıt daha ileriye taşıyarak, Suriye politikası bağlamında görevli askeri birliklerin komutanı pozisyonundaki generallerin emekliliklerini istemelerinin altında yatan en önemli nedenlerden birisinin de bu noktada ortaya çıktığını söyleyebiliriz.
Askerler, MSİH sürecinin işletilmesinde gerekli inisiyatifin kendilerine tanınmamış olmasından ve MİT görevlilerinin, Türkiye’nin Suriye politikasının icrasında adeta askerlerin amiri pozisyonunda görevlendirilmelerinden ciddi bir rahatsızlık duymaktadırlar. Keşke istifa eden komutanlarımız bu konularla ilgili yaşadıklarını çıkıp kamuoyuna anlatabilseler. Gerçi bu ihtimal çok uzak görünüyor. Zira son düzenlemeye göre artık sadece muvazzaf askerlerin değil, emekli askerlerin de konuşması yasaklandı.
Görevin gereklilikleri ile siyasal direktiflerin uyuşmaması, askerin can güvenliği ve görev sorumluluğu tartışmalarını da beraberinde getirir.
“Stratejik hatalar, taktik başarılarla örtülemez.” Siyasetçiler, (stratejik ya da değil) verdikleri direktif ve talimatların kusurlarını ve eksiklerini sahada görev yapan komutanların taktik başarılarıyla örtebileceklerini düşünüyorlar. Bu zannediyorum hatalı düşünce ve davranışlarının en masumu. Aksi halde doğrudan bir ihanet politikası söz konusu olur ki, bunu fark etmiş olan komutanların sadece istifa etmekle kalmaları da yeterli değildir. Çıkıp kamuoyu önünde yapılan yanlışları tek tek ortaya dökmelidirler. Bunun için de “biraz zaman geçsin, olaylar soğusun” düşüncesine girilmesi bir sorumsuzluk örneği olur. Yanlış davranış, görüldüğü yerde derhal düzeltilmelidir. Kırık camlar teorisini bilirsiniz. Askeriyedeki, hatalı davranışı düzeltme ya da düzeltmeme pratiği de tıpkı bu teorideki gibi işler. Sorun, anında giderilmezse, problem sahası genişler.
Askeri gereklilikler üzerinden harekât tasarısı geliştiren komutanlara, bu gerekliliklerle örtüşmeyen ve ileriye dönük olarak tolere edilemeyecek ölçüde risk içeren siyasal direktifler dayatırsanız bir faciayla karşı karşıya kalmanız kaçınılmazdır.
Siyasal direktiflerin icrası açısından, askeri sistematik içerisinde hukuki bir dayanağı bulunan “mutlak itaat” kavramı da maalesef istismar ediliyor. Erdoğan iktidarı bu noktada oldukça pervasız. Ve bu serazat ruh hali, bir güç zehirlenmesinin zirvesinde dolaşması neticesini doğuruyor.
Askerin “mutlak itaat” prensibini bir zaaf olarak değerlendirmenin hesabını yapan Erdoğan, bir oldu-bitti ile Türkiye’yi Suriye’de sıcak bir çatışmanın içine çekecek, dahası açıkça bir savaş ilan edecek motivasyonunu koruyor. Suriye sınırında TSK’nın kendini içerisinde bulacağı bir savaşın Erdoğan, Akar ve Fidan açısından mutlaka örtüşen ve örtüşmeyen hedefleri vardır. Belki hepsinin de yer yer kazançlı çıkacakları noktalar olacaktır. Fakat ne TSK ne de Türk milleti böyle bir savaşın kazananı olmayacaktır. Çünkü zaruri olmayan böyle bir savaşın adı baştan bellidir: Cinayet!
Erdoğan, “Yapmayacaksan, çeker gidersin” yaklaşımını sergileniyorsa -ki öyle görünüyor- tarafların bunu açıkça ilan etmesi gerekmektedir. Zira konu, bireysel gurur ve beklenti meselesi olmanın çok ötesindedir. Millet menfaatlerini hiçe sayan ya da bunları siyasal ikbal ve bireysel çıkar motivasyonuna kurban eden siyasal ya da askeri fark etmez her yönetimin ve yöneticinin direktif ve talimatları gayrimeşrudur. Bunun farkında olan askeri karar vericiler bu nitelikteki siyasal direktifleri sorgulama ve yerine göre de reddetme hakkına sahiplerdir.
Keşke omzu en kalabalık olanlar bu noktada bir “duruş” sergileyebilseler.
Biliyorum, muvazzaf askerlerin böyle bir duruş sergilemeleri çok kolay değil. İmkânsız da değil. İstifa bir seçenek olarak ortada durmaktadır. Fakat böyle bir noktaya varıldığında istifa ya da emeklilik hakkını kullanmak da ayrı bir sorumluluk doğurur.
İstifa eden generaller bu sorumluluğun bir gereği olarak üniformalarını çıkarmış olabilirler. Fakat gelinen nokta bir ihanetin varlığına işaret ediyorsa bunun lisan-ı münasiple kamuoyuna ilan edilmesi gerekir. Aksi takdirde, istifa/emeklilik paravanının arkasına saklanmak, bu hakkın suistimal edildiği anlamını da taşır.
Mutlak itaat, milli menfaat, ihanet…
Bu yol ayrımında muvazzaf, müstafi ya da emekli fark etmez bütün generallerin milli ve vicdani sorumluluğun gereği olarak bir “karar” vermeleri gereklidir.