Son dönemde sıkça tartışılan ve kamuoyunda haklı endişelere de sebebiyet veren kayıp ve çalıntı silahlar konusunu, bireysel silahlanma ve Sedat Peker’in gündeme getirdiği Özel Harp Dairesi ekseninde sizler için yeniden ele aldık.
Türkiye’de 1944 ile 2014 yılları arasında kayıtlara geçen kayıp silah sayısı 2014 yılı İçişleri Bakanlığı İdare Faaliyet Raporuna göre 14 bin 682 iken, bu rakam 2017 yılı İçişleri Bakanlığı İdare Faaliyet Raporunda aktarılan bilgiye göre ilginç bir şekilde 106 bin 740’a yükseldi. Kaba bir hesapla denebilir ki, ülke genelinde Tugay seviyesinde en az 20 adet askeri birliği teçhiz edecek miktarda silah kayıplara karışmış durumda. Diğer bir ifadeyle; bu silahlar birileri tarafından münferit ya da toplu olarak kullanılacak olsa ülke olarak ulusal bir güvenlik tehdidi ile karşı karşıyayız.
Kayıp Silahlar ve Bireysel Silahlanma
Öte yandan Türkiye’de bireysel silahlanma meselesi de son günlerde ayrıca bir ulusal güvenlik sorunu olarak kamuoyunda sıkça tartışılmaktadır. Bu konudaki güncel istatistiki veriler, Erdoğan ve iktidarının toplumu kutuplaştırma ve ötekileştirme politikalarının, medyanın da etkisiyle hayli kontrolden çıkmış olduğunu gösteriyor.
Türkiye’de 20 milyonu ruhsatsız olmak üzere toplamda 22.5 milyon silah bulunuyor. Bu da demek oluyor ki, her 3 kişiden biri yahut her 2 yetişkinden biri silahlı.
2019 yılı verilerine göre 2 bin 211 kişi silahlı şiddet olaylarında hayatını kaybetti. Hayatın normal seyrinde devam ettiği mevcut koşullarda bile durum bu. Varın siz kutuplaştırmanın, hedef göstermenin, toplumu sokağa sevk etmenin ve insanların birbirlerine karşı kışkırtılarak çatışma ortamına sürüklenmesinin revaçta olduğu ve bir “iç karışıklık” ortamına evrildiği Türkiye’yi düşünün. 100 bini aşkın kayıp silah gerçeğini de hesaba katarak ortaya çıkacak tabloyu gözlerinizin önünden geçirin.
696 Sayılı KHK ve Suçlulara Cezai Muafiyet Hakkı
Tüm bunlar yetmezmiş gibi ülkeyi yöneten irade, Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile hukukun alanını da düzenlemeye kendini yetkili görmüş ve 2017 yılında çıkarılan 696 Sayılı KHK ile tarihe kara bir leke, ülkenin geleceğine ise büyük bir tehdit unsuru olarak geçen bir karara imza atarak 15 Temmuz 2016 tarihinde Erdoğan tarafından sokağa sürüklenmiş ve bir çok cinayet işlemiş kişilere de resmi bir görevi olmasına bakılmaksızın hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluktan muafiyet gibi deli saçması bir “hak” tanımıştır. Bununla da yetinilmeyerek söz konusu madde “15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişiler…” şeklinde formüle edilerek üstü kapalı bir şekilde gelecekte herhangi bir zamanda yaşanması muhtemel karışıklık ortamında da yetkisiz kişilerin sokaklarda cirit atmasının önü açılmıştır.
Sözün özü, ehil ve yetkili olmayan yüz binlerce insan her an ortalığa bu silahları kuşanmış olarak çıkıp her biri kendi “davası” uğruna, birilerini düşman ilan edip hedef gösterilen “diğerlerine” karşı sözüm ona bir kavgaya girişebilir ve ülke kan gölüne çevrilebilir.
Özel Harp Dairesi ve Sivillerin Silahlandırılması
Peki sivillerin devlet tarafından resmi olarak silahlandırılması mümkün müdür? Sedat Peker’in twitlerinde “…Kıymetli dostlarım, ülkemiz tehlike altında olduğunda milli mücadele verebilmek için sivil halkı örgütlemek gerektiğinde, halka silah dağıtarak sivil direniş oluşturma görevi Özel Harp Dairesi’ne aittir (daha önceki adı Seferberlik Tetkik Kuruludur.)” şeklinde ifade ettiği Özel Harp Dairesi nedir ve böyle bir yetkisi ve görevi var mıdır? Bu konu oldukça şaibeli ve Türkiye’nin yakın tarihine damga vuran bir çok faili meçhul cinayetin de birlikte ele alınması gereken çetrefilli bir konudur. O kadar ki bu hususu ilk olarak araştıran ve 1978 Ocak ayında elde ettiği bilgileri bir ön rapor şeklinde dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’e sunan Savcı Doğan Öz, raporu sunmasından 2 ay sonra 24 Mart 1978’de uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetmiştir. Yine 2009 yılında Seferberlik Tetkik Kurulu’nda görevli biri Albay diğeri Binbaşı rütbesinde iki askerin, dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ı takip ettiklerine yönelik iddialar üzerinden başlatılan ve Seferberlik Tetkik Kurulunda 25 gün sürecek incelemelerle genişletilen soruşturma da 2015 yılında esrarengiz bir şekilde akamete uğratılmış ve delil yetersizliği gerekçe gösterilerek takipsizlikle neticelendirilmiştir.
Özel Harp Dairesi esasında 1950’li yıllarda Sovyetler Birliği’nin Avrupa’yı işgal etmesi tehdidine karşı İtalya, Fransa, Yunanistan, Danimarka, İspanya, Portekiz, Almanya, Belçika, Norveç, Hollanda ve Türkiye gibi Avrupa Ülkelerinde ABD ve NATO’nun finanse ederek kurdurduğu gayri nizami gizli ordulardan birisidir. Kurulan bu gayri nizami kuvvetlerin subayları ABD’de bir takım eğitimlerden geçirilmiş, silah teçhizat ihtiyaçları ABD tarafından karşılanmış ve hatta o kadar ki olan biten bunca hazırlıktan ve bu gizli teşkilatlanmadan sözkonusu ülke parlemantoları dahil kimse haberdar edilmemiştir. Söz konusu bu gizli ordular Sovyetler’in dağılmasını müteakip Avrupa ülkeleri tarafından lağv edilmiş olsa da Türkiye’de varlığını koruyabilmiş ve kamuoyunda hep karanlık faili meçhul cinayetlerle anılır olmuştur.
Daha sonrasında Özel Kuvvetler Komutanlığı adını alacak olan bu birim ve işlevleri hakkındaki en somut bilgilerin kaynağı ise 2013 yılında Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen Zirve Yayınevi davası kapsamında mahkeme tarafından Genelkurmay Başkanlığı’na gönderilen Özel Kuvvetler Komutanlığı ve ”Siyah ve Beyaz Kuvvetler” biriminin varlığına ilişkin sorulara cevaben Genelkurmay Başkanlığı’ndan gönderilen 3 sayfalık bilgi notudur.
Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın tarihçesinin anlatıldığı notta, komutanlığın 27 Eylül 1952’de Milli Savunma Yüksek Kurulu’nun kararı doğrultusunda Hususi ve Yardımcı Muharip Birlikler adı altında kurulduğu belirtilerek, bu yapının 7 Kasım 1953 tarihinde Seferberlik Tetkik Kurulu, 14 Aralık 1970 tarihindeyse Özel Harp Dairesi Başkanlığı adını aldığını, 14 Nisan 1992’de de Özel Kuvvetler Komutalığı olarak faaliyet yürütmeye başladığı kaydedilmiştir. Özel Kuvvetler Komutanlığı’na bağlı Seferberlik Tetkik Daire Başkanlığı kuruluşunda olan Seferberlik Tetkik Kurulu Başkanlığı bünyesinde 16 bölge başkanlığının bulunduğu aktarılan notta, ”Bölge başkanlıklarının görevi; barış zamanında ülkemizin işgale uğramış muhtemel bölgelerinde görev alacak yedek personelin milli seferberlik sistemi içinde tespit, teklif, alım ve eğitim görevlerini yürütmektir” ifadeleri kullanılmıştır.
Bu kurumun Milli Savunma Bakanlığı ile koordineli olarak çalıştığı kaydedilen notta, şu bilgilere de yer verildiğini görüyoruz:
‘‘Bölge başkanlıkları seferde görev alacak yedek personeli; askerliğini bitirmiş, çevresinde dürüst ve saygın olarak tanınan, güvenilir, herhangi bir suça bulaşmamış, yaşantısını belirli bir düzene koymuş, halkın sevgisini kazanmış, işgal durumunda bölgesini terk etmeyecek ve ülke savunmasında faydalı olabileceği değerlendirilen sivil kişiler içinden titizlikle yaptığı çalışma sonucunda tespit ve tahkik işlemlerini müteakip seçmektedir. Seçilen bütün yedek personel, arşiv araştırmaları yapılmak üzere MİT ve Emniyet Genel Müdürlüğü’ne bildirilmektedir. MİT ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nce arşiv araştırması olumlu gelen personelin alımı yapılmaktadır. Müteakiben seçilen yedek personel Milli Savunma Bakanlığı’na bildirilmekte, Milli Savunma Bakanlığı tarafından sefer görev emri verilmektedir.”
Bitirirken…
Genelkurmay Başkanlığı açıklamasından da anlaşılacağı üzere sivillerin ülkenin işgal edilmesi gibi olağanüstü koşullarda yine devletin yetkili mercileri tarafından seferberlik sistemi içinde yasal olarak silahlandırılması mümkündür. Olağanüstü koşullar oluşmadan önce de bu kişilerin gerekli güvenlik soruşturmalarından geçirildikten sonra eğitim ve harbe hazırlıklarının gerçekleştirilmesi ayrıca ele alınması gereken bir vakaadır.
Bununla birlikte Özel Harp Dairesi’nin kuruluş yılından (1952) da erken bir tarih olan 1944 ile 2014 yılları arasındaki 70 yılda ülke genelinde kayıtlı 14 bin 682 kayıp silah mevcutken bu sayı sadece 2014-2017 tarihleri arasındaki anormal artış nedeniyle 106 bin 740’a tırmanmıştır. Tam da burada akıllara şu soru gelmektedir: Benzer bir sistemi seferberlik sistemi dışında yasal olmayan yollarla SADAT ve Osmanlı Ocakları üzerinden kayıt dışı olarak gerçekleştiren Erdoğan kendi Özel Harp Dairesi’ni mi kurmuştur? Öyle ya, tüm kurumlardan saklı, finansmanı ve teçhizatı devletin yetkili makamlarınca değil, el altından Erdoğan tarafından sağlanan ve taşeronluğunu SADAT ve Osmanlı Ocakları ile AKP İl Teşkilatlarının yaptığı koca bir paralel Özel Harp Dairesi ile karşı karşıyayız. Gelin tüm bunları bir de 696 Sayılı KHK ile yetkisiz insanlara verilen cezai muafiyet hakkı ve %80’i ruhsatsız olarak gerçekleşen bireysel silahlanma meselesi ile birlikte düşünelim ve durumun vahametini bir kez daha iliklerimize kadar hissedelim…