Lübnan Üzerine

Fransız Arap haber kanalı önce Feyruz’un “Li Beyrut” şarkısını bir ağıt gibi önden girdi ve spiker kadın Arapçanın büyüleyici tınısıyla şöyle dedi: “İsrail’in çağrı cihazları üzerinden düzenlediği saldırılar ve Hizbullah’ın bu saldırılara sert karşılık vereceği yönündeki beklentiler, savaşın Lübnan’a yayılacağına dair endişeleri artırıyor.”

Son günlerin konusu, bin bir parçaya bölünmüş, ekonomik olarak iflas etmiş Lübnan.

Lübnan, şu anda sosyal, ekonomik ve güvenlik açısından oldukça kırılgan bir durumda ve neredeyse işlevsel bir ordusu bile bulunmuyor. Sosyal medyada takip ettiğim bölgeyi iyi bilen uzmanlar bu durumun temel nedenini ülkenin yönetim yapısının dini cemaatler arasında bölüştürülmesine bağlıyor.

Örneğin, Amin Maalouf bu yönetim sistemini Lübnan’ın bugün içine düştüğü kaosun başlıca sebebi olarak görüyor. Peki, gerçekten durum böyle mi?

Lübnan’daki Dini Gruplar ve Yönetim Sistemi

Lübnan’da resmi olarak tanınan 18 dini grup bulunuyor. Bu grupların 12’si Hristiyanlık inancına bağlı farklı kiliselerden oluşuyor. Hristiyan cemaatler arasında en güçlü ve etkili olanı, Maruni Katoliklerdir. Maruni Kilisesi, Lübnan’daki en büyük Hristiyan mezhebi olup, Katolik inancına bağlıdır.

Maruni Kilisesinden sonra, Doğu Ortodoks Kilisesi’ne bağlı Yunan Ortodoks Cemaati ikinci en etkili Hristiyan gruptur. Bunun yanı sıra Ermeni Katolik Cemaati, Süryani Cemaati ve Keldani Katolik Cemaati gibi nispeten küçük topluluklar da Lübnan’da varlığını sürdürmektedir.

Müslüman nüfus ise beş ana gruba ayrılır: Sünniler, Şiiler, Dürziler, Aleviler ve İsmaililer. Son olarak, Lübnan’da küçük bir Yahudi cemaatinin de bulunduğunu belirtmek gerekir.

Demografik Değişim

Lübnan 1943’te bağımsızlığını kazandıktan sonra oluşturulan Milli Pakt Anlaşması ile yönetilmeye başlandı. Bu anlaşma, ülkedeki dini gruplar arasında belirli bir denge sağlamayı amaçlıyordu. Bu sistem Fransız çıkarlarını da koruması açısından Fransa’nın da bölgeyi terk ederken bırakmak istediği sistemin ete kemiğe bürünmüş haliydi.

Cumhurbaşkanlığı Maruni Hristiyanlara, başbakanlık Sünni Müslümanlara, meclis başkanlığı ise Şii Müslümanlara verildi. Bu sistem, başlangıçta dini gruplar arasında bir denge yaratmış gibi görünse de zamanla Lübnan’ın demografik yapısı değişti.

Hristiyanların başlangıçta nüfusun çoğunluğunu oluşturmasına rağmen, zamanla Müslümanların sayısı arttı. Ancak Hristiyanlar, siyasi sistemdeki hâkimiyetlerini korumakta ısrar ettiler. Bu durum, Müslümanların artan siyasi ve ekonomik taleplerini karşılayamayan bir yapıya dönüştü ve ülke adım adım iç savaşa sürüklendi.

1948 Arap-İsrail Savaşı sonrası binlerce Filistinli mültecinin Lübnan’a sığınması, ülkedeki demografik değişimi hızlandıran en önemli faktör olarak söylenebilir. Daha sonraki dönemde Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) Ürdün’den kovulup Lübnan’a yerleşmesi ve İsrail’e karşı saldırılarını Lübnan’dan başlatması, Lübnan’daki Hristiyanlar tarafından ciddi bir tehdit olarak algılandı.

Ekonomik ve Sosyal Adaletsizlik

Lübnan’daki ekonomik sistem, çoğunlukla Hristiyan elitler ve zengin tüccar aileler tarafından kontrol ediliyordu.

Müslüman nüfus, özellikle de Şii Müslümanlar, ekonomik olarak ciddi bir dezavantaj içerisindeydi. Bu ekonomik eşitsizlik, toplumsal huzursuzluğu körüklerken, özellikle yoksul Şiiler daha fazla siyasi hak ve ekonomik fırsat talep etmeye başladı. Ancak bu talepler çoğunlukla göz ardı edildi. Bu durum, Müslümanlar arasında Hristiyan egemenliğine karşı daha sert bir tutum gelişmesine zemin hazırladı.

Uluslararası Müdahaleler

Lübnan’ın iç dinamiklerinin yanı sıra, ülkenin ekonomik ve sosyal çöküşünde uluslararası ve bölgesel müdahalelerin etkisi de büyük olmuştur.

1970’lerde Soğuk Savaş’ın da etkisiyle Ortadoğu, çeşitli bölgesel güçlerin çıkar çatışmalarının merkezi haline geldi. Lübnan’daki iç savaş, sadece ülke içi bir sorun olmaktan çıkıp bölgesel bir krize dönüştü. Özellikle Suriye, İsrail ve İran’ın çıkar çatışmaları, savaşın büyümesine ve Lübnan toplumunun tamamen ayrışmasına neden oldu.

Suriye, Lübnan’daki milislere müdahale ederek ülkede etkisini artırmaya çalıştı ve Lübnan’ı her daim kendi kontrolünde bir bölge olarak görmek istedi.

İsrail, 1982’de FKÖ’nün Lübnan’dan İsrail’e yönelik saldırıları üzerine Lübnan’ı işgal etti ve Hristiyan milislerle iş birliği yaptı.

İran, 1979’daki İslam Devrimi’nin ardından Lübnan’daki Şii gruplara destek vermeye başladı, bu da özellikle Hizbullah’ın kurulup güçlenmesine yol açtı.

Lübnan İç Savaşı

Savaş, 1975 yılında Beyrut’ta bir otobüse yapılan saldırı ile başladı. Bu olay, Hristiyanlar ile Filistinli mülteciler arasındaki gerginlikleri alevlendirdi.

İlk dönemde Hristiyan milisler ile Müslüman ve Filistinli gruplar arasında şiddetli çatışmalar yaşandı. Zamanla savaş, Suriye, İsrail ve İran gibi dış güçlerin müdahaleleriyle daha da karmaşık bir hale geldi.

Savaş, 1990 yılında Taif Anlaşması ile sona erdi. Bu anlaşma, Lübnan’ın siyasi sistemini yeniden düzenledi ve Hristiyanlar ile Müslümanlar arasındaki güç paylaşımını daha eşit hale getirdi. Meclisteki milletvekilleri Hristiyanlar ve Müslümanlar arasında eşit olarak paylaştırıldı. Ancak Lübnan İç Savaşı, yaklaşık 150.000 kişinin ölümüne ve milyonlarca insanın yerinden edilmesine neden oldu. Ülkenin altyapısı ve ekonomisi büyük ölçüde tahrip edildi.

Sonuç

Lübnan’ın içine düştüğü bu kaos, iç ve dış dinamiklerin bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Dini ve siyasi yapıların hassas dengesi üzerine inşa edilen ülke, cemaatler arasındaki güç mücadelesi, ekonomik adaletsizlikler ve uluslararası müdahaleler sonucunda uzun süreli bir iç savaşa sürüklenmiş ve ağır bir yıkım yaşamıştır. 1990 sonrası kurulan yeni sistem ise, eskiden gelen kin ve ayrışmaların üzerine inşa edildiği için ölü doğmuş bir başlangıçtır.

Bu dönemde özellikle İran himayesindeki Hizbullah’ın giderek güç kazanması, ülkenin siyasi ve askeri dengelerinde belirleyici bir unsur haline gelmiştir.

Hizbullah’ın silahlı unsurları ve siyasi etkinliği, Lübnan’ı mezhepsel çıkarların ve dış müdahalelerin etkisine daha fazla açmış, ülkenin bağımsız bir yapıda gelişme şansını zayıflatmıştır. Mezhepsel gerilimler ve uluslararası güçlerin etkisi altında sıkışan Lübnan, bir yandan iç sorunlarıyla boğuşurken bir yandan da bölgesel bir vekalet savaşının içinde kalmıştır.


Feyruz’un “Li Beyrut” şarkısından: “Beyrut için, denizin kokusu ve ekmeği için… Beyrut için, çiçeklerin ruhu, aşk ve barış için…”

Lakin şimdilerde ne denizin kokusu ne de çiçeklerin ruhu hissediliyor. Beyrut, artık Feyruz’un söylediği gibi “aşk ve barışın” değil, öfke ve çaresizliğin şehri.

Feyruz • Li Beyrut • Türkçe Çeviri (youtube.com)


Hizbullah’a dair daha geniş bir perspektifi sonraki yazımda ele alacağım, zira bu yapının Lübnan’ın bugün karşı karşıya olduğu karmaşık sorunlarda oynadığı rol oldukça önemlidir.