Osmanlı devletinin son zamanlarında halka zulmeden çapulcular paşa olmak için dağa çıkıp eşkıyalık yapıyordu, sonra bir ferman ve iki madalya ile köyünün paşası olup sırtını devlete veriyor, bu sefer resmi eşkıyalık yapıyordu. O günden bugüne yönetimler ve zaman değişse de insanların zulümle ve haksızlıkla yükselme hırsı hiç değişmedi.
15 Temmuz 2016’dan sonra savcılar ve hakimler, olmadık gerekçelerle insanları tutuklayarak veya siyasal iktidar yandaşlarının kirli ilişkilerine dair dosyaları kapatarak hedefledikleri makamlara ulaştılar. Benzer uygulamalar yazık ki diğer devlet kurumlarında da görüldü. Alınlarının teriyle hedefledikleri makam ya da rütbelere ulaşamayacağını iyi bilen kimi memurlar, rakip olarak gördükleri meslektaşlarını şucu-bucu olmakla suçladılar ve onlardan kurtulmayı başardılar.
Malumunuz 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı törenlerinde Kastamonu Jandarma Komando Eğitim Alayı Komutanlığı’nca gerçekleştirilen askeri gösteride komando askerler Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın posterini açtı. Askerliğini yapmış kişiler çok iyi bilir ki böyle bir hareket birliğin komutanından izinsiz yapılamaz. Belli ki Alay komutanı riskli ama hızlı bir yol deneyerek general olmanın şartlarını zorlamak veya daha göz önünde olacağı bir göreve gelmek istemiş. Görev safahatı ona yukarıda bahsettiğim gibi hileli bir yol kullanarak yükselme fırsatı vermemiş olacak ki bu yolu tercih etmiş. Dönem olarak baktığımızda gayet başarılı bir yol…
Peki bundan sonra ne olacak? Muhtemelen şunlar yaşanacak: Muhalefetten Erdoğan posteri açan Jandarma birliğinin komutanı ve İçişleri Bakanlığı ile ilgili sert açıklamalar yapılacak. Komutanın istifası beklenecek hatta doğrudan emekli edilmesi istenecek. Fakat ne istifa ne de görevden alma gerçekleşecek. Kim bilir belki açık destek bile verilecek. Bir süre sonra olay soğuyacak ve sessiz sedasız unutulacak. Ta ki önümüzdeki sene gerçekleşecek İçişleri Bakanlığı tayin ve terfilerine kadar. General yapılmasa bile önemli bir göreve atanacağını düşündüğüm komutan, amacına ulaşacak ve siyasallaşmasının ödülünü alacak.
Aslına bakılırsa bu olay yıllardır siyasallaşan kurumların ve memurların davranışlarının doğal sonuçlarından biri. Zaman içerisinde Türkiye’nin en önemli kurumları bu şekilde işlemez hale getirildi. Atama ve terfilerde liyakat ve başarının yerini, siyasilere yakınlık ve torpil aldı.
Peki bu siyasallaşma nasıl gerçekleşti?
Zannediyorum MİT, siyasallaşmayı yaşayan ilk kurumdur. Her dönemde ideolojik bölünmüşlüğünü devam ettiren MİT, Hakan Fidan’ın müsteşar olarak atanmasının ardından hızla AKP iktidarının operasyonel bir aparatına dönüştü. Özellikle 12 Şubat 2012 krizi ve sonrasında Erdoğan tarafından MİT personeline yasal kalkan getirilmesi bu sürecin ilk önemli adımı oldu. Ve bununla eş güdümlü olarak da “teşkilat” içerisinde teşkilatlanma çalışmaları…
Emniyetin siyasallaşması 17 – 25 Aralık 2013 yolsuzluk ve kara para soruşturmaları dönemine dayanıyor. Hatırlanacağı üzere 17 Aralık operasyonunu gerçekleştiren tüm polisler görevden alınmış ve sürülmüşlerdi. 25 Aralık operasyonu için emir verilen polislerse siyasi iradeden çekindikleri için savcının emrine rağmen operasyonu icra etmemişlerdi. Akabinde yaşanan atamalar, görevden almalar ve ihraçlarla Emniyet, İktidarın amaçlarına göre dizayn edildi. 15 Temmuz 2016’dan sonra da zaten tamamen siyasi iradenin hizmetine girdi.
Jandarmanın siyasallaşması 01 ve 19 Ocak 2014 tarihlerinde gerçekleşen MİT Tırları hadiselerinden sonra başladı. Adli amirlerinden aldıkları talimatı yerine getiren Jandarmalar, mülki amirlerinden tam aksi yönde emirler alınca süreç karmaşık bir hal aldı. Jandarma görevlileri hukuki açıdan doğru olanı yapsalar da zaman içerisinde askeri hiyerarşinin desteği olmayınca önce idari ardından adli yaptırımlara maruz kaldılar. Böylece Jandarma teşkilatında görev yapan asker ve komutanlar siyaset-suç ilişkisine müdahale edildiğinde başlarına nelerin geleceğini net olarak görmüş oldular. Bu durum zamanla iktidarla ters düşmemek için en basit görevlerin dahi icra edilememesine neden oldu. 15 Temmuz sonrasında tamamen İçişleri Bakanlığına bağlanarak atama ve terfilerin kontrolünün de siyasi iradeye verilmesiyle kurum devletin Jandarması olmaktan çıkmış oldu.
TSK, zaten 15 Temmuz’dan sonra neredeyse kıyıma uğradı. Yetişmiş kurmay kadrosu, nitelikli subay ve astsubay personeli KHK’larla dağıtıldıktan sonra bir de üstüne Milli Savunma Bakanlığına bağlanınca terfilerin yolu da siyasilerle yakınlığa endekslendi. Bunun en somut örneği olarak emekli Orgeneral İsmail Metin Temel’i vermek mümkün. Siyaset yoluyla bir kademe ilerletildi, ardından siyasi uyuşmazlıkla emekli edildi.
Yargı, Anayasa Mahkemesi, Danıştay … Kurumları burada tek tek yazmanın bir anlamı yok. Fakat asıl cevabı merak edilen soru şu: Erdoğan rejimi ne zaman ve nasıl bitecek? Sorudaki “nasıl” bölümü “ne şekilde” anlamını taşımıyor elbette.
- Erdoğan’ın veya çevresindeki siyasetçilerin suçları ispatlandığında hangi kurumlar işlem yapabilecek?
- Erdoğan’ın posterini açan, jandarma askerleri ve komutanları adli kolluk işlerini yapabilecekler mi?
- AKP kadrolarından atanan hakimler ve savcılar soruşturma ve kovuşturmayı yürütebilecek mi?
- MİT, AKP’li yöneticiler ve suç ortakları hakkında ellerine ulaşan istihbaratı Erdoğan’a değil de adli makamlara verecek mi?
Bu sorulara şu an ülkemizde “Evet” diyebilecek kaç kişi var bilmiyorum, ama sayılarının çok olmadığına eminim. Yönetimdeki “kuvvetler ayrılığı” ilkesi ihmal edilmeye devam ettikçe ve buna karşı durması gereken yasal sorumlular sessiz kaldıkça ülkemiz için önlenemez bir felaket yakında kapımızı çalacak demektir.
Erdoğan, adım adım her bir devlet kurumunu kendi siyaset ağının içine dahil edip işlemez hale getirerek şimdiye kadar yaşanan kırılmalar ve bu kırılmaların neden olacağı felaketler için halkı da suç ağının içine çekmiş oldu. Çünkü yaşanan çürümeye rağmen hemen her seçimde yüksek oranda oy alması, halkın kendisini onaylandığına dair düşüncesini pekiştirdi.
Yaşanan olayın abartıldığını ve bir “Poster açma” olayının nerelere çekildiğini düşünebilirsiniz belki ama devlet kademelerinde ve işleyişinde buna benzer o kadar siyasi vaka yaşandı ki küçük olaylar bile devlete ciddi zararlar verir hale geldi. Devlet kendi devamlılığı için böylesi suistimalleri görmezden gelmemeli. Yavuz Sultan Selim’in sırtında çıkan da küçük bir sivilceydi. Önemsenmediği için önce çıbana dönüştü sonra da Şir-i Pençe ve nihayetinde ise koca padişahın sonu oldu… Esas kaygım, gidecek olanın ardından bir Kanuni’nin gelmeyeceği gerçeği.