“Böyle bir şeyin gerçekten olabileceğini hiç düşünmemiştim. Ben bir yönetmenim, eğitimciyim. Tarih okuduk, ama bunun bizim topraklarımızda olabileceğini hiç düşünmedik.” Bu sözler Rusya’nın Ukrayna saldırısı sonrası, dünya basınına kanlar içerisindeki fotoğrafıyla yansıyan öğretmen Olena Kurilo’ya ait.
Ne Ukrayna’da ne de diğer ülkelerde, neredeyse hiç kimse Putin’in böylesi bir askeri operasyon başlatacağını beklemiyordu. Ancak dünya 24 Şubat 2022 tarihinde, güne Putin Rusya’sının başkent Kiev yakınları da dâhil olmak üzere Ukrayna genelinde başlattığı füze saldırılarıyla uyandı.
İkinci Dünya savaşından bu yana Avrupa topraklarında gerçekleşen en büyük konvansiyonel savaş olarak kayıtlara geçen müdahalenin henüz dördüncü gününde ise Rusya, caydırıcı güçlerini yani nükleer silahlarını ve hipersonik füzelerini özel savaş durumuna geçirme kararı aldı.
9ncu günde, Rusya’nın Avrupa’nın en büyük nükleer santrali Zaporijya’ya gerçekleştirdiği saldırılar sonrası İngiltere Başbakanı Boris Johnson, bu saldırının “tüm Avrupa’nın güvenliğini doğrudan tehdit edebileceğini” söylerken; Biden’dan da Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelenski’ye destek açıklamaları geldi. Zelenski ayrıca “Rus ordusunu derhal durdurmalıyız. Bir patlama olursa bu her şeyin sonu, Avrupa’nın sonu olur. Bu Avrupa’nın tahliyesi demektir. Sadece Avrupa’nın müdahalesi Rus askeri birliklerini durdurabilir. Avrupa’nın bir nükleer santraldeki felaketten ölmesine izin vermeyin” açıklamalarında bulundu.
Rusya’nın Ukrayna’nın Karadeniz ile bağlantısını kesme arifesindeki saldırıların 11. Gününde ise Zelenski “Ukrayna’nın hava sahası güvenli hale getirilmek için kapatılmalı” dedi.
Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’dan ise bu son gelişmeler öncesi “Üçüncü Dünya Savaşı, nükleer silahların kullanılacağı yıkıcı bir savaş olacak.” açıklaması gelmişti.
Putin, nükleer gücü alarm seviyesine getirme gerekçesi olarak NATO yetkililerinin “sert açıklamalarını”, dünyadan gelen karşılığı ve ekonomik yaptırımları gösterdi.
Şimdi ise, yine birçok uzman ve bürokrat, Putin’in gerçekten nükleer silah kullanacağını düşünmediğini belirtiyor. Ancak bu zamana kadar olmaz denilen o kadar çok şey oldu ki!
- Hal böyleyken, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, insanlığı savaşların yıkıcı etkilerinden korumak ve Dünya’da barışın ve güvenliğin sağlanmasına katkı sağlamak amacıyla kurulan Birleşmiş Milletler ve bir dönem gerekliliği dahi tartışma haline gelen NATO, Putin’in Ukrayna işgali ve özellikle son nükleer tehdit hamlesi sonrası hangi adımları atacak?
- Dünya dengeleri açısından ve politik olarak bu durumun tercih edilip edilmemesi tartışmaları bir yana, BM veya organlarınca alınacak bir kararla ya da herhangi bir karar olmaksızın NATO’nun Ukrayna’nın yanında Rusya’ya doğrudan askeri bir müdahalesi hukuken mümkün mü?
- BM güvenlik konseyinde 24 Şubat 2022’de hazırlanan, Ukrayna’daki saldırının kınandığı karar tasarısında Rusya’nın vetosu ne anlama gelir?
- Daha önce benzerine rastlanmamış bu durum, BM’yi birtakım önlemler alma ve harekete geçme konusunda çözümsüz mü kılmaktadır?
- Bu kapsamda özellikle Ukrayna devlet başkanı Volodimir Zelenski ve İngiltere’nin, Rusya’nın BMGK’dan çıkarılmasına yönelik teklifi ne anlam taşımaktadır?
Bu sorulara cevaplar bulabilmek için kısaca BM yetkili organlarının ve NATO’nun hukuki dayanakları ile bu zamana kadar gerçekleşen askeri müdahale örneklerini kısaca ele almamız gerekiyor.
BM ve NATO’nun Askeri Müdahale Seçeneklerinin Hukuki Gerekçeleri
BM Genel Kurulu ve diğer organları tavsiye niteliğinde kararlar alırken Güvenlik Konseyi’nin aldığı kararlar devletler için bağlayıcı niteliktedir. BMGK, BM’in uluslararası barış ve güvenliğin sağlamasından sorumlu olan birincil organıdır. Bu zamana kadar gerçekleşen askeri müdahale kararlarının hukuki meşruiyetini sağlamıştır.
Son zamanlarda kamuoyunda sıkça zikredilen NATO 5’inci maddesi gereğince de, olası bir saldırıda, üye devletlerin her biri bireysel veya diğer devletlerle koordineli olarak saldırıya uğrayan devlete silah kullanımı dahil olmak üzere gerekli tüm şekillerde destek sağlamakla yükümlüdür.
İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından 1945 yılında kurulan Birleşmiş Milletler, Birinci Dünya Savaşında etkili olamayan ve fonksiyonunu kaybeden Milletler Cemiyeti’ni lağvederek uluslararası platformda bu alanda tek yetkili merci haline gelmiştir.
Birleşmiş Milletler, kurucu anlaşmasıyla küresel veya bölgesel barışa tehdit oluşturabilecek durumlarda BM Güvenlik Konseyi’ne bir dizi önlemler alma yetkisini tanımıştır. Söz konusu önlemler askeri olabileceği gibi ekonomik, siyasal, vb. alanlarda da olabilecektir. BM Güvenlik Konseyi’nin hangi durumlarda güç kullanacağı BM Antlaşmasının 7’nci bölümünde düzenlenmiştir.
Söz konusu bölümde özetle, barışa tehdit, barışın ihlali ve mütecaviz hareketler başlığı altında müdahale esasları belirlenmiştir. İlgili bölümün;
- 39. maddede Güvenlik Konseyine, barışa yönelik tehdit oluşturan durumu tespit etme ve gerekli tedbirleri ortaya koyma yetkisi,
- 40. maddede güç kullanımı öncesi krizin taraflarına birtakım önlemler almaları noktasında tavsiyeler verme,
- 41. maddede askeri önlemler dışında kalan ekonomik, siyasi, diplomatik ve diğer alanlarda uygulanacak yaptırımlara üye devletleri davet etme,
- 42. maddede ise bir önceki maddenin önlemleri alma konusunda yetersiz kalması halinde müşterek kara, deniz ve hava kuvvetlerini kullanmak suretiyle krizi askeri müdahale ile çözme yetkisi vermiştir.
Görüldüğü üzere BM Güvenlik Konseyi barışı tehdit eden olayların başlangıcında orantılı güç kullanma yetkisiyle donatılmıştır. Askeri müdahale en son seçenek olarak düşünülmüş olsa da kademe kademe dozajı arttırılan bir reaksiyon mekanizması teşkil edilmiştir.
NATO ve Hukuki Gerekçeleri
1949 yılında kurulan ve halihazırda 30 üyesi bulunan NATO ise, Sovyet tehdidini önlemeyi birinci sıraya almasının yanında bölgesel barış ve istikrarın sağlanmasını diğer önemli bir hedef olarak ajandasına almıştır. BM’den farklı olarak daha çok askeri iş birliğini ve müşterek operasyon konseptini merkeze alarak kurulmuştur.
NATO, resmi dokümanlarda kendisini politik ve askeri bir ittifak olarak da tanımlamıştır. Bu ifadede, “politik iş birliği ve ittifak” bölümü dikkat çekmektedir. NATO askeri iş birliğinin yanında demokratik değerlerin korunması ve gelişimini de misyonlarından biri olarak kabul etmektedir. Böylelikle sadece kışlaya sıkışıp kalmayarak daha geniş bir yelpazede faaliyet gösterme olanağına sahip olmuştur. Nitekim Ukrayna, Gürcistan gibi ülkelerin dış politika tercihleri incelenirken bu husus da göz önüne alınmalıdır.
4 Nisan 1949’da imzalanan Washington Antlaşması ile örgütün amaçları ve faaliyet çerçevesi belirlenmiştir. Kurulduğu ilk andan itibaren BM ile dirsek teması içerisinde olmayı önemli bir gereklilik olarak görmüştür. Bu kapsamda, antlaşmanın ilk maddesinde, uluslararası krizlerin çözümünde BM’nin hilafına hareket etmeyeceğini ve uyumsuz hareket tarzlarını sergilemeyeceğini taahhüt etmiştir.
Antlaşmanın omurgasını ve ruhunu ise en önemli madde olan 5. madde ayakta tutmaktadır. BM Antlaşmasının 51. maddesinde belirtilen “meşru müdafaa” ilkesine de dayanacak şekilde, NATO üye devletlerinden birine karşı meydana gelebilecek bir silahlı veya siber saldırıyı, organizasyonun bütün üye devletlerine yönelik yapılmış olarak kabul etmektedir. Bu durum kısaca NATO’nun “kolektif defans” özelliği olarak bilinmektedir.
İlgili madde gereğince olası bir saldırıda, üye devletlerin her biri bireysel veya diğer devletlerle koordineli olarak saldırıya uğrayan devlete silah kullanımı dahil olmak üzere gerekli tüm şekillerde destek sağlamakla yükümlüdür.
Kısaca bu madde ile, uluslararası düzeyde BM tarafından verilen “meşru müdafaa” yetkisinin kullanım şekli sistematik hale getirilmiş vevakit kaybının bedelinin yüksek olduğu hususu kriz şartlarında hızlı hareket imkânı sağlayan bir protokol haline getirilmiştir. Diğer taraftan NATO’nun askeri teşkilatının desteğinden yoksun bir BM’in krizlere hızlı reaksiyon gösterme yönüyle dezavantajlara sahip olduğunu da söylemek elbette mümkündür.
Bu anlamda, genel uygulamaya baktığımızda NATO’nun, BM Güvenlik Konseyi’nin almış olduğu kararlar doğrultusunda hareket etmeyi öncelik olarak gördüğü söylenebilir. Böylelikle daha geniş çapta uluslararası destek alarak operasyonlarının meşruiyetini arttırmayı hedeflemektedir.
(Bu konuya devam edeceğiz.)