Almanya’da Aşırı Sağ Neden Yükseliyor?

Almanya, krizlerle sınanmayı tecrübe etmiş bir ülke. 2. Dünya Savaşı’nın üzerinden uzun yıllar geçti, ama son dönemde siyaset sahnesinde eski tartışmalar yeniden gün yüzüne çıkmaya başladı.

Aşırı sağ partiler yükseliyor, söylemleri gündemi belirliyor, sandık sonuçları değişiyor. Peki modern, müreffeh ve demokratik bir ülkede bu nasıl oluyor? Sorunun cevabı tek bir nedene bağlı değil elbette. İç içe geçen ekonomik, toplumsal ve psikolojik birçok etken söz konusu.

Güvensizlik Çağı

Nabız cüzdanlarda atıyor, çarpıntılar çoktan başladı bile.

Genel olarak, aşırı sağ “korku ve belirsizlik” dönemlerinde güçlenir. Almanya’da son yıllarda enerji fiyatları arttı, kiralar yükseldi, enflasyon maaşları eritti. Orta sınıf bile, “Gelecek eskisi kadar güvenli değil.” demeye başladı. Bu ortamda bazı partiler (mesela AfD) öfkeyi basit ve akılda kalıcı bir dile tercüme etmeyi başardı. Sorunların kaynağı olarak kâh yabancıları kâh hükümetin “zayıf” politikalarını gösteriyor.

Böylesi dönemlerde insanlar birbirinden daha kolay etkilenme ve daha hızlı evhamlanma eğilimindedir. Yakın tarihi felaketlerle dolu bir ülke için yeniden yokluk yaşama düşüncesi bile insanları korkutmaya yeter. Nitekim korona pandemisi döneminde ve Rusya – Ukrayna Savaşı başladığından bu yana çok fazla Almanın yığın yığın stok yapması bu duruma örnektir.

Doğu Almanya’nın Kırgınlığı

“Bizi kimse duymadı.”

1990 yılındaki birleşme sonrasında doğu eyaletleri batıdakiler kadar hızlı kalkınamadı. Fabrikalar kapandı, gençler göç etti, kasabalar yaşlandı. Birçok insan kendini “ikinci sınıf vatandaş” gibi hissetti. Bugün aşırı sağın en güçlü olduğu bölgeler de buralar. Duygusal bir cümle aslında bu durumu özetliyor: “Yıllarca çalıştık ama bizi kimse duymadı; en azından onlar bizi dinliyor.” Yani mesele sadece para değil, görülmeme ve ciddiye alınmama psikolojisi, ekonomik sorun kadar yakıcı.

2. Dünya Savaşı’nın yıkımına rağmen, kısa süre sonra Alman üretim sistemi yeniden işlemeye başladı ve hala Avrupa ve dünyada ekonomisiyle lokomotif görevi görüyor. Böylesi bir başarının mimarı Almanya’nın kibriyle nam yapmış vatandaşlarının kendi ülkelerinde yeterince kıymet görmemesi gurur kırıcı hissettiriyor olmalı.

Göç ve Kimlik Tartışması

Korkunun hedefi “öteki”

2015’te Almanya bir milyondan fazla sığınmacıyı kabul etti. Merkel’in “Wir schaffen das.” sözü, bir kesim için gurur, başka bir kesim için kaygı yarattı. Medyada göçmenlerin karıştığı suç haberleri öne çıkınca “göçmen = tehdit” algısı pekişti.

Oysa hastanelerden inşaatlara, lojistikten perakendeye kadar ekonominin birçok alanı göçmen emeğine dayanıyor. Gerçek karmaşık, ama aşırı sağ, duyguların daha hızlı hareket ettiğini biliyor ve söylemini buna göre kuruyor.

Pandemi ve Komplo Dönemi

“Devlet bize yalan söylüyor mu?”

Covid-19 dönemindeki kapanmalar, maske ve aşı kuralları özgürlük tartışmalarını alevlendirdi. Sosyal medyada yayılan komplo teorileri, “devlete ve medyaya güveni sarstı. Aşırı sağ, bu güvensizliği “korona diktatörlüğü” gibi kavramlarla örgütledi. Pandemi bitti ama zihinlerde bıraktığı şüphe duygusu devam ediyor.

Ukrayna Savaşı ve Enerji Şoku

“Önce kendi insanımız.”

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali enerji fiyatlarını arttırdı. Enflasyon ve faturalar arttı. “Hükümet Ukrayna’ya para akıtıyor, bizi unutuyor” söylemi özellikle ekonomik olarak zorlananlarda yankı buldu. Doğu’daki tarihsel Rusya sempatisi de bu zemini güçlendirdi. “Önce kendi insanımız” cümlesi tam da bu duyguyu hedef aldı.

Siyaset Kurumuna Güvensizlik

“Konuşuyorlar ama değişen bir şey yok.”

Geleneksel partiler (SPD, CDU/CSU, Yeşiller, FDP) koalisyonlarda uzlaşsa da reformların yavaşlığı, bürokratik karmaşa ve pahalı enerji dönüşümü seçmende “konuşma çok, çözüm az” izlenimi yaratıyor. Bilhassa Merkel sonrası dönemde bir türlü oluşturulamayan güçlü hükümetler ve dünyada sözü dinlenmeyen, ciddiye alınmayan Şansölyeler ülkeyi paranın getirdiği güçten de yoksun bırakıyor.

Aşırı sağ “Biz farklıyız, söylenemeyeni söylüyoruz” diyerek bu bıkkınlığa sesleniyor. Farklı olmak her zaman doğru olmak demek olmasa da siyaset dilinin soğukluğu bu söylemi cazipleştiriyor.

Medya ve Sosyal Medya

Korku hızlı yayılır.

Artık haberlerin önemli kısmı TikTok, Facebook, X(Twitter) gibi platformlarda tüketiliyor. Kısa videolar, çarpıcı başlıklar, duygusal içerikler “biz” ve “onlar” ayrımını derinleştiriyor. Sansasyonel olaylar manşete, sıradan başarılar dipnota düşüyor. Bu da algıyı abartı yönünde eğiyor. Aşırı sağ gruplar, bu yankı odalarını çok etkin kullanıyor.

Son dönemlerin dikkat çeken önemli hususlarından biri de ihtiyaca göre ortaya çıkan olaylar. Normal zamanlarda mülteciler veya göçmenler tarafından işlenmeyen birçok cürüm seçim zamanlarında birden sık görülür hale geliyor. Toplum yabancılara karşı manipüle edilerek milliyetçi oylarda artış sağlanıyor.

Seçim dönemlerinde göç ve suç haberlerinin görünürlüğü artıyor. Kimi gözlemciler, reyting ve oy hesabının haber tercihlerini etkilediğini söylüyor. Bu yüzden medya dili “korku üretmek” ile “bilgi vermek” arasında kritik bir sınırda. Kamu yararı için haber yapmak, genellemeden kaçınmak ve bağlamı göstermek bugünün en önemli basın sorumluluğu.

Son Yılların Dönüm Noktaları

Sokak ve sandık…

Potsdam toplantısı (2023): “Yeniden göç” gibi sert planların konuşulduğu iddia edilen buluşma ortaya çıkınca ülke genelinde yüz binlerce kişi aşırı sağa karşı sokağa çıktı.

Thüringen (2024): AfD ilk kez bir eyalette birinci parti oldu. Bu, protesto partisinden “iktidar adayı”na geçişin sembolüydü.

Göç ve güvenlik tartışmaları (2025): Sığınma başvuruları ve güvenlik başlıkları gündemin ilk sırasına yerleşti. Bazı merkez partiler söylemini sertleştirdi. Bu, aşırı sağ fikirlerin “normalleşmesi” tartışmasını doğurdu.

Bu olaylar hem toplumdaki rahatsızlığın derinliğini hem de demokratik reflekslerin (protestolar, sivil itiraz) hâlâ güçlü olduğunu gösteriyor.

Göçmenler

Günah keçisi mi, mağdur mu?

Tartışmaların merkezinde göçmenler var, ama çoğu zaman “hakkında konuşulan”, nadiren “kendi adına konuşan” taraflar.

Ortada şöyle bir gerçek var: Almanya’da pek çok sektör göçmen emeği olmazsa tıkanır.

Başka bir gerçek: Bazı bölgelerde gettolaşma, dil ve eğitim bariyerleri güçlü. Bu koşullar “biz-onlar” duygusunu büyütüyor. Aşırı sağ da “Onlar yardım alıyor, biz çalışıyoruz!” gibi basit ama etkili bir cümleyle bunu politik kazanca çeviriyor.

Doğrusu şu: Kimse doğduğu yerden dolayı suçlu değildir. Sorun “varlık”tan çok “eşitsizlik”tir. Eşit fırsatlar ve sağlıklı entegrasyon politikaları, gerilimi düşürür. İhmal ise ayrışmayı derinleştirir.

Yol Ayrımı

İnsanlar kendini yalnız ve değersiz hissettiğinde otoriter fikirler hızla güçlenir. İnsanlar duyulduğunu ve desteklendiğini hissettiğinde, demokrasi kazanır.

Almanya bugün bir yol ayrımında. Bir yanda öfke, korku ve kutuplaşma, diğer yanda umut, dayanışma ve demokrasi var. Aşırı sağın yükselişi yalnızca politik bir dalga değil, aynı zamanda toplumsal bir uyarı da.

Geçmiş bize şunu öğretti: Korku büyürse nefret, empati büyürse demokrasi kazanır. Almanya’nın kapasitesi var. Mesele bu kapasiteyi, karanlığa teslim olmadan harekete geçirmek. Bunun için gerçekleri saklamayan bir siyaset, sorumlu bir medya ve birbirini dinleyen bir toplum yeterli.