Taliban, Afganistan’ın neredeyse tamamında kontrolü ele geçirmek üzere. Ülkeden akın akın göç başladı. Türkiye’nin de maruz kaldığı bu yeni göç dalgası karşısında, ülkedeki birçok kesim tepkisel bir karşı duruş sergiledi/sergiliyor. Milliyetçi söylemlerin bir kısmı, ırkçılık ya da nefrete dayalı bir tutumuna çoktan dönüştü bile. Hal böyle iken siyasal iktidar toplumda ortaya çıkan gerilimi yatıştırma sorumluluğunu göz ardı etti/ediyor.
Taliban’ın İnancı…
Ve gelinen noktada Cumhurbaşkanı Erdoğan Kıbrıs’ta yaptığı açıklama ile ülkesinde tırmanan nefret söyleminin ideolojik bir zemine doğru kayabileceğinden endişe etmeden açıklamalarda bulundu. Erdoğan konuşmasında şöyle dedi: “Nasıl ki Amerika’yla bazı görüşmeleri Taliban yaptıysa, herhalde Taliban Türkiye ile bu görüşmeleri çok daha rahat yapması lazım. Çünkü Türkiye onun inancıyla alakalı, ters bir yanı yok, ters bir yanı olmadığı için de onlarla bu konuları daha iyi görüşeceğimize, anlaşabileceğimize ihtimal veriyorum.”
Erdoğan’ın Taliban ile anlaşabileceği pek çok konu olduğu kesin. Fakat bu konular ne derecede iki ülkenin güvenliği, geleceği ve halklarının huzur ve refahına dair? Bunun üzerinde durulması gerekiyor.
Kabil Havaalanının işletilmesi
Erdoğan’ın son günlerdeki açıklamalarında üzerinde durduğu diğer önemli bir konu da Kabil Havaalanının işletilmesi.
Taliban’ın ülkede estirdiği terör havası ve ülkelerini terk ederek başta İran ve Pakistan olmak üzere çevre ülkelere göç eden Afganistan halklarının yaşadığı zulüm, bütün dünyanın gözleri önünde cereyan eden Afganistan’ın hem bugünü hem de geleceğine dair önemli bir güvenlik sorunu olarak ortada durmaktadır. Fakat ilginç bir şekilde Erdoğan, bu durumu görmezden gelmekte ve kamuoyuna Afganistan’la ilgili kendi gündemini dayatmaktadır.
Nedir Erdoğan’ın kamuoyuna dayattığı Afganistan gündemi?
Kabil havaalanının işletilmesi.
Bu konu Erdoğan açısından neden bu denli önemli?
Erdoğan Kabil Havaalanını işleterek, Afganistan’ın hangi güvenlik sorunlarını çözmeyi planlıyor?
Cevap: Hiçbir sorununu.
Erdoğan’ın paradigması ülke sorunlarını çözmeye, güvenliği sağlamaya ya da Afganistan’da yaşayan halklarla ideolojik bir yakınlık tesis etmeye odaklı olarak işlemiyor. Onun paradigması daima menfaat ve iktidar merkezli bir yapıya sahip. İşte bu bağlamdan ötürü Afganistan-Kabil Havaalanının işletilmesi onun açısından çok önemli.
Erdoğan’ın Kabil havaalanının işletmesini Türkiye’nin üstlenmesiyle ilgili düşüncesi ve bu bağlamdaki istekleri kabul görürse, dünya uyuşturucu trafiğinin önemli bir merkezinin lojistik kontrolü Erdoğan’ın paydaşlarından birisinin elinde olacak demektir. Erdoğan’ın, havaalanının işletilmesiyle ilgili olarak ABD’den talep ettiği üç husus da bu değerlendirmemizi teyit etmekte.
Erdoğan ABD’den şu şartların sağlanmasını istedi: “Bir, diplomasi noktasında Amerika bizim yanımızda yer alacak. İki, lojistik noktasında imkânlarını bizim için seferber edecek, hangi gücü varsa lojistik anlamda bunları Türkiye’ye devredecek. Bir diğeri de tabi burada bu süreç içerisinde çok ciddi (mali noktada idari noktada) sıkıntılar olacak. Bu konuda da gerekli desteği Türkiye’ye verecek. Eğer bunlar sağlanabilirse, biz Türkiye olarak bu süreçte Kabil Havaalanı’nın işletimini ele almayı düşünüyoruz.”
Bu şartlar güçlü bir güvenliği değil, güçlü, hızlı ve gizli bir lojistik sistemini hedeflemektedir. Bu işin neması zannediyorum bugüne kadarkilerin en büyüğü olacaktır.
Düne kadar Türkiye’nin Afganistan ile olan ilişkileri insani çerçevede ve kısmen de din kardeşliği duyarlılığına dayalı olarak devam ediyordu. Bugün ise Erdoğan iktidarının zaman içerisinde güce ve kara paraya hükmetme becerisinin bir neticesi olarak Afganistan’la ilişkiler, devlet aklından ziyade iktidar paydaşlarının rant elde etmesine dönük bir hüviyete bürünmüştür. Bu dönüşümün neması tabii ki Türkiye’nin değil AKP iktidarının, Erdoğan’ın ve menfaat paydaşlarının kasalarına akacaktır. Gerçi bu akışın mahiyeti bizi “iyi ki de öyle oluyor” dedirtecek cinsten. Afganistan’ın dünyadaki uyuşturucu madde üretimi ve kaçakçılığındaki konumunu nazara aldığımızda ister istemez böyle düşünüyor insan.
Afgan Göçü
Peki, Erdoğan ortaya çıkan yeni göç dalgası hakkında ne düşünüyor? Bu yeni göç dalgasından nasıl bir menfaat devşirme arayışında olabilir? İlk etapta akla gelen birkaç seçenek:
- Bu göç, himayesinde bulunan paramiliter unsurlar için iyi bir insan kaynağı akışı olarak görülüyor olabilir.
- Kara para trafiğinin kontrol altına alınması ve işlerin tıkır tıkır yürütülebilmesi için verimli bir eleman kaynağı olarak kullanılabilir.
- Birleşmiş Milletlerin ve Avrupa Birliğinin mülteci yardım fonlarından daha fazla yararlanma fırsatı olarak görülebilir.
- Avrupa’ya karşı mülteci kozunu güçlendirmek için kullanılabilir.
- Göçmen kitleyi himaye ediyormuş görüntüsü vermek ve din kardeşi, İslam birliği, Hilafet vb söylemleri güçlendirmek ve iç siyasetteki gücü sürdürmek için kullanılabilir.
Avrupa Birliği Suriyeli mülteciler için Türkiye’ye 2024 yılına kadar ödenmek üzere ek 3,5 milyar € kaynak ayırdı. Şimdi de Afganistan’dan gelen göç dalgası dolayısıyla yeni bir mali yardım paketinin devreye girmesi bekleniyor.
Suriye iç savaşından kaynaklanan AB ülkelerine sığınmacı akınının üstesinden gelmekte zorlanan Avrupa ülkelerinin, Afganistan’dan gelecek yeni mülteci dalgasının engellenmesi için Erdoğan’ın masaya koyacağı pazarlık tekliflerine nasıl yaklaşacaklarını önümüzdeki günlerde göreceğiz. Bu konuda Erdoğan’ın yeni bir yaklaşım sergilemesini beklememek gerek. AB’nin Türkiye’ye vereceği mali destek ne olursa Erdoğan konuyu AB ülkelerine karşı bir şantaj unsuru ve iç politikada da milliyetçi-İslamcı söylem malzemesi olarak kullanmaya devam edecektir.
Afganistan’daki Askeri Güç
Geçtiğimiz mayıs ayından itibaren Afganistan’daki bütün uluslararası güçler ülkeden ayrıldı. ABD ve Türkiye hariç. Afgan hükümetiyle barış görüşmelerini sürdüren Taliban, kısa süre önce tüm yabancı birlikleri, “işgalci” olarak kabul ettiklerini açıkladı ve ülke topraklarının önemli bir çoğunluğunda kontrolü ele aldı. Taliban sözcüsü Zabihullah Mücahid, Türkiye de dahil hiç bir ülkenin askeri birliklerini Afganistan’da istemediklerini, Afganistan’da kalması durumunda Türkiye’yi “işgalci güç” sayacaklarını ifade etti. AKP sözcüsü Ömer Çelik bu açıklamayı “iletişim kazası” olarak değerlendirdiklerini belirtti. Bence bu bir iletişim kazası falan değil. Yeri geldiği için söylenmiş bir sözdü.
Çok iyi biliyoruz ki, bu tip cümlelerin politik ilişkilere yansıması ağızdan çıktığı şekilde olmaz. Kapalı kapılar ardında yapılan pazarlıkları, muhtemelen ya hiç öğrenemeyeceğiz ya da zaman geçtikçe, tıpkı Sedat Peker’in ifşaatları gibi birilerinin yapacağı açıklamalar vesilesiyle öğrenebileceğiz.
Taliban sözcüsü Zabihullah Mücahid’in şu sözü de çok önemli: “Sizi temin ederiz ki, IŞİD’in kontrolümüz altındaki bölgelerde faaliyete geçmesine izin vermeyeceğiz”. Bölgede, bugün olmasa da zaman içerisinde bir IŞİD tehdidinin tekrar ortaya çıkacağını ve bu tehdide karşı Taliban’ın IŞİD düşmanı ülkelerin sahadaki unsurları ile ittifaka geçmek isteyeceğini ya da geçebileceklerini göstermesi açısından bu cümle şimdiden bir kenara not edilmelidir.